Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '21

 
Kategori
Eğitim
 

20.Milli Eğitim Şurası

20. Milli Eğitim Şurası

Eğitim ve öğretim, insan ve toplum hayatının en önemli aşamalarından biri olup, toplumun geleceğini şekillendiren, değiştiren ve gelişmiş devletlerin siyasal, ekonomik ve sosyal gelişimini sağlayan en önemli gücüdür. Ülkeler, tarihleri boyunca geleceklerini yönlendirmek için eğitim ve öğretim kurumlarını düzenleme, ilkelerini belirleme, kontrol altına alma ve planlama zorunluluğuyla karşı karşıya kalmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bir modern devlet olmanın gereği olarak eğitim ve öğretimi, Anayasa’ sında  güçlü bir şekilde ifade ederek kamu görevi olarak üstlenmiştir. Tanzimat Döneminden itibaren Türk Eğitim Sistemi bir düzenleme, planlama ve hukuksal altyapısını oluşturma sürecine girmiştir. Osmanlı Eğitim Sisteminin son dönemlerinde iyice belirginleşen denetimsiz ve plansız eğitim uygulamaları Osmanlı yıkılış sürecinde de etkili olmuştur (Akyüz, 2012: 241).

Millî Eğitim Bakanlığı, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren eğitimle ilgili karşılaştığı önemli sorunları çözmek amacıyla kendi kurumu içinde önemli teşkilatlar oluşturmuştur. Bu örgütlemenin içinde en önemlilerinden birisi de Milli Eğitimin planlanması, program, müfredat ve periyodik hedeflerin belirlendiği, siyasi otoritenin dışında eğitimcilerin katıldığı, fikir ve düşüncelerinin ifade edildiği Millî Eğitim Bakanlığının danışma organı olan Milli Eğitim Şûrasıdır (Dinç,1999: 2). Milli Eğitim Şûrası, Millî Eğitim Bakanlığı’nın en yüksek danışma kurulu olup, eğitim alanındaki en köklü kurullardan biridir. Yasal tanımı gereği, Türkiye’de eğitim sistemini geliştirmek ve eğitimin niteliğini yükseltmek için eğitim ve öğretimle ilgili konuları incelemekten ve öneri niteliğinde kararlar almaktan sorumludur. Yasada belirtilen konumu gereğince bir danışma ve planlama kurulu özelliğini taşıyan Şûralarda alınan kararlar, çeşitli komisyonlarca hazırlanan raporlar ve önergeler genel kurulda onaylanır ya da değiştirilir.Onaylanan kararlar Şûra kararı olarak Millî Eğitim Bakanlığına öneri olarak iletilir.

Bakanlık alınan kararları uygular ya da hükümete öneri olarak sunar. Bu açıdan Milli Eğitim Şûrasında alınan kararların uygulamaları bakanlığın gayreti ve hükümetlerin konuya yaklaşımı oranında gerçekleşmektedir.(Bu çalışma 31 Mayıs-3 Haziran 2016 tarihleri arasında gerçekleşen 3. Uluslararası Avrasya Eğitim Araştırmaları kongresinde sözlü bildiri olarak sunulmuştur.)

Şura’ya kimler katılır?

Şura'ya katılması beklenilenler, milli eğitim bakanlığı tarafından, yönetmelikte belirtilen sayıda üniversite rektörü, üniversite dekanı, okul müdürü, rehber öğretmen, eğitim sendikası başkanı ve üyesi, sivil toplum vakfı üyeleri, yerel yönetim birimlerinden seçilmiş belediye başkanı ve muhtarlar ve çeşitli okullardan gelen öğrencilerin yanısıra bakanlık birimleri, meclis milli eğitim komisyonu üyeleri, YÖK başkanı, başkan vekilleri, ÖSYM başkanı, RTÜK başkanı, devlet planlama teşkilatı müsteşarlığı, Türk tarih kurumu, Türk dil kurumu yetkilileri olarak belirlenip davet edilir

Eğitim şurası' nın genel olarak amacı; milli eğitim 'in içinde bulunduğu sorunları değerlendirip tartışmak, yapılması gereken reform ve düzenlemeleri belirleyip, önerileri ele almaktır.

Şuralar; eğitimin, politik rüzgârlarına göre biçimlenir. Başka bir deyişle eğitim yönünü politik erk belirler. Oysa eğitim bilimsel araştırmalar doğrultuda oluşacak eğitim felsefesi, politikaları saptanarak uygulama alanına konulmalı ki eğitim öğretim süreklilik kazansın. Her zaman değişen eğitim öğretim politikalarıyla arzulanan, beklenen hedefe ulaşması olanaklı değil.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı içinde bile eğitim sorunlarının çözümü amacıyla 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi’ni toplatmış, ”eğitim programlarında reform” kararını aldırtmıştır. Daha sonra Birinci (15 Temmuz 1923),İkinci (1924),Üçüncü (1926) Heyet-i İlmiyeler toplanarak Türk milli eğitiminin temelleri atılmıştır. Atatürk’ün Türkiye gerçeklerine uygun eğitim politikalarıyla ilgili görüş ve düşünceleri de temel eğitimin birinci sınıfından başlayarak eğitimin tüm aşamalarındaki çalışma ve uygulamalara yansıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında vatandaşların sadece %3–4 'ünün okuma yazması vardı. Halkın  %80'i köylerde yaşıyordu. Atatürk ilk defa köy enstitülerinin kuruluş yasalarını çıkardı. İlk önce askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden köy öğretmeni yetiştirilip köylerine öğretmen olarak gönderilme projesini önerdi ve bu proje uygulandı.(vikipedi,17.04.2014)

Milli eğitim sistemi için önerilen kararları almak üzere 7 yıl aranın ardından toplanan 20. Milli Eğitim Şurası'nda kurulan "Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği", "Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi" ve "Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi" özel ihtisas komisyonları üyeleri, görüş ve önerilerden oluşan taslak maddeler üzerinde çalışmalarını tamamladı.

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) düzenlenen 20. Milli Eğitim Şurası Genel Kurulunda yapılan açık oylama neticesinde özel ihtisas komisyonlarında benimsenen 124 maddeden 107'si oy birliği, 17'si oy çokluğu, Genel Kurul Toplantısı'na sunulan 4 öneriden 2'si oy birliği, 2'si oy çokluğuyla kabul edildi.

Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği, her öğrencinin, Milli Eğitim Bakanlığınca sunulan eğitimden eşit olarak yararlanması. Başka bir deyişle sosyo ekonomik durumu farklı olan çevrelerden okula gelen öğrencilerin olanaklardan eşit yararlanması; okullar arasında yapı, donanım, eğitim farkının olmamasıdır. Ne var ki eğitimde fırsat eşitliği hiçbir zaman gerçekleşmemiş; genellikle uygulanamamış; sözde kalmıştır.

Emre Kongar, 20. Milli Eğitim Şurası'nın 11.maddesinde yer alan okulöncesi öğretim programıyla ilgili öneriyi, DogmatikEğitim Okulöncesinde Başlarsa?  başlığında değerlendirdi, söyle diyor:

Yedi yıl sonra toplanan 20. Milli Eğitim Şûrası’nda komisyonlarda alınan kararlar oylanırken son anda sunulan yeni bir öneri ile “Okulöncesi öğretim programında çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak din, ahlak ve değerler eğitimi yer almalıdır” ifadesi Şura’nın işleyiş geleneklerine ve usullerine aykırı bir biçimde kabul edilen bu “okulöncesi eğitim” önerisi 4-6 yaş arası çocuklarımızı kapsıyor” Din de bütün değerler ve duygular gibi soyut kavramlardan oluşur. Oysa normal nitelik ve yeteneklere, normal zekâya sahip bir çocuğun, 9-11 yaşına kadar soyut düşünemediği psikologların ve eğitimcilerin kabul ettikleri bir genel kuraldır. Çünkü 9-11 yaşlarından önce, çocukların tutum ve davranışları, inançları ve değerler sistemi, ancak görerek, deneyimleyerek, anne, baba, kardeş, arkadaş gibi kişilerle veya çevresindeki eşya ve olaylarla ilişkilendirilerek biçimlenir.

Okul öncesi düzeyde din kültürü eğitimi verilmesi kararı ile eğitimin geleceğine dair umudumu karartmıştır. bu din kültürü eğitimi ile bahsedilen eğitimin ne olduğu apaçık bellidir. bu ülkenin vatandaşı olup hiçbir dini görüşüm olmayabilir çocuğumu bu kültürde yetiştirmek istemiyor olabilirim. din kültürü okulda değil ailede verilmelidir. Eğer dinlerle ilgili bir ders verilecekse de bu tarih boyunca görülen tüm dinler, felsefik temelleri vb. gibi konular olmalıdır. zorunlu din kültürü dersi hangi kademede olursa olsun yanlıştır! Asla uygulamaya geçmemesi dileğiyle

 

Dini ya da dindışı herhangi bir dogmatik eğitim alan çocukların düşünce yapılarında sıkıntılar oluşur Bu açıdan çocukların henüz soyut düşünme yetenekleri gelişmeden, değerler konusunda sadece “yap ve yapmalardan” yani “emirlerle, yasak  etmelerle, engellemelerle, menetmelerle. oluşan dini ya da dindışı bir eğitim almaları onları dogmatik bir kafa yapısına tutsak eder. Sorgulayıcı, araştırıcı bir tavır geliştiremezler. Gerçeklere, olgulara, verilere dayalı bilgilere değil, inançlara göre davranırlar. Eleştirilere tamamen kapalıdırlar. Sadece kendi inançlarına, düşüncelerine uygun olan fikir, yorum ve önerileri dikkate alırlar. Düşüncelerini, önerilerini, bilenlerle, uzmanlarla değil, kendilerine destek vereceğini umut ettikleri çevrelerle ve kişilerle tartışırlar. Gerek ailede gerek iş yaşamında gerek bürokraside gerekse siyasette, dalkavukların, çıkarcıların evet efendimcilerin, biat edenlerin varlığı bu kafa yapısını besler. Kendilerine destek vermeyenleri, eleştirenleri, kötü niyetle, hainlikle suçlarlar. Kendilerininkilere uymayan fikirleri, sözleri, tutum ve davranışları kendilerine karşı düşmanlık olarak algılarlar. Böylece dogmatik eğitim ile yetişen kişiler, hem cahil kalır hem de demokrasi düşmanı olan zalim yönetimlerin en önemli kaynaklarından birini oluştururlar

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, özeti aşağıda olan bir bildiri ile bu kararı eleştirdi:

Alınan bu karar bilimsel ve pedagojik olmaktan uzaktır ve evrensel bir kabul olan ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesine de aykırıdır. Zorunlu din dersi uygulaması hukuken tartışmalı iken bir de son dönemde devlet okullarında din eğitiminin tarikatlara bırakıldığına ilişkin haberler basına yansımaktadır. Bu nedenler ile Evrensel Çocuk Haklarına, hukuka ve bilime aykırı olan ve Milli Eğitim Şurası’nın tarihsel önemine ve değerine de uymayan çağdışı bu kararı kabul etmiyoruz, Milli Eğitim Bakanlığı’nı yol yakınken bu büyük yanlıştan dönmeye davet ediyoruz.”

Aynı konuda Atatürkçü Düşünce Derneği de özet olarak şöyle bir bildiri yayımladı:

“Eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılıp dinselleştirilmesi, ilköğretimde 4+4+4 sistemi ile yaratılan olumsuzluklar... Sekiz kez değişen Milli Eğitim Bakanlarının her birinin yapboz denemeleri... Okullarda din ve ahlak bilgisi derslerinin bazı tarikat ve cemaatlerle verilmesi... Bakanlığın kimi şaibeli ve Laik Cumhuriyet karşıtı vakıflarla imzaladığı protokoller... Hukuken tartışmalı zorunlu din dersi uygulaması ve nihayet dindar ve kindar nesiller yetiştirme çabalarının... Eğitimde nasıl bir felakete yol açtığı ortada iken... Bir de Milli Eğitim Şûralarının tarihsel ve bilimsel önem ve değerine uymayan bu çağdışı kararın alınabilmiş olması gerçekten esef vericidir.”

Peki, ne yapmalı? Bu sorunun yanıtı, nasıl bir insan yetiştirmemize bağlı. Teokrasinin egemenliğinde yetişecek dindar bir kuşak mı, bilimsel veriler ışığında yetişen soran, sorgulayan, inceleyen, araştıran bir kuşak mı yetiştirmek istiyoruz 

Sonuç

Dogmatik kafa yapısına sahip bir nüfusla  Türkiye’nin dünya ile rekabet etmesi, bilimsel verilerden yararlanarak gelişmiş ülkeler düzeyine çıkması, refah toplumu olması olanaksızdır.12.12.2021

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..