- Kategori
- İlişkiler
21. yy'da kırık hayatlara kariyer sahibi çözümler
Kimseleri senede bir gün bekleyemeyecekse bu yürek yahut, unutmak için sevmediyse bir gün bir yerlerde bir kadını bu kalp; merak ediyorum şimdi nerede atıyor ve dahi nerede yaşıyor o ilahi aşk? "Sex and the City" tarzı yaşamlara kim adapte etti bizi de artık hiçbir Allahın kuluna; sevemedim kara gözlüm seni doyunca diyemeyecek kadar kör olduk yahut da yakalayamaz olduk artık saçlarından baharı?
Yaşamı sanırım biz hız adlettik kendimize, ulaşılması bu kadar zor olsun da biz yine acı çekelim diye. Küçük Emrah'ın filmlerinden ket vurup çekilesi dertlerimize yaşanması zor bir hayal yarattık, yalnız gecelerde girilen boş yatak içlerine. Sonra da onulmaz boşluğumuza kendi içimizde birer sanal karakter belledik her derde deva var olmayacağını hep bile bile...Nereye koşuyoruz, nereye yürüyoruz bilmiyorum lakin anladığım tek bir gerçek varsa şayet o da yeni dünya düzeni bazılarımıza çok yalnız bir hayat vaadediyor hem de ölesiye.
Aldığımız eğitimden mi temelli, yahut zihnimizde oluşan fikriyattan mı belli bilemem ama tatminkar huzra çok uzak bir dünyaya sanırım öyle bir adım attıkı ki artık çok çalıştığını zannettiğimiz zihnimiz bile çıkamıyor işin içinden. Yaralar var bedenimizde ruhumuzda açılmış biliyorum; eski aşklara dair adına aşk dediğimiz yaşanılımışlıklara dair. ”Aşk dediğimiz” diyorum çünkü artık onlara da inanmıyorum! Kim beklerdi beni diyorum, girsem bir maphus damına işlemediğim suçtan beri 10 değil, 15, yahut 20 hatta 30 yıl? Ardısıra bakakalsam soğuk ve arsız demir parmaklıklara, her görüş günü tomurcuk akıtıp bekler miydi uğruna ölümü bile göze aldığım sevgilim o dünyalar güzeli?
Aşk yaralarımızın temeli bile yanlış atılmış, kendimize acı direttiğimiz sevdalar bile yalan ve bu yalandan hem vücut külliyeyi hissiyata inat hala acıların üstüne dem çekip, gam ekliyoruz ama belli ki inadına hepsi yine, yine yalan. Kayıp bir neslin kayıp çocuklarıyız biz, hiç bir zaman var olamayacak. İnandırılmışlıkları, öğretilmişlikleriyle kendisi de örtüşmeyen yazık bir nesil! Anneannelerimizden dinlediğimiz Ferhat ile Şirin çoktan boşandı; iki çocuk bıraktı geride de, Şirin şimdi bir müzisyen elemana veriyor aşkını. Ferhat'ın çocuklarının gözünün önünde eve attığı onlarca hatuna inat.
Bu hikaye uzar gider; zira tatminsizlik üzerine kurulu yaşamına çare bulamayan bir diğer çağdaşınız, nesildaşınız tarafından klavyeye alınıyor. Kim bilir belkide sorun ilk önce buradan sebepleniyor da serpiliyor. Hatırlar mısınız -densizliğine vurmayacağım işi, hatt-ı zatında hepinizin gayet de iyi hatırladığını biliyorum- hayranlıkla yazı tıkırdatışını izlerken babanızın daktilo başında iş dönüşü eve külliyat getirişini?
Yarı sanal yarı gerçek bir düşler alemine çevrilmeden hayat, benim için her şey bir çabanın filiziydi. Okulda Türkçe dersi için bir ödev hazırlamak bile lükse kaçmaktı babamın şirketinde daktilo kullanarak hazırlandığında. İncecik parmaklarım tuşlar arasına girse bile aldığım hazzı hala bir ben bilirim, bir de Olivetti marka daktilo... Şimdi şimdi düşünüyorum, aklı selim büyümeye çalışırken bu kadar fazla değişime bir anda bizim kadar hızlı alışmak zorunda kalan başka bir nesil daha var mı diye? İnanın cevap ararken bile kayboluyorum, öğrenmek zorunda kaldığım tezatların ve dilemaların içerisinde.
Her şey hala kol gücü ile yapılıyordu ben daha henüz 5 yaşındayken. Sütçü amcanın güğümünden dökülen süte çanak tutmak istiyorken aradan üç sene geçmedi "Gülüm" sütle tanışıp, kutulardan içmeye başladık hem de pastörize. Telefonu çevirerek arardık, tuşlamak deyimi henüz bebek bile değildi. Lakin artık anneciğimizin numarası bile aklımızda değil, bir yapay zekanın hapis zihninde. Her şey bir zorluk ama tatlı bir yorgunluk yaratırken bedenimizde; şimdi artık rüyalar bile www.ruya.com da çoktan adımıza görülüp eve teslim emrimizde.
Yaşanacak bir aralık kalsın istiyorum çaba sarfetmek isteklerime ama olmuyor yetemiyorum artık dişliler sarmış etrafımızı çepeçevre. Şu an bir ekrandan bakıyorum düşlerime misal ve hala özlemi beni çıldırtıyor, daktilo tıkırtılarının. Ne ara hayal etmeye kalksam bir diretmişlik, bir dayatılma sunuluyor önüme ve yine başa dönüyorum.
Sanırım ben artık modern hayatı sevmiyorum.
Ödevlerimiz vardı, herkesin bir işi, meslek deyince akla gelen yalnız finansçı, broker, marketingci(?) değildi. Marongozluk diye bir meslek vardı misal el emeği göz nuru masalar vücuda getiren, en değerli varlıklarımıza beşikler üreten ustalar. Şimdi bir IKEA çılgınlığı içerisinde, kafa tutup usta ellere, marongoz taklidi yapıp ucuz pusetlerde değer azaltıyoruz çocuklarımıza bile. Beğenmiyoruz artık IT’ci değilse damat namzetimiz...Pop şarkıcısı ise de, ancak şöhretinden izin veriyoruz kızımızın fingirdeşip üzerine yamanmasına. Zira kız bile veremiyoruz, isteyeni de yok artık çünkü...
Sadece yirmi yıl gibi kısa bir zamanda, akıl sır ermiyor nasıl gözünü para bürüdüğünü devrimci babamızın da yatlarda nasıl bu kadar rahat böbürlenerek puro emebildiğine? Daha hala izi dururken ülkücü amcamın böğrüne yediği kurşundan ötürü bir komunistten, Amerikalılara satılması için Türk Telekomun, nasıl olup da bu kadar ter döktüğünü malesef her şeye rağmen benim aklım hala almıyor ?
Davaları bile elinden alınmış, ilkeleri, ülküleri, değer yargıları olmadan evlat yetiştiren ebeveynler çocuklarımızdan ne cür’etle şikayet ederek bahsedebiliyor bir de aklım onu kesmiyor? Sanki ben yıkmışım gibi tüm o uğruna ölümler göze alınmış o yüce değer yargılarını, ne zaman sözünü etmeye kalksam gür bir sesle tüm bu dava adamları karşımda bir anda DGM savcısı kesiliveriyor.
Bomboş bir hayat yaratıldı, uydurma erdemler, yükselen değerler, markalar beşiğinde süslü bebeklerden mamül; yanlarında taşıdıkları hanımlarından farksız adamlar ve hemcins kadınlar ve yoğun iş günleri ile dolu. Kendi elleriyle oğluna sapan yapamayan, kaval oyamayan kamıştan, yaşıtım iskele babalarının ellerinden Fransız usulü şatafatlı ördekler döküldü çalışan eşine yorgun argın iş çıkmasın diye. E, öyle ya onca işi arasında bu çağ dışı ayıbı karısına layık görecek değildi ya?
Annesinin söylediği ve eğittiği gibi; hayat müşterekti daha yeni işe girdiğinin on beşinci günü. Hala annesinin margarinini mi kullandıracaktı IK müdürü karısına? Ne de olsa dil bilen, üniversite mezunu, kariyer sahibi eşi hayatta doğurmakla gerçeleştirebildiği tek meziyetini dahi Moldovalı bakıcısına teslim edecekti. Çünkü bebesinin mama vakti gelmişti ve yarınki "customert felefört" toplantınısa yetişmesi gereken prezentasyona mama bulaşmasını metroseksüel kocası bile istemezdi.
Bebekken mide kapakçığı tersine işlediği için yediği her şeyi anında kusan ve bu yüzden oğulcuğunun yine kusacağını bile bile hiç olmadı midesine bir parça yemek gitsin diye tekrar tekrar mama hazırlamış bir annenin oğlu olan bana, kim Moldovalı bebek bakıcısının hesabını verebilir veya varlığının mantıklı bir açıklamasını yapabilir? Ödevler bile yok artık bir anneyi huzura sevkedebilcek kendi yavrusu dahi veremiyorsa bu aymaz ruha şayet bu huzuru. Selülit yapacağını bile bile ama kocası bir yüzükle ikna etti diye kazara kendi doğurduğu bebeği bile beslemekten aciz bir anne, bu çocuğa nasıl eğitim verecek de bu bebek büyük ve ulu ve kutsal ve cömert ve hakkaniyetli hayalleri olan bir yaratık haline gelecek?
Oyundan atılmak için dilekçe yazılacak bir mercih bilenlere soru olsun diye yazıyorum bu yazıyı! Bana haketttiğimi düşündüğüm o eşsiz sevgiyi ve kendisinde bulunmayan huzuru hangi kadın nasıl verecek ve sevgi ile bakan gözlerle çocuğumu hangi anne besleyecek ?
Hepinize "trendy" günler ve "in" mekanlarda bol "mojito"lu geceler diliyorum. Karizmanız hep "top" olsun...