- Kategori
- Blog
350 sayfalık bir roman gibi...

****Tatlı yiyelim, tatlı yazalım!****
İşte yine yeni yeniden bir kutlama yazısı daha. Kutlama yazıları yazmak birçoğunuz gibi benim için de gelenekselleşti, yazmazsam eksiklik hissedeceğim, biliyorum.
Ve nihayet 350 sayısına ulaştım, ilk günlerde "günde bir yazı" sloganıyla başlamıştım ve 500. yazılarda olmalıydım, tembellik yaptım 300'den sonra.
Bazı arkadaşların savunduğu gibi az yazınca daha kaliteli yazılar çıkmıyor maalesef, insanın eli soğuyor, hele bir de şevkini kıran şeyler görüyorsa ortamda üstüne tuz-biber oluyor...Aslında ilhamı yakalamışken elini esirgemeyeceksin yazdıkça yazacaksın. Nasıl olsa kısıtlama yok, ha içi dolu mu boş mu olur blogların o yazanın sorunu, hakettiği değeri okuyucu verir zaten.
Blog dünyasında ikinci yılımı dolduruyorum. İnternetle tanışmam bir örgü modeli ararken tesadüfen rastladığım blogcu.com ile oldu. Çekine çekine büyük bir heyecanla kayıt olmuştum. Günde birkaç kez hareketli giflerin yanında bir-iki cümlelik "Merhabalar Arkadaşlar!", "Günaydın!" ya da "İyi Akşamlar!" gibi şimdi çok çocukça bulduğum bloglar veriyordum yayına.
Sonra resim kaydetmeyi öğrendim, yaptığım elişlerinden örnekler ve resimler ekledim. Daha sonra blogspot.com ile tanıştım, orası pek açmadı, iletişim azdı ve sistem farklı, yabancı ülkelerden ziyaretçilerim oldu, İngilizce, Almanca hatta translator kullanarak Portekizce bile yazdım, hem de ne yorumlar Fenerbahçe'yi anlattım, Zico'nun ve Roberto Carlos'un transferini. Onlar kendi aralarında benim hakkımda şöyle yazışıyorlardı:
" Bize ne kadar benziyor, Portekizce de biliyor ya da Brezilyalıları çok seviyor, adım da yabancı gelmedi onlara, çünkü Fatima Brezilya'da sıkça rastlanan bir isim.....vb." Ben de onları çok sevdim, gerçekten bize benziyorlar, sıcak sımsıcaklar...
Neyse, sonra Milliyet Blog girdi hayatıma, arkadaşım Halide önermişti. Topluca buraya transfer olduk. Oralarda bulamadığım ortamı burada buldum, çünkü diğer gruplarda benim konularım ve anlattıklarım üyelere hitap etmiyordu, daha çok örgü-dantel, yemek-mutfak konuları geçerliydi, yine de futbol, kitap ve şiirli yazılar yazdım. Bazı arkadaşlarım sitem ettiler, bazıları ısrar ettiler ama bir kere ok yaydan çıkmıştı ve soğumuştum diğer sayfalarımdan. Üstelik burada yorum yazmaktan, yazı okumaktan, gelenlere cevap vermekten zaman kalmıyordu diğerlerine. Tüm enerjimi buraya harcamaya karar verdim, az olsun öz olsun, dedim. Zamanla gözüm de doydu, azla yetinmesini öğrendim.
Kim ne derse desin Milliyet Blog, diğer sitelere ve oluşumlara göre daha kaliteli ve düzeyli, biz içindekiler her ne kadar bazı şeylere burun kıvırıp küçümsüyorsak da yine de değerli buluyorum burayı ve buradakileri. Tartışmalar, kavgalar, kırgınlıklar, küskünlükler elbette olacaktır, yeter ki iş mahkemelere ya da arenalara kadar gitmesin!
İnsanların olduğu her yerde iyiler de iyi olmayanlar da bulunur. Denge kendi kendine sağlanır diye düşünüyor ve de umuyorum.
Mutluluğuma ve yaşantıma yeni bir anlam katan bu ailede olmaktan dolayı kendimi özgür ve özgün hissediyorum.
Neleri mi paylaşıyorum yani üleşiyorum burada?
-Her maçtan sonra mahallede komşu kadınlara anlatamadığım duygularımı paylaşıyorum buradaki sporseverlerle.
-Hayvanlarla ilgili çevreme anlatamadıklarımı anlatıyorum buradaki hayvanseverlere.
-Kitap-sız evlerde yaşayan insanlara anlatamadığım okuduğum kitapları anlatıyorum buradaki kitapseverlere.
-Haftada bir 'Anadolu Kağnısı'na yüklüyorum birikenleri ve taşıyorum buraya.
Yetmez mi?
YA ÖĞRETİCİ OL, YA ÖĞRENİCİ. SAKIN İKİSİNE DE DÜŞMAN OLMA!
İşte MUTLULUĞUN RESMİ bu benim için. Şiirini bile yazmışım hem de...
Sevgiler-saygılar hepinize...Daha buradayım, epeyce de kalacak gibiyim!
MUTLULUK
Çölde ayak izleri arar gibi
Yıllar yılı aradım seni.
Kum taneleri arasında inciyi,
Ufukta son çizgiyi.
Denizde toprak zerresi,
Gündüzün karanlığında
Gecenin mavisi.
Arar gibi gökkuşağı altında
Sekizinci rengi.
Yıllarca avare gezindim düşler sokağında.
Karanlık sokaklarında şehrin
Aradım durdum.
Oysa ne kadar yakınmışsın bana,
Yanımda yanıbaşımda.
Uzaklarda aramışım seni
Boşu boşuna...
Yolundiğeryarısı
16.03.2006
****
Ve nihayet 350 sayısına ulaştım, ilk günlerde "günde bir yazı" sloganıyla başlamıştım ve 500. yazılarda olmalıydım, tembellik yaptım 300'den sonra.
Bazı arkadaşların savunduğu gibi az yazınca daha kaliteli yazılar çıkmıyor maalesef, insanın eli soğuyor, hele bir de şevkini kıran şeyler görüyorsa ortamda üstüne tuz-biber oluyor...Aslında ilhamı yakalamışken elini esirgemeyeceksin yazdıkça yazacaksın. Nasıl olsa kısıtlama yok, ha içi dolu mu boş mu olur blogların o yazanın sorunu, hakettiği değeri okuyucu verir zaten.
Blog dünyasında ikinci yılımı dolduruyorum. İnternetle tanışmam bir örgü modeli ararken tesadüfen rastladığım blogcu.com ile oldu. Çekine çekine büyük bir heyecanla kayıt olmuştum. Günde birkaç kez hareketli giflerin yanında bir-iki cümlelik "Merhabalar Arkadaşlar!", "Günaydın!" ya da "İyi Akşamlar!" gibi şimdi çok çocukça bulduğum bloglar veriyordum yayına.
Sonra resim kaydetmeyi öğrendim, yaptığım elişlerinden örnekler ve resimler ekledim. Daha sonra blogspot.com ile tanıştım, orası pek açmadı, iletişim azdı ve sistem farklı, yabancı ülkelerden ziyaretçilerim oldu, İngilizce, Almanca hatta translator kullanarak Portekizce bile yazdım, hem de ne yorumlar Fenerbahçe'yi anlattım, Zico'nun ve Roberto Carlos'un transferini. Onlar kendi aralarında benim hakkımda şöyle yazışıyorlardı:
" Bize ne kadar benziyor, Portekizce de biliyor ya da Brezilyalıları çok seviyor, adım da yabancı gelmedi onlara, çünkü Fatima Brezilya'da sıkça rastlanan bir isim.....vb." Ben de onları çok sevdim, gerçekten bize benziyorlar, sıcak sımsıcaklar...
Neyse, sonra Milliyet Blog girdi hayatıma, arkadaşım Halide önermişti. Topluca buraya transfer olduk. Oralarda bulamadığım ortamı burada buldum, çünkü diğer gruplarda benim konularım ve anlattıklarım üyelere hitap etmiyordu, daha çok örgü-dantel, yemek-mutfak konuları geçerliydi, yine de futbol, kitap ve şiirli yazılar yazdım. Bazı arkadaşlarım sitem ettiler, bazıları ısrar ettiler ama bir kere ok yaydan çıkmıştı ve soğumuştum diğer sayfalarımdan. Üstelik burada yorum yazmaktan, yazı okumaktan, gelenlere cevap vermekten zaman kalmıyordu diğerlerine. Tüm enerjimi buraya harcamaya karar verdim, az olsun öz olsun, dedim. Zamanla gözüm de doydu, azla yetinmesini öğrendim.
Kim ne derse desin Milliyet Blog, diğer sitelere ve oluşumlara göre daha kaliteli ve düzeyli, biz içindekiler her ne kadar bazı şeylere burun kıvırıp küçümsüyorsak da yine de değerli buluyorum burayı ve buradakileri. Tartışmalar, kavgalar, kırgınlıklar, küskünlükler elbette olacaktır, yeter ki iş mahkemelere ya da arenalara kadar gitmesin!
İnsanların olduğu her yerde iyiler de iyi olmayanlar da bulunur. Denge kendi kendine sağlanır diye düşünüyor ve de umuyorum.
Mutluluğuma ve yaşantıma yeni bir anlam katan bu ailede olmaktan dolayı kendimi özgür ve özgün hissediyorum.
Neleri mi paylaşıyorum yani üleşiyorum burada?
-Her maçtan sonra mahallede komşu kadınlara anlatamadığım duygularımı paylaşıyorum buradaki sporseverlerle.
-Hayvanlarla ilgili çevreme anlatamadıklarımı anlatıyorum buradaki hayvanseverlere.
-Kitap-sız evlerde yaşayan insanlara anlatamadığım okuduğum kitapları anlatıyorum buradaki kitapseverlere.
-Haftada bir 'Anadolu Kağnısı'na yüklüyorum birikenleri ve taşıyorum buraya.
Yetmez mi?
YA ÖĞRETİCİ OL, YA ÖĞRENİCİ. SAKIN İKİSİNE DE DÜŞMAN OLMA!
İşte MUTLULUĞUN RESMİ bu benim için. Şiirini bile yazmışım hem de...
Sevgiler-saygılar hepinize...Daha buradayım, epeyce de kalacak gibiyim!
MUTLULUK
Çölde ayak izleri arar gibi
Yıllar yılı aradım seni.
Kum taneleri arasında inciyi,
Ufukta son çizgiyi.
Denizde toprak zerresi,
Gündüzün karanlığında
Gecenin mavisi.
Arar gibi gökkuşağı altında
Sekizinci rengi.
Yıllarca avare gezindim düşler sokağında.
Karanlık sokaklarında şehrin
Aradım durdum.
Oysa ne kadar yakınmışsın bana,
Yanımda yanıbaşımda.
Uzaklarda aramışım seni
Boşu boşuna...
Yolundiğeryarısı
16.03.2006
****