Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '08

 
Kategori
Özel Günler
 

36. Yılda, “Darağacındaki üç fidan”dan Yusuf Arslan’ın annesi ve ablasıyla bir söyleşi! -1-

36. Yılda, “Darağacındaki üç fidan”dan Yusuf Arslan’ın annesi ve ablasıyla  bir söyleşi!  -1-
 

Anne Mediha Arslan 36 yıl sonra ilk kez Milliyet Blog için konuştu.


“Biz halkımızın kurtuluşu ve Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi uğruna şerefimizle öleceğiz...” Yusuf Arslan

İlkokul dönemlerimde yaz tatillerinde, Ankara'ya halamın yanına giderdim. Ziraat Fakültesinin karşısında, ‘su süzgeci’ denilen ve Gümüşdere Mahallesi'nden bir bölgeydi orası. 69-70-71- li yıllarda. Sonra Fatih Köprüsünün ayağı geçti oradan ve o gecekondu bölgesi tamamen kalktı.

İşte o günlerde, Ankara'dayken Ziraat Fakultesi'nin önünde tavşanlarla oynamaya ve ingiliz elmalarından koparmaya giderdik. Halam sıkı sıkı tembih ederdi; “Aman oğlum oralarda anarşikler(anarşist değil) falan gezerler. Deniz Gezmiş falan buralardalarmış, aman dikkat edin, şu kadar zaman içinde burda olun" diye bizi sıkı sıkı temnbih ederdi. Doğaldır ki, çok korkardık. Hele Deniz Gezmiş adı, titretirdi bizim çocuk ruhumuzu.

İşte o günlerden, "anarşikler"in 'üç fidanı'nı anacağız bugün. 68 Kuşağının devrimci önderleri; Denizleri, Yusufları, Hüseyinlerin idam edilişlerinin 36. yıldönümü bugün.

***

Yusuf'un ablası Emel (Bilik) öğretmeni her gördüğümde 'onlar' geliyordu aklıma. Bir söyleşi önersem, hem kendisine hem annesine, tepkisi ne olur endişesi taşıyordum. 2 Mayıs ta o cesareti buldum ve önerdim. Kabul ettiler. 4 Mayıs için randevulaştık.

Randevu anı yaklaştıkça içim burkulmaya başlıyordu. O anneyle nasıl konuşacaktım, nasıl soru sorabilecektim. Bu endişelerle çaldım kapılarını...

Emel öğretmen karşıladı beni, sonra Mediha teyze geldi, zorlanarak. Salon son derece sade ve evde hiç bir resim bulunmaması dikkat çekiciydi. Emel öğretmen söylemişti önceki sohbetlerimizde, hiç adını söylemez, söz ederken sadece 'o' diye konuşurdu. Hiç bir kimseyle görüşmemiş söyleşi anlamında. 36 yıl boyunca hiçbir gazeteyi ve gazeteciyi kabul etmemiş. 36 yıllık süreçte anne Mediha Arslan ilk kez Milliyet Blog için benim önerimi kabul etmiş. Bunun için ayrıca teşekkür ediyorum Mediha teyzeye ve Emel öğretmene. Ben o küçük Mehtap'ta olur diye düşünmüştüm söyleşide, o bir hekim ve görevli olduğu için gelmedi.

Uzun bir söyleşi oldu. Sıkıcı olmaması için iki bölüm yapmaya karar verdim. İkinci bölümü de 24 saat içinde vereceğim yayına.

***

82 Yaşındaki Mediha teyze az konuştu. Rahatsızlığı nedeniyle yürüteç (walker) le geldi görüşmeye. Hem hafıza zayıflığı hem de konuşma güçlüğü çekiyor aynı zamanda. Yukarıdaki sözlerin sahibi Yusuf’un ablası Emel öğretmen yanıtladı daha çok.

HD- Önce teşekkür edeyim, bana bu söyleşi olanağını verdiğiniz için.

EB- Daha önce 68’liler falan da gelmek istemişti, annem kabul etmemişti. Annem hiç bu konuda konuşmazdı. Bakın, fotoğrafı bile yoktur, annemin... Sizin hatırınız için geldik.

HD- Ben hiçbir söyleşisini görmedim. İnternette de inceledim, rastlamadım. Ben de size bir kez daha teşekkür ederim.

HD- Salı günü 6 Mayıs. Bunun ne anlama geldiğini en iyi siz biliyorsunuz. Neler hissedersiniz, Aslan ailesinin evinde neler yaşanır o gün?

MA- Hiç kimse bahsetmez, kimseye bahsetmem.... İçimde kaldı hepsi... Konuşulmaz!..

EB-O, annemin çok sevgili oğluydu. O çok zayıftı. Onu özel yetiştirdi; özel günlük yumurtalar falan... ( Bu bölümde yaşanan duygulu anları paylaşmayacağım.)... Keşke konuşsaydı annem. İçine atmayıp konuşsaydı başka türlü olurdu. Ama, konuşmamayı tercih etti.

HD- Az önce Cumhuriyet’te bir röportajda gördüm, Deniz’in öğretmen annesi de cezaevinde oğlunu hiç ziyaret etmemiş. Siz de gitmediniz sanıyorum.

MA- Evet, gitmedim!

EB- Evet, ben Dikmen Lisesi’nde öğretmendim. Ben giderdim, babam giderdi. Mehtap (Yusuf’un mektuplarında söz ettiği yeğeni. Emel öğretmenin şimdi doktor olan kızı)’ın elinden tutar her hafta ziyaretine giderdim. Okul müdürümüzde çok olumlu davranırdı, sağ görüşlü olmasına karşın. Ses çıkarmazdı pek. Ama bazı öğretmen arkadaşlar beni gösterip, “bu kızılcıkları ayağının altına alıp çıtır çıtır ezeceksin!” diye benim işiteceğim şekilde konuşurlardı. Özellikle bir din dersi öğretmeni.

HD- Eylemleri sürecinden haberdar oldunuz mu hiç?

EB- İlk, Kıbrıs Mitingi sırasında yakalamışlar. O sırada bir polis dövülmüş. Bizim Yusuf'ta giyimine düşkündü; kolları siyah beyaz çizgili bir ceketi vardı, dikkat çeken. Bunlar yakalanmış, o arada dövülen polis mahkemeye gelmiş, 18-20 kişi arasından Yusuf’u göstermiş. “Nereden tanıdın?” sorusuna; “ceketinden tanıdım” diye yanıt vermiş. O zaman 2-3 gün gözaltına alındı, serbest bırakıldılar daha sonra. O arada gelen giden falan oluyor ama, biz hiç bir şey anlamıyoruz. ‘Banka soydular’ deniliyor, “Allah! Allah!, bizim ihtiyacımız yok ki!” ... “siz yanılmış olmayasınız” diyorum. Ama hiçbir hareketine anlam veremiyoruz bu arada, haberimiz yok çünkü!

MA- Ben mektup yazdım ona, yapma oğlum ne olursun, diye. O cevap yazmış; “anne arkadaşlarımızı hep öldürdüler!” Aaah, ah! Keşke öldürmeselerdi. “arkadaşlarımız öldü, biz nasıl duralım” diye.

HD- Bu yakalanma idama giden sürecin başlangıcı mı oldu?

EB- İlk defa bu olayla haberdar olduk (az önce anlatılan Kıbrıs Mitingi). Bundan sonra çok yakalanmalar oldu, bırakıldılar hep. Hiç haberimiz olmuyordu ama. Arada bir gelir, (o aralar annem İzmir’de kardeşimi okutuyordu) bir iki sohbet eder, Mehtap’ı da sever giderdi. Mehtap’ı çok seviyordu.

- ....

EB- Cezaevine de giderdik Mehtap’la. Deniz, Hüseyin ve Yusuf birlikte gelirlerdi. Başımızda da bir subay beklerdi. Ayrılırken sorardım; “bir ihtiyacınız var mı?” diye. Deniz bir gün “turşu getir” dedi. Deniz, turşuyu ne yapacaksınız? diye sordum; “iyice yiyelim ki, urganları kırmak kolay olsun!” dedi, gülerek. Hep konuşmalarımız üçüyle de bir sohbet, bir şaka şeklinde geçerdi. Doğru mu söylüyorlardı, yalan mı hiç fark etmedim. Üçü de kahkahalarla gülerlerdi. O şekilde görüşürdük... Belki de beni rahatlatmak için yapıyorlardı!
- ....

- “Bir hamama gittik Emel abla” dedi Deniz; “...Allaaaah nasıl muhteşem bir tören yapmışlar bizim için! Yolumuz boyu iki taraf askerlerle dolu. Ben tutturdum, ‘Sancar (dönemin GnKur.Bşk) gelmezse gitmem, diye.” Deniz, böyle espriler yapa yapa konuşur; “Emele abla, kendimi büyük adam gibi gördüm yaa!” derdi. “O kadar askerin eşliğinde banyo yaptırdılar bize” diyordu.

HD- En son yakalanışlarında neler hissettiniz. Bundan sonraki süreçte neler yaşandı sizin evinizde. Siyasiden çok insani tarafını merak ediyorum bu tablonun!

EB- O dönemde Ankara’daydım. Annem babam da İzmir’de. Birgün kapıyı iki adam çaldı. (o zaman kirada oturuyorum. Ev sahibi demiştiki, maliyeciler gelirse, ’ben akrabasıyım’de, ‘az para veriyorum’de... gibi şeyler tembih etmişti bana.) Kapıyı açıp karşımdakileri görünce şaşırdım; ”maliyeden mi geliyor sunuz?” dedim. Adamlarda canlarına minnet, ’evet maliyeden’ diye karşılık verdiler. Ceplerinden alelusul bir kağıt kalem çıkartıp; “annenizin adı ne, .. babanızın adı ne, .. kardeşinizin adı ne?” derken, babamın adını söyleyince, “...aaa bu Beşir, bizim Beşir abi olmasın, şurda çalışıyor", diyerek onuda söyledi... Evet, dedim. “Yaa o bizim çok değerli bir abimiz. Ya bu Yusuf’ta sizin kardeşiniz mi” diye sordu. Yakalanmamıştı o zaman, ‘evet’ dedim. “Ya o bizim Yusuf, tanırım çocukluğunu falan” .. Başladı ağlamaya adam, babamın eski arkadaşı olarak! Onu öyle görünce ben de o kadar perişan oldum ki, .. ben de ağlıyorum, hem de nasıl!.. ‘Buyrun bir kahve için’ diye buyur ettim.
.....

Etraftaki fotoğraflara bakıyorlardı. Kahveyi yaptım, içtiler. Ama gözleri etrafta dört dönüyordu. Ben anlayamadım hâlâ!.. “Beşir abi’ye bir geçmiş olsun telgrafı çekmem gerekiyor, adresini verde bir telgraf çekeyim ona” dedi. Annemlerin adreslerini bulamıyorlarmış meğer... O gece baskın yapmışlar annemlerin evine. Kardeşim Yücel’i çok dövmüşler, annemin babamın gözü önünde. Yusuf’u evde bulamayınca hırslarını ondan almışlar!.. Çok üzüldüm sonra tabii... Ne bileyim onların baskın yapacaklarını!

...

Bir de.. Uzaktan akraba bir polis kapımızı çaldı. Epeydir bizi görmediği halde. Polis şefiymiş... Öyle ki, o zaman ödül de var, yakalayanlara. “Emel çok üzüldüm bu çocuğa” dedi. “Ama götürürlerse öldürürler, vururlar. Sen abla olarak onu bize teslim etmelisin. Ben onun asla işkence görmeden, öldürülmeden yaşamasını sağlarım” dedi. O kadar dil döktü bana. Yarın bakayım, arkadaşlarına bir sorayım, dedim. Ertesi gün, Mehtap’ın elinden tutup ODTÜ’ye gittim. “Ben Yusuf’un ablasıyım” deyince çocuklar etrafımı çevirdiler hemen. Beni bir odaya koydular. O arada Hüseyin (İnan) geldi. “abla hayrola?” dedi. Annem çok hasta, Yusuf’u merak ediyor, görmem lazım, dedim. Teslim olmaya ikna etmeye çalışacağım aslında. Hüseyin dediki “Belki şu an gözetleniyoruz. Yusuf buraya geldiğinde öldürürler. Sonra çok pişman olursun” deyince aklımı başıma topladım. Gerçekten de öyle bir şey olsaydı ben ne yapardım, diyorum kendi kendime. Geri döndüm.

...

Okullar tatil olunca, sömestride, İzmir’e gittim. Ruh halim bozulmuştu. Annem bizi hiç evde tutmamaya özen gösterdi. Hergün, ya sinemaya ya da fuara götürdü. Çarşıya götürüp üstümüze birşeyler alırdı bazen de. Akşam bile evde tutmamaya çalışıyordu bizi. Bir yerlere götürürdü mutlaka, özellikle fuara. Sinemaya falan gitmediği halde, bizi sinemaya, tiyatroya götürürdü. Hiç boş durdurmadı bizi. Hep ruh halimizi düzeltmeye çalıştı.

MA- Bu kadar olacağını bilemedik tabi yinede. Ne yaptı ki bunlar!

EB- Yine de polis baskısından kurtaramazlardı Yücel’i. Uykudan kaldırıp kaç kez annemin babamın gözleri önünde dövdüler. Bulûğ çağında bir çocuk Yücel. Hırslarını ondan aldılar hep. O ayrıca üzdü aileyi.
...

Sonra Kırıkkale’ye tayin ettiler beni. Yusuf’tan bir haber geldi. “Babam mide kanaması geçirdi” diye. Ankara’ya gittim, babam hastanede yatıyor. Erdal Öz, Uğur Mumcu falan ordalar. Hep kan vermek için bekliyorlar. Erdal Öz, bütün masrafları bize ödetmeden kendisi karşıladı. Öz babası gibi babamla ilgilendi. Çıktıktan sonra babam, hergün Cumhuriyet’e giderdi. Oktay Akbal’la, Uğur Mumcu’yla, Erdal Öz’le görüşürdü. Örsan Öymen’le de görüşürdü. Ne yapacaklarını görüşürlerdi. Bazen milletvekillerine kitap hazırlayıp dağıtırlar; idamların gereksizliğini anlatırlardı. Teker teker milletvekillerini gezdiler, onlarla konuşmaya çalıştılar. Babam hergün sabah erken çıkar, gece yarısı gelirdi. Annem ve kardeşim İzmir’delerdi o zaman.
.......

Yargılamanın her aşamasına giderdim, en çok Mehtap’la. Fotoğraflarda da görürsünüz... Slogan atarak gelirlerdi her duruşmaya, dipçiklerle dayak yiyerek. O cesarete, o korkusuzluğa bakın, şaşırırdım... İlk mahkemede babamın eli ayağı titremeye başladı. Bir askeri fotoğrafçı, ayırarak, sadece bu üçünün tek tek fotoğraflarını çekti, gitti. O zaman babam, “bunlar gidecek, diğerleri kalacak” dedi. Cellat kılıklı bir fotoğrafçıydı.
...
Demirel’in evine de gittim.

MA- Babanla da gittim. Karısına ve kendisine ayrı ayrı gittik. “Siz merak etmeyin” dediler.

(Devamı var)

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..