Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

51723264245

51723264245
 

Havaların güzel olduğu günlerde, güneşin batışından sonraki yarım saatlik alacakaranlık, bana nedense çok duygusal gelir. Çocuklar, canhıraş feryatlarla oyunlarının en heyecanlı kısmını yaşadıkları bu dakikalarda, biraz sonra eve gideceklerini bildikleri için midir nedir, yorgun vücutlarından fışkıran terlere rağmen en güzel numaralarını çekerler, en klas oyunlarını sergilerler.

Birer birer evlerine doğru yol alan insanların ellerinde bakkaldan, marketten aldıkları azıklar, hazin sonlarını kabullenmiş kurbanlık koyunların teslimiyeti içerisinde sessizce dururlar.

Tam bu zamanın ruh halini yansıtacak şekilde minarelerden yükselen segah ezan sesleri mahallelerde yankılanırken, çocuklar yavaş yavaş evlerinin yolunu tutmaya başlarlar. Akşam ezanı, oyunu bitiren hakemin düdüğü gibi pek çok organizasyona nokta koyar. Tek kişilik veya iki kişilik gruplar kalmıştır orada burada. Eve ne kadar geç gitsek kârdır diye düşünen bu çocukların anneleri de uzaktan onlara seslenmeye başlar: Eeemreeee, Ooooytuuunnn, baban geldi hadi yavrum...

Çekilen perde sesleri, kapıların pencerelerin artık sokağa kapanıp aileye açıldığının habercisidir. Tüm ailenin bir arada yediği akşam yemeğinin tartışılmaz bir anlamı ve lezzeti vardır. Herkes günün özetini birbirine aktarırken, bir aile olmanın, birbirine destek olmanın hazzı yaşanır sanki sofralarda.

Evlerine ulaşanlar bu mutluluğu yudumlamaya başlarken, henüz yolda olanlar, eve geç kalmanın telaşındadırlar. Ben çocukken daha çok bu saatlerde içindeki yolcuları bir an evvel evlerine ulaştırmak için nazlı nazlı yol alan tramvayları çok severdim. Hele artık son durağa doğru yaklaşmış, içinde tek tük yolcu kalmış, ışıkları pırıl pırıl yanan tramvayların geçişleri beni çok duygulandırırdı.

Şimdi var mı bilmiyorum, o zamanlar vatmanın arkasında morumsu lacivert renkli bir cam vardı. Şimdiki gibi her yer rengarenk ışıklar, tabelalar, cıvıl cıvıl güzelliklerle dolu olmadığı için, ben o camdan süzülen ışıklara bayılırdım.

Uzun düredir işten geç saatlerde eve gelmek zorunda kaldığım için akşamın bu alacakaranlığında dolaşma fırsatım olmamıştı. Bu akşam Bağlarbaşı - Üsküdar - Zeynep Kâmil - Bağlarbaşı arasında bir üçgen çizdim. Üsküdara doğru yaklaşırken, ışıkları pırıl pırıl yanan otobüslerde tek tük yolcuları görünce, çocukluğumun tramvaylarını hatırladım.

Şimdi tramvay olmadığına göre otobüslerle idare etmek zorundaydım. Duygularım ve hatıralarım arasından aklıma gelen binlerce kare, beynimden hızlandırılmış şekilde geçip giderken, ezanlar da başladı...

Birdenbire bir dükkanın önünde kalabalık bir grup gördüm. Bu ne acaba diye kendi kendime sorarken, iki haftadır devreden loto kuyruğu olduğunu tahmin ettim. Hafta boyu yüklü ikramiyenin hayaliyle kuponlarını dolduranların yanısıra, son dakikada "ya çıkarsa" deyip şansını denemeye kalkanlardı bunlar.

Loto müdavimi olmadıkları, sırf bu haftaki yüksek ikramiyenin hatırına bu işkenceye katlanmayı göze aldıkları her hallerinden belliydi. Çünkü ister istemez dönüp onlara baktığımda, hepsi böyle bir durumda yakalanmaktan utanmış bir görünüm sergiliyorlardı.

Tanıdık birine rastlamamak için dua ettiklerine emindim. Ben de içimden keşke benim tanıdığım da biri olmasa diye geçirdim doğrusu. Loto oynayacağını tahmin etmediğiniz biriyle böyle bir kuyrukta karşılaşmak gerçekten hoş değildi.

Vaktiyle hayli zengin, paraya ihtiyacı olmadığını düşündüğüm bir hanımefendinin cüzdanında milli piyango bileti görünce çok şaşırmıştım. Paraya ihtiyacı olmayan insan olur mu? Ben olur sanmıştım. Oysa insanın doyma noktası yok. Arzular şelâle... Aktıkça akar sonsuza doğru. Gem vurmak ne mümkün.

Neyse kimseyi utandırmayayım diye kuyruktakilere bakmaktan vazgeçip yürüdüm. Fakat az ileride bir tane daha, biraz sonra bir daha... Tam dört beş bayiin önünden geçtim.

Bir zamanlar Celal kardeşimin başına belâ olan şeytan gelip beni de dürtüklemeye başladı. Ne olacak, 50 kuruş verip şansını denesen ne kaybedersin, diyordu... 50 kuruşa 3-5 milyon kazanma şansı... Gerçekten cazipti...

Kimbilir ne hayalleri vardı o kuyruklarda bekleyenlerin... Belki çok ihtiyacı olanlar vardı içinde. Hastalığını tedavi ettirecekler, borçlarını ödeyecekler, muhtaç kişilere yardım edecekler, ne bileyim herkes kazandığında parayı nasıl harcayacağının hesabını yapmıştı besbelli.

Bir kere dediğini yaptın mı, sonra emrinden çıkmak çok zor olurmuş şeytanın... Ben anlatanların yalancısıyım. Ama Celal kardeşim bunu çok güzel anlatmıştı. (Okumayanlara o blogları okumalarını tavsiye ederim).

Ben yürümeye devam ettim. Ama rakamlar beynimde uçuşmaya başladı. Biri gidip öbürü geliyordu. Aslında ne kadar basitti. 1'den 49'a kadar altı sayı seçeceksiniz o kadar. Gelgelelim sizin seçtiğiniz sayıların yazıldığı toplar çekilişte düşecek miydi bakalım?

Öyle göründüğü kadar kolay değil tabii... Geçen gün Aydın Tiryaki kardeşim de bunun dökümünü vermişti. Bir kolon oynadığınızda tutturma şansınız 13.983.816'da bir ihtimalmiş...

Bazen düşünürüm, biz çekilişteki sayıları mı tahmin ediyoruz, yoksa çekilişte çıkan numaralar bizim kolonumuza mı isabet ediyor? Yumurta tavuk hikâyesi gibi bir şey...

Neyse ben Zeynep Kâmile doğru çıkmaya başladığımda bir daha loto bayiine rastlamadım. Böylece şeytana karşı koymam da kolaylaştı. Ama hiç farkında olmadan kafamda 6 sayı oluşturmuşum. 5 17 23 26 42 45...

Yazının başlığındaki rakamlar işte bunlar. Çıkmazsa, iyi ki oynamamışım, param cebimde kaldı diye sevineceğim. Ya tutarsa... kendime söz verdim, üzülmeyeceğim...

Eve geldiğimde hemen bilgisayarın başına geçip bu akşamın alacakaranlığında yaşadıklarımı sizlere anlatmak geldi içimden... Epeydir doğru dürüst bir blog yazamıyordum, bu bir başlangıç olur belki...
 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..