Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '22

 
Kategori
Tarih
 

6 - 7 EYLÜL’den bir kesit

KORKU! Bilimin açıklarken zorlandığı bu yürek tepkisi, iki kız kardeşi saç diplerine dek terletmişti. Akşam saatlerinde, Marmara’nın iyotlu esintileri, mahallede yoğunlaşan kızartma kokularıyla ‘rayiha’ birliği oluşturup, semtin kültürel dokusuna bir ilmek daha atmıştı. Ancak yakınlarda bir yerlerde de, insanlığın ümüğünü sıkacak başka ilmeklerin boğumları da sıklaşıyordu. Kızların şeytan sorgulayan çapraz bakışları, Demirci Oskiyan Sokağı’ndan birkaç saat önce geçen garip bir kamyonu tutuklamıştı. Tente boşluğunun karanlığına sotalanmış onlarca “göz akı”, Asteriks’in çizgileri kadar belliydi. Yorgun günün esmer ışığı, kirli branda yırtıklarından sızıp içeriyi taradıkça, tuhaf yolcular huzursuzca kıpraştılar. Kamyonun kasasında kollarını dirsekten büküp, parmaklarını biribirine yapıştırdıktan sonra kaba ellerini yere paralel tutmuşlardı. On yedi ve on dokuz yaşındaki kızkardeşler, bu tuhaflığa yükleyecek bir anlam bulamayınca, omuzlarını birbirine yapıştırıp yalnızca kıkırdadılar.

MOSKOVİCH marka paslı kamyon da, tarihi sokağı bir kabus gibi terkederek, toz bulutunun içinde yitip gitti. Ancak iki saat sonra, kamyonlarla adamlar geri dönüp saldırı başlayınca, herşeyin haftalardır “en yüksek düzeyde” çalışıldığı belli olacaktı. Akşam, tarihin aralıksız kırbaçladığı kentin yüzlerce Rum / Ermeni sokağından Demirci Oskiyan’a da, çok sayıda “tuhaf insan” sızmıştı. Kamyonlar bu utanç yüklerini arnavut kaldırımlarına boşaltıverdiler. Her biri; göz kırpmasına bile anında tepki verecek kadar saldırgandı. Bu açmaz, bir cehennem yalnızlığının habercisiydi sanki. Mahalleli, kendi sesini bile başkalarına ait sanacak kadar ürkmüştü. Gerektiğinde birbirlerinden kahve, sirke, irmik istedikleri mesafelerden şimdi acı naralar atılıyordu: “Yasak size bu topraklar! Allah belanızı versin!” “Kefereler! Defolun bu memleketten. Cezanızı yanımızda taşıdığımızı bilin. Defolun ya da telef olun!” İki kız kardeş uçarcasına bahçeye geçip evin ilk katının kapısına soluk soluğa dayandılar.

SESLER kesintisiz  geliyordu: -“Rumlar Yunanistan’a, Ermeniler yerin dibine! Bayrak as bayraaaakk!” Kızların bacaklarında, gül dikenleri kanlı izler bırakmıştı. Büyük olanı Kapalıçarşı’da çalışan ağabeyinin bir gün önce: - “Çarşı söylentiden geçilmiyor. Yarın can sıkıcı şeyler olabilir. Dikkat edin!” dediğini hatırladı. Nedir? İnsan bedeni, korkunun ürettiği tüm davranışları, mıknatıs gibi çeker. Dünyaları karartılmaya çalışılanlar da, gelecek için kaygı duyuyorlardı. Ve o dakikada bir çift elin yumruk durumunda gümbür gümbür çaldığı tahta kapı, sonunda açıldı! Ahşap kasaya zor sığan heybetiyle karşılarında tanıdık bir insan ve gerçek bir Türk belirdi: Fikret Abi! Ya da Kasap Fikret! Mesleğinden ötürü, kasap! Çehreleri limonlaşmış komşu kızlarını görünce, çevreye baktı. Karşı çınarın altındaki bakkal da yağmalanıyordu. –“Hayırlar olsun!” diye mırıldandı: -“Bu bizim Hüsnü’nün bereket teknesidir. Ne Ermeni’dir, ne Rumdur! Destuuuuurrr! Şaştım şimdi bu hadiseye!”

SONRA yüzlerce “Mabel” marka çikolata paketinin havada uçuştuğunu gördüler. –“ Öyle ya; bu akl-ı evvellere göre, ‘onları sadece Rumlar yer ve satardı!’ Sonuçta bir Türk’ün dükkanı da; “Rum çikolatası var!” diye talan ediliyordu. Fikret Efendi, kardeşlerden evli olana seslendi: -“Hemşire! Kocana söyleyesin; bizim çatıya tez bir Türk bayrağı asmalı! Oyalanmaya!” Sonra dev bir bıçak kaparak kapıda göründü ve İzmir işi tokmak tabureyi, iri bedeninin altına çekip oturuverdi. Satırımsı bıçak, sol avucunun tam ortasına; enine doğru inip kalkmaya başlamıştı bile. Her darbe, derisini daha çok kızartırken, iç sesiyle de “tekbir” getiriyordu. Bu onun seçeneğiydi. “O kutsal söylem”i tahrik amaçlı kullanmazdı. Evleri yağma eden, sakinlerini taciz eden saldırgan güruh, sıra üç katlı bu yapıya gelince cama çarpan sivrisinekler gibi başka yöne seğirtiyordu. Aşağıda “Türk Fikret”, yukarıda ise “Türk Bayrağı!” İşte ikisi, üst katlarda oturan Rum ailelerini, ‘Çakma Türkler’ den korumuştu!

HEMEN her Rum veErmeni Mahallesi’nde, “Kasap Fikret” gibi yüzlerce “Onurlu Türk İnsanı” ve “Müslüman” yaşıyordu. İşte onlar, gayri müslim kardeşlerini, kendi canlarını ipotekleyerek aslanlar gibi korumuşlardı. Kasap Fikret; dinine, soyuna bakmadan, başka canların bekçiliğini yaparken ilginç bir oyun daha yaşandı! Meydan yönündeki Rum evlerinden birisinden iki yağmacı fırladılar birden. Ve itişe itişe Koca Fikret’in önüne dek sürüklediler birbirlerini. Nedir? Bir köstekli saati paylaşamayınca neredeyse dövüşeceklerdi. –“O zaman düşman nerede bre şaşkınlar!” Fikret Efendi, şöyle bir süzdü ortalığı. “Tez elden davranmalı! Bu hergeleler devam eyler! Ama benim de rast getireceğim bir hayır vardır elbette; izninle ya rab!” diye söylendi. Sonra elindeki satırımsı bıçağı sallayarak gürledi: -Bre inancını yitiren, aklını bitiren kudurmuşlar! İnsanları perişan eylediniz, yuvalarını yerle bir ettiniz, korkuttunuz, yaraladınız, belki de öldürdünüz.”

“ŞİMDİ ikiniz kalkmış, bir köstekli kadar küçülüyorsunuz. Sizi bu dertten kurtarayım gayrı!”Söylemi biter bitmez, bir kartal pençesi heriflerin elinden saati kaptı. Ve diğer pençedeki satır da ikiye bölüverdi. “Çakma” Türkler, “Şimdi sıra bizde” sanarak, buharlaşıverdiler. Ruhun şad olsun Koca Fikret! Ulu çınar, koca Türk!... Rum, Ermeni, Yahudi komşularının bugünkü bireyleri, hala onun mezarına gidip dualarını okuyorlar. Aynı akşam Ermeni ve Rum kiliselerini yağmalayarak, yakarak, yıkarak, papazını sünnet etmeye çalışarak, hatta birisini de öldürerek küçük düşürdüler. Kendi kutsal kitaplarının önünde de günaha bulaştılar. Nem, İstanbul’un soluk almasını engelliyordu. 20.00’ye doğru, Surp (Hazret) Kevork Kilisesi’nin görünmez binasının görünen bahçesinin kapısı aralandı. İki yandaki ağaçların yaprakları içeri sızanların bakışlarını yırtıverdi! İlginçtir; korku insana ara sıra sanki bir tür görünmezlik sağlar. 17 kişilik grup da tehlikenin dışında sandılar kendilerini.

ÖNCE lojmanı yakıp kiliseye girdiler. Ellerinde gazlı çuvallarla! Ayin salonuna ulaşınca ahşap sıraları yakmak için alev saçan çuvallar, akıl almaz yoğunlukta duman çıkarmaya başladı. Acı ve geniz yakan bir koku, aşırı ısının verdiği rahatsızlık, alevlerin hemen arkasında beliren objelerin hareket eder gibi “hallisünasyon” yaratması! Ve tam o anda da elinde kılıçla zırhlı bir süvarinin, atını bu günahkarların üzerine sürmesi! Bir görüntü yönetmeninin bile kıskanacağı görkemli ve traji/komik bu sahne; koca kilisenin yanmasını önledi. Nedir? Surp Kevork’un bir heykeli, bu çapulcuların korkuyla kaçmalarına yetmiştir. Yazgı da yanılır. Eğer insan bir yerde bir hata yapıyorsa, yazgısı zayıflığını abartarak onu hemen kullanıverir. İşte burada da böyle oldu. Daha sonra da o rezillerden birisi, çekinmeden Samatyalı bir Ermeni’nin kahvesine gidip bu utanç verici yanılsamayı sakınca görmeden anlatabilmiştir. Bu bir kitlesel tacizdir! İnançlı olduklarını söyleyen ellerin yaptıklarına bak!

TANRIM! İhanetin gerçek anlamı tüm çıplaklığıyla ortadadır artık! Sonra tamirci Niko’nun evinden aşağıya doğru yağan yüzlerce radyonun parçalanışı, gerili sinirlerde kısa devre yapıyordu. Ve bu küçük eşyalar arasında uçan bir buzdolabı! Bu arada bir Rum kadın vatandaş ilk kez bir buzdolabı gördüğünü söylemişti; o da birkaç saniye için! Biraz ilerideki Pulcu Sokağı sakinleri ise her gün bastıkları kaldırım taşlarının kristale dönüştüğünü görüyorlardı. Ancak şaşkınlıkları kısa sürecek ve sevimsiz gerçeği anlayacaklardı. Köşedeki Rum Kilisesi’nin sökülüp sokaklara fırlatılmış avizelerinin taşlarıydı bunlar. Kiliseler komaya girmiş, adeta ağlıyorlardı. İkonalar, kutsal resimler, freskler, aziz heykelleri ve kutsal eşyalar neredeyse yok edilmişlerdi. / Levent ÜSKÜDARLI

UTANÇ VERİLERİ / Özellikle Beyoğlu ve Samatya, bir ceketin ters yüz edilişi gibi tanınmaz duruma getirildi. Hasar gören, yakılan, yıkılan yok edilen yerler: 4 bin 214 ev. Bin dört işyeri. Tamamı ateşe verilen 73 Rum ortodoks kilisesi. Bir sinagog. 2 manastır, 26 okul, 5.317 çeşitli mekan. (Örneğin; fabrika, otel, bar türünden.) 400 kadının da ırzına geçildi. Parasal zarar: 1955 yılının değeriyle; Bir Milyar TL. Ölü: 15 (resmi kayıt 11) kişi. takviye yağmacıların getirildikleri yerler: Sivas (145 kişi) Trabzon (117 kişi) K.Maraş (116 kişi) ve Erzincan (111 kişi). Demirci Oskiyan Sokağı' nın ismi de sonradan Demirci Osman olarak değiştirildi.

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..