- Kategori
- Haftasonu
Hafta Sonu Kaçamağı!

Lüleburgazda buz pateni.
Alelacele; Lüleburgaz'a gitmek için çoluk çocuk arabaya doluştuk. Zaten bizim gezi torbamız hazırda; içinde, yiyecek ve giyecekte dâhil! Ayrıca balık tutmak için oltalarımız, pişirip yemek için mangalımız, her daim arabamın bagajında hazır kıta. Jikleyi çektiğim gibi ısınmasına fırsat vermeden sürdüm vefakâr düldülümü yollara. Göz açıp kapayıncaya kadar soluğu; Silivri de Maxi de aldık.
Güya, Lüleburgaz'a eli boş gitmemek için bir şeyler alacaktık! Birden aklıma sevgili kardeşim Ali Gülcü geldi ve kendisini saat 18.00 gibi aradım; onun Silivri de çalıştığını biliyordum. Yol üzerine yakın bir yerdeyse bir "merhaba" deriz diye düşündüm.
Sevgili Ali Gülcü, telefonun isim hanesine sonunda, benim adımı kayıt ettiği için bu kez, o "alo" kısmındaki, sesi tanıma belirsizliğini yaşamadan "ne haber ağabey" dedi. Kendisinin şu anda Çorlu'da, evinde olduğunu öğrendim. Ayaküstü hal hatırdan sonra, daha sonra görüşmek üzere telefon konuşmasını bitirdik.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra marketten çıktık ve kaldığımız yerden yolculuğa devam ettik. Saat 20.30 gibi Lüleburgaz'a geldik. Ev sahibi tarafından, İstanbul'un o eski halini andıran kömür kokusu ile sisli bir gecede, sokak kapısında güler yüzle karşılandık.
Akşam yemeğimizde Karadeniz'den gelen, belki de köyümün sınırları içinde yüzen, iri mezgitler ve diğer çeşitler ile karnımızı doyurduk! (Sofrada balık olsunda ne olursa olsun, gerisi benim için teferruattır)
Gece, geç vakitlere kadar, birinci dereceden akrabalarım ile sohbet ettik. Ertesi gün, internet bağlantısındaki arızaya rağmen, buradan milliyet bloğa erişerek, bundan önceki yazımı gönderdim ve siz sevgili arkadaşlarım, bizim Lüleburgaz'a geliş amacımızı, öğrenmiş oldunuz:)))
Daha sonra çarşıya çoluk çocuk gezmeye çıktık. Çarşıda gezerken o dayanılmaz meşhur köfte ve lahmacunların kokusu karşısında, diyet olayını iki gün askıya alıp dürümleri çıtır çıtır hem yiyor, hem meydandaki parkta kurulan buz pistinde, kayanları izliyorduk.
Buranın yazlarının güzel geçtiğini biliyoruz, kış'larında ise bu aktivitelerden haberimiz yoktu.
Doğrusu bu olay ayrıca çok hoşumuza gitti. Özellikle küçüklerin buzda kaymasından çok zevk aldık. Büyüklerin genellikle eli işte gözü oynaşta olduğu için pırasa gibi sapır sapır dökülmeleri ve çanaklarına ciddi zarar vermeleri karşısında ayrıca oh olsun babında bir başka zevk aldık. Malum misafir olduğumuz için akşama menüdeki balık çeşitlerini bana telefonda saymaya başladılar. Çiftlikte olsa, ızgara için, levrek balığında karar kıldık.
Akşam ezanı okunduğunda "Sokullu Mehmet Paşa Camisinin önünde, çocuklara gidecekleri yolu tarif ettikten sonra, vakit geçirmeden akşam namazımı kılayım dedim. Koskoca "Sokullu Mehmet Paşa" tarafından, koskoca "Mimar Sinan"a, "Müslümanlar" için cami yaptırtacak ve bu cami yaklaşık 450 yıl ayakta dimdik duracak ve burada akşam namazını kılmadan, bir de bu muhteremlere dua etmeden yanından geçeceğiz? (Allah adamı çarpar kardeşim!)
Camide namazımı kıldıktan ve duamı ettikten sonra, sağdan soldan bir iki kare fotoğraf alırken, beni gazeteci sanan bir gariban gördüm. Ağzında küçük bir çocuk pabucu kadar ekmeği, şöyle kafasını bir ileri iki geri uzattıktan sonra yutkundu. Ancak; akciğerlerinden gelen hava kendine yol bulabildikten sonra bizimkinin sesi çıkmaya başladı. Bana; "ağabey hastayım, çalışamıyorum. Bak bu arabacığı kızım ittiriyor. Eşim evde akıl hastası ben dersen sakatım ne olur söyleyin bana yardım etsinler" dedi. Görsen, yürümeye ve konuşmaya mecali olmadığını düşündüğüm bu gariban, başladı bülbül gibi anlatmaya; aslen Hayrabolulu imiş ve adı "İsmail Coşkunabraş" kendisinin yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyor. ( Sayın Başbakana ve kömür erzak dağıtıcılarına duyurulur! Yok, öyle fakir fukara oyları ile gelip, sonra onları unutmak!)
Koşar adımlar ile eşime ve çocuklarıma yetişmeye çalıştım. Bu arada, birazdan oynanacak kupa maçı için, Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarlarının kol kola maçı izlemeye gitmeleri karşısında birilerine inat bu tablodan gurur duydum. Bu gençlerden rica ettim ve bana resimlik bir poz verdiler. Yine, kol kola yollarına devam ettiler. Kendini aydın sanan yaşını başını almış insanların! Bu gençlere güzel bir mesaj vermek yerine, tam tersi; karşı takım taraftarlarından kendi ailesinin içinde olmasına rağmen! Onları sevmediğini açık beyan söyleyen, her alanda fitne ve fesatlık tohumları eken, hoş görü fukaralarının, gençlerden örnek alması umuduyla, bu genç taraftarların resimlerini altta yayınlıyorum.
Akşam yemeği;
Kimisi; balığın tadını bozuyor diye balığa limon sıkılmaz diyor. Ben şimdi onlar öyle diyor diye, balığıma limon sıkmayacak mıyım? Bizi her alanda limon gibi sıkan insanları dinleye dinleye, okuma ve yaşam özgürlüğümüzü ipotek altına aldıkları gibi! Damak zevkimize de karışmaları affedilir gibi değil. Onlara inat bastım limonun gırtlağına! Her yer tabak ve masa dâhil limoni oldu. Hatta küçük parmağımın altından bileğime doğru süzülen limon suyuna kurbağa gibi koca bir dil uzatıp!
Oooooh be diyerek, kendimi hafifte burarak, buruşturarak, limon sevmeyen kibar feyzoların kulaklarını çınlattım. Diyete iki gün ara verdim ya, sanki tüm balıkların sahibi gibiyim. Kollarımı dirseklere kadar sıvayıp, pazılarımı da insanların gözüne sokunca! Levreğe gerekli saygıyı ve itibarı göstermeyenlerin vay haline! Kılçık üzerinde bir gıdım et parçası kalır mı?
Zavallı kediler halen arkamdan miyavlıyorlardır! (kılçıkla idare edin pisiler)
Devam edecek...
(Devamında; Marmara Ereğlisi'nde balık tutmak ve Ali Gülcü ile Silivri'de tanışma faslı var:)) Sonradan bana kızmayın zamanınızı aldım diye! Buraya kadar okumaya sabır gösteren arkadaşlarıma yürek dolusu selamlarımı gönderiyorum.)