- Kategori
- Tarih
Abdülhamit ve Sansür
Abdülhamit Osmanlı'nın en merak edilen, hakkında yazılıp çizilen, gözde padişahlarındandır. Abdülhamit akla gelince hemen arkasından gelen sözcük 'istibdat'tır. Nedir bu sözcük? Hepimizi içten içe tedirgin eden bu sözün aslı astarı nereden gelmektedir.
Edebiyatta Servet-i Fünun Devri denince bir üçlü oluşur adeta: Abdülhamit, istibdat ve edebiyat.
Tanzimat'ın hür havası yerini bu yağmurlu, kapalı, hastalıklı devre bırakmıştır. Osmanlı da bu dönemde 'hasta adamdır.' Herkes de bir korku, edebiyatçılarda bıkkınlık olduğu söylenir. Halit Ziya, Tevfik Fikret gibi büyük ustadlar devrinin başındaYıldız, Yıldız da ise ABDÜLHAMİT vardır.Öncellikle istibdattın kelime anlamını verelim. TDK şöyle açıklar:
Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, despotluk, despotizm.
Peki Abdülhamit neler de despotluk yapmış da bu gün herkes bu kelimeyi onun dönemine yakıştırmaktır. 30 yıl süren bu kabus da neler vardır? Geçen gün elime geçen Cevdet Kudret'in 'Abdülhamit Devri'nde Sansür' kitabı bu yazıyı yazmama vesile oldu. Konuyu çok da uzatmadan size de eminim ki çok ilginç gelecek örnekler vererek, soruların cevabını vermeye çalışacağım.
Bilindiği gibi Jön Türkler Abdülhamit'i meşrutiyet ilanının sözünü vermesi üzerine tahta çıkarırlar. Osmanlı-Rus her zamanki gibi birbirne girmiş durumdadır. Osmanlı'nın ağır bir şekilde yenilmesi sonucu bizim bu ayanlarla mebusanlar da birbirini yer efendim. Yok öyleydi yok böyleydi derken Abdülhamit yetksini ortaya koyar 'Haydi bakalım dağılın' şeklinde meclisi kapatır, mutlakiyete geri dönüş yapılır. 30 yıllık bir süreç başlar ki ama ne başlar. Abdülhamit, kıyıya köşeye her yere kendi adamlarını yerleştirir, Babıali'nin heybetli, gür sesli adamlarını tepe aşağı eder. Yıldız adeta tapınma haline gelir. Asıl yazılanlarda müthiş bür sansür uygulanmaya başlar öyle ki aman halk okumasın, aman tek kelime yazılmasın, çizilmesin derken ortaya öyle gariplikler çıkar ki bu gün insanı hem güldürür hem ağlatır.
Mesela efendim coğrafi terim olarak burun kelimesi yasakmış, kullanılamazmış. Neden mi? Abdülhamit'in burnunu çağrıştırabilir alay konusu edilebilir diye.
Servet-i Fünun makalesinde Dr. Besim Ömer Paşa, su üzerine bir makalesini yayımlamak istemiş. Yazı çeşme başında bir adamın dua eylediğini gösteren artistik bir renkli resim ile basılacakmış.Tteftişe giden yazı kabul görmemiş, gerekçesi sorulduğunda ise,
Çeşme resmiminin pek güzel olduğunu, duanın ise her müslümanın gözünde şüphesiz kutsal olduğunu ancak kötü düşünceli kişilerin bu resim hakkında işimiz duaya kaldı anlamına getirebilecekleri için yazı geri çevrilmiş.
Kimyada bazı yanıcı maddeleri meydana getiren bileşimler de yasakmış örneğin: AH=0 yazılamazmış.Çünkü bunun Abdülhamit=sıfır biçiminde yorumlanaması olasılığı varmış.
Dilbilgisi kitaplarında nahoşnuduz, bedbahtsız gibi kelimelerde kullanılamazmış.
Kardeş sözcüğü, Sultan Murat'ı, hasta sözcüğü 'hasta adam' tamlamasını akla getirmesi bakımında o da yasakmış efendim.
Yasak da yasak devam edince öyle ki bir ara teftiş memurlarının işleri kesatlaşmış, ee, ne yapsınlar kibrit kutularına, sigara kağıdına takmışlar kafayı.İngiltere'den gelen kibrit kutularının kapakları kan rengini andırdığı ve markası da kılıç şeklinde olduğu için ittifak anlamına gelen Union sözcüğü de üstünde eyvahlar olsun kibrit kutusunun başına gelene.
Bunun gibi daha bir çok örnek bulunuyor Cevdet Kudret'in eserinde. Okumanızı tavsiye ederim. Hepsi de belgeleriyle ele alınmış. Yazımızı traji komik bir anıyla bitirelim.
Abdülhamit ileri gelenlerinden sayılan eski hariciye nazırlarından Rıfat Paşa'nın oğlu oğlu Rauf Bey sevdiklerini, dostlarını Çubuklu'daki yalısına davet eder. Yenilir, içilir, sohbet edilirmiş. Günün birinde kapı komşularından birisi 'Rauf Bey'in yalısında Babıali ileri gelenleri toplanıyor, geç vakte kadar müzakelerde bulunuyorlar, bu toplantılar şüpheli görünüyor' diye bir jurnal verilmiş. ( Jurnalcilik o dönemde çok yaygın, hatta bundan para bile kazananlar, mevki edinenler çokmuş) Bir gece yalı basılmış, ev sahibiyle birlikte misafirler Yıldız Sarayı'na götürülmüş. Sorguya çekilenler arasında Sahip Efendi adında bir zat o kadar korkmuş ki daha ilk sorguda titremeye ve yemin ede ede dili dolaşarak şöyle demiş:
' Hindi yedik, kaz dolması yedik... Kaz yedik, dolma yedik, başka bir bok yemedik...'*
Efendim tarih tekerrürden ibaret demişler, bana bu satırlar yabancı gelmedi ya size?
Sevgilerimle...
*Samih Mümtaz S, Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, 1948, s.191-193
Kaynak:
Cevdet Kudret, Abdülhamit Devri'nde Sansür, Milliyet Yayınları