Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '11

 
Kategori
Kitap
 

Hakan Günday / Az

Hakan Günday / Az
 

Hakan Günday'la ilk buluşmamız oldu en son kitabı 'AZ', son buluşmamız olacak gibi de gözükmüyor. Çok sevdiğim bir tanıdığımdan, kulakları çınlasın, ilk duymuştum Hakan Günday'ı. Su gibi okuyordu onu ve best of tabir edilen yazarlarının başındaydı. Her buluşmamızda adı geçiyordu Sayın Hakan Günday bunu bilmese de . Neyse sonuçta gözüme çarpıyor son kitabı her yerde. Doğan Kitap zaten iki yazarın bu aralar müthiş reklamını yapıyor, Hakan Günday ve Elif Şafak. 

Burnu büyüklük olarak düşünmeyin ama ben çok reklamı yapılan ve çok okunanlarda gözünüze sokulan kitaplardan edebiyat öğrenciliğimin ilk yıllarında bir hocamın tavsiyesi üstüne hep uzak durdum, ilgimi de çekmek yerine tam tersi hiç çekmedi. 

Ama Hakan Günday sürekli taklıyor gözüme hem de daha çoğu popülistlerin onu keşfetmemiş olmasından yararlandım. Aldım ve okudum. Hem de bir buçuk günde. Gelelim kitaba ve nacizane yorumlarıma. 

Kitap iki karakterlerin farklı ama sonunda kesişen hikayeleri üzerine kurulu. Kitabın anlatımı çok akıcıydı. Yazarın kelimelerle oynaması, ne eksik ne fazla ifadeleri, kısa ama yoğun anlatımı takdire değer. Ayrıca şiirsellkte anlatımında gözüme çarpan diğer güzelliğiydi. Kelimelerin kafiyesi... 

Bunun dışında eleştirilecek noktalar buldum gene nacizane onları da sıralamak isterim. 

Birinci hikayeye ilk başladım andan 10 sayfa sonra gözlerim büyüdü. Nereye gidecek bu kitap diye sormadan edemedim. Nitekim hikaye sardı sarmalandı, temposu hiç düşmesi, nasıl bir kitap bu dedirtti. Ayrıca yazarın raflarda yerini aldığı yer altı edebiyatının ağırlığını da çok iyi hisettirdi fakat öyle bir sonla bitti ki ilk hikaye buyrun burdan yak bakalım dedirtti. Derda'nın başına tabiri caizse her şey geldi, kötü yollarda süründü, küfürler havada uçuştu sonunda yazar bize pembe bir gözlük sundu. Hikaye bizim midemizi alt üst ederken, yerden yere çarparken birden kuşlar uçuştu her yer toz pembe bitiverdi. 

İkinci hikayeyi ben daha gerçekçi buldum ve beğendim. İki bölümde de karakterlerin ismi aynı, Derda. Fakat bu bölümde aynı sonla bitti, hatta okuyucu nerde birleşecekler acaba bu iki kişi derken ortalık gene toz pembe oldu, kuşlar uçtu. Birden gene kendimizi dövülürken sevilir bulduk.Sonuçta iki hikayenin bağlanması da çok başarılı değildi bana göre biraz zorlama vardı. 

Yazarın hiç bir kahramanı tesadüfi şeçmemesi, hepsinin mutlaka karşılaşma sebeplerinin olduğunu göstermesi kitabın güzel yanlarından biriydi. Hep sonra, ya sonra diye kendi yedirtecek kadar aksiyonu da yüksek bir kitap.Aklıma senoryosunun çok ilgi göreceği düştü. Oğuz Atay'ın ayrıca kitapta özellikle ikinci hikayede okumayanlar için önemli yer tuttuğunu söylemem gerek. Yukarıda da belirttiğim gibi anlatım şahane fakat yer altı edebiyatı ile okuyucusunu sarsmak isteyen bir yazarın olayların sonlanışında bu sarstıyı birden kesilip, yerini duygusallığa bırakmasına anlam veremedim. 

Nitekim yer altı okuyanlar varsa , kendilerini sansürsüz bir dile ve olaylara teslim ettiklerini hatta kitabın çoğu yerinde yüzünü buruşturmaya hazır olduklarını, midelerinin ve duygularının alt üst olacağını bilmeleri gerekir. Hayat gizli değildir bu dalda tam tersine tüm köşede kıyıda kalmışlarıyla yüzünüze çarpılır. 

AZ'da da böyle bir ağır çarpılmaya hazır olmalılar, cesetlere, eroine, cinsel sapkınlıklara, pornoya, şiddete... 

Karanlık sokaklara, evlere, ruhlara, beyinlere hatta bedenlere... 

Bir şey daha eklemem gerekir ki yazarın olaylarla beraber hiç gözümüze sokmadan okyucuyu eleştirel düşünceye sevk etmesi de bence çok başarılıydı. Acı gerçeklerin fark edilmeden yapılan eleştirisi... Örneğin din adı altında yapılan karanlıkları. 

İkinci hikayede, el yazısıyla verilmiş ufak bir hikaye daha yazılmış. Hikaye içinde hikaye... Para'nın insan kalbininin yerini alışı. 

Kalpleri fırlatıp atın emrinin doğuşu... 

Sözü çok da uzatmadan dünyaya dürbünün tersinden bakmak isteyenler için AZ okunması tavisiye edilecek romanlardandır efendim. 

Sevgilerimle 

Çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde, insanlar çocukları bombalıyorsa, bunu bilmeye gerek yoktur. O dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı. Eğer bir yerlerde başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. O dünyanın açlıktan nefesi kokardı. Ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak da geri verirdi. Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar.* 

*Hakan Günday, AZ, DOĞAN Kitap, s.121 

 

 

 

 
Toplam blog
: 45
: 1108
Kayıt tarihi
: 07.01.08
 
 

1986 doğumlu.  ..