- Kategori
- Gündelik Yaşam
Acelesi Vardı Kedinin
Gecenin taaa on buçuğunda…
Acelesi vardı kedinin..
Kim bilir nereden gelip nereye gitmekteydi…
Mart artığı hallerine, önüne gelen dişinin peşine düşen merakına kızıp, annesinin evine giden hanımının ardına takılmıştı büyük olasılıkla…
Ya da yuvasına götürecek dişe dokunur lokmayı hala bulamayışındandı telaşı…
Veya şehir eşkiyası, kabadayının en düşüğü, serserinin en sefili Tekir’e kaptırınca ağzındaki nevaleyi…
Ben şimdi karıya ne derim, minilerimin yüzüne nasıl bakarım?, mahcubiyetiydi onu öylece titreten...
Yahut, eşinin miyavlamalarından başını alıp, yakasını kurtarıp, kankisi Tuzsuz Bekir’le buluşmasına yetişemediği için panik içindeydi… Tuzsuz Bekir! O nasıl bir kedi adıysa artık.?!!
Bir ihtimal, “Yine mi kuru ekmek? Kızımı aç bıraktın lan! Git çabuk peynir bul! Ne bileyim işte! Salam sucuk çal!“ fırçasını kayan kaynanası Zeliş’ten kaynaklanıyordu sırtının diken olmuş tüyleri…
Son varsayımımız da şu: Arkadaşının topuyla oynarken, birden kaybedimivermişti o tüylü yuvarlağı acaba? Ben şimdi ne derim adama?, mahcubiyeti miydi onu böylesine asker adımlarıyla bir-ki bir-ki yokuş aşağı kaptırıveren?
Gecenin taaa on buçuğunda…
Acelesi vardı kedinin…
Sarı-kahverengi-beyazdı renkleri…
Yürümekten hızlı, koşmaktan yavaştı ilerleyişi…
Aklı başında birine benziyordu ama…
Karşısından gelirken gıcık olduğu gülüşüme öfkelenip, yarım sola çevirdi başını. En anlaşılır beden diliyle, en yüksek perdeden mırıldanışıyla veyansın ediyodu bendenize :
“ Bak sen şu şerefsizin ettiğine! Biz ekmeğin derdine düşmüşüz… Hazret, komiklik sanır halimizi!..”
Gecenin taaa on buçuğunda…
Acelesi vardı kedinin…
Kim bilir nereden gelip nereye gitmekteydi…