Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '21

 
Kategori
Yılbaşı
 

Acı çekmeyen zamanıma doğru

Benim acı çekmeyen zamanıma doğru, 64 yıllık çocukluk kokan bir yolculuğa çıksam

Sonunda! * Mahalle bakkallarımızdan Salih Amca’nın zeytin kokulu dükkanına masum adımlarla yaklaşarak 100 Türk Büyüğü Serisi resimlerinden birisine sarılı kuru incir ezmesi alıp koklaya koklaya çiğnesem. * Komşu eve her sabah “emir eri”nin getirdiği tunç renkteki ipek yeleli atın, sağrısından sıçrayarak binen “albay”ı kışlaya “tırıs”ta götürüşünü heyecendan dudaklarım kururcasına izlesem. * Evimizin önünden erkenden geçen “Koreli” den, sabah güneşinin keskin nişancılarıyla parlattığı toz şekerli dumanlı simitten alıp ağzım yanarcasına ısırsam. * Melek Sineması’nın pazar günü 10.00’daki çocuk matinesini, minik nemli avuçlarıma sıkıştırdığım ıslak biletle izledikten sonra yer numarasına göre yapılan çekilişte bana göre “kocca” bir paket Kohler çikolatayı yeniden kazanıp diğer çocuklarla lüpletsem. * Pazartesi günü matematik sözlüsünde bir kış serçesi gibi titremeden, her problemi çözerek Necmiye Öğretmen’den bu kez tokat yemeyip başımı karatahtaya çarptırtmasam. * Yaz günlerinde babamın ya da annemin peşine incecik sıska bacaklarımla takılıp şehir parkı gazinosundaki demir gibi gerçek vişne suyunu çektikten sonra çaktırmadan oradan tüysem. * Kestaneden mandalinaya, kuruyemişlerden muza portakala kadar sınıfta çocukluğumuzu yaşayarak yutu yaptığımız yerli malı haftalarını bir kez daha tadsam. * Okula gizlice gitmeyip bahçedeki süs havuzunun kenarında eğilip “Japon” balıklarını izlerken babamın “sen ne arıyorsun burada” haykırışından korkarak soğuk suyun yeşil yosunların içine dalmasam!

Benim acı çekmeyen zamanıma doğru, 64 yıllık çocukluk kokan bir yolculuğa çıksam 

Sonunda! * Ağaç kabuklarından hoş kokulu bir tarlayı andıran odun deposundaki “mağle” maçında, uygun durumda olmama karşın pas vermeyip golü hem de “balına” kendisi atan sümüklü Celo’nun elini yine de bir kez daha sıksam. * Annemin; ekmek kırıntılarının halıya dökülmemesi için masa altına serdiği eski beyaz çarşafı, yemek sonrası parmak uçlarımla arka camdan silkeleyerek görevimi yapsam. * Bir bayram, kardeşim olmadığından babamın yalnız bindirdiği ‘çarpışan oto’da yanıma aldığım boynu bükük fakir çocuğun, bıraktığım direksiyonu çevirirken takındığı mutlu tavırlarını bir kez daha yüreğime göndersem. * Tarhana kurutan Nebahat “Hanımteyze”nin emeklerini hınzırca yerken enselenen mahallenin zorba kedisi Herif’i kurtarmak için kömürlüğün kapısını bu kez düşmeden, dizlerimi yaralamadan açsam. * Naci Abi bavulu andıran” kahve renk” çantasındaki kilolarca mektup ve telgraf ile sokağa iki büklüm girdiğinde onu arkadaşlarımla bir kez daha “Bak Postacı Geliyor, Selam Veriyor” şarkısıyla karşılayıp annemin yolladığı limonatayı ikram etsem. * Gülücüklerle, ağacından meyve koparırcasına yaşamdan neşe kapan bir grup yeni nesil arkadaşımla; şeker fabrikasına pancar götüren külüstür traktörlerin kasalarına kahkahalarla asılsam. * Melahat Öğretmenimiz’den; arkadaşları kurşun askerlere şakacıktan “dı dı dııı” diye ateş ederken annesinin mutfaktaki tavasını az az ısıtarak erittiği kurşun askerleri yavaş yavaş yere inerken öyle vuran “dahi” Fransız yazarın çocukluk anılarını dinlesem. * Kente gelen çok ünlü bir futbol takımının kalecisini ve gol kralını yanyana görüp bir kez daha baygınlık geçirsem.

Benim acı çekmeyen zamanıma doğru, 64 yıllık çocukluk kokan bir yolculuğa çıksam

Sonunda! * Bacağı incinip karnını doyuramayan hala unutamadığım o leylek için, bir karganın (bu kuşların zekası 7 yaşındaki bir insanınkine de ulaşabiliyor) biz misket oynarken gelip yardım istemesine minik yüreğimle hüngür hüngür ağlasam. * Tek motorlu ‘t.h.k’ uçağının attığı “Halkı bilgilendirme” türünden bildiri kağıtlarını arkadaşlarımla toplayıp yöredeki Saray Sineması’nın önündeki kuruyemişçi Memiş Abi’ye külah yapması için, verirken “acıcık” da şamfıstığı alsam. * Hulusi ve Şevket Amcalar’ın karşılaştıklarında harmandalı oynarcasına saygıyla eğilip bükülerek “Oğurlar olsun beyefendi!” deyip fötr şapkalarıyla selamlaşmalarını ağzım açık, kıkırdayarak seyretsem. * Bazı akşamlar, iki sokak ötede oturan sütçü Emin Dayı’nın avludaki ahırına gizlice girip ineklerin şaşkın bakışları arasında iki turluğuna paslı, hurda bisikletini araklasam. * Ak sakallı eli öpülesi “hacı Nusret dede”miz, cumadan dönerken en cingözlerle birlikte yanına gidip “Şu bulutlar, neden bu kadar çok ağlayıp gözyaşı dökerler?” diye mırıldanınca “kafirleeer!” haykırışıyla fırlayan baston havada, biz önde kaçsak. * “Yolsuz” kalınca annemin cımbızıyla zaten benim için dolan kırmızı “zirai bank kumbarası”nın tırtıklı dişleri arasından “kağat para” çekmeye çalışsam. * Sütlü kahve önlüğüyle dükkanın kapısını ve kasasını açık bırakmak uğruna eksik aldığım paranın 5 kuruşunu geri vermek için sokaklarda peşimden koşturan Bakkal Vasil Amca’nın masum telaşını yüreğim ürpererek yeniden yaşasam. * Mutfağında henüz buzdolabı değil, tel dolap bulunan alçakgönüllü “memur” evimize merdaneli bir çamaşır makinesi girince babama dönüp “Biz şimdi zengin mi olduk?” sorusunu bir kez daha sorabilsem.

Benim acı çekmeyen zamanıma doğru, 64 yıllık çocukluk kokan bir yolculuğa çıksam

Sonunda! *Masallardaki o “yavrum” prensesleri taşıdığından emin olduğum kırmızı kapitoneli “dolmuş fayton”un basamağına asılıp sağır Mahmut’un kamçısını kıçıma yemeden gidebildiğim yere kadar gitsem. * Yıldızları söndürülmüş bazı kış akşamlarında hemen sokak kapısının ardında, bir elimde para, bir elimde cam sürahi; yuıkunarak “Boooğzzaaaaaa!” haykırışını beklesem. * “Mağcır” dediğimiz o zamanın bazı Yugoslav göçmenlerinin at arabalarına acımasızca taktıkları hantal kamyonet lastiklerini, hayvancıkların bu işkenceli fazladan ağırlığı çekmemeleri için, 16’lık inşaat çivisiyle patlatsam. * Elindeki kırmızı “eczalı balon” salak bakışları arasında evlerin tepesinden uçup gidince, kahveci Selami’nin delice zırlayan “dıgıl” oğluna sanki susturucu takarcasına, harçlığımdan yenisini ısmarlasam. * Babaannemin eve getirdiği mevlid şekeri külahlarının en üstündeki tek lokumların alayını ince bir özenle yürütüp ayrıca kendisine bana aldığı “namaz hocası”ndan ezberlediğim iki duayı okuyup el öperek ilahi yatırımımı da kapsam. * Rehgüzar Öğretmen’in bizi götürdüğü “Ayşecik” filminden hiç etkilenmeden çıkarken gözyaşları döken çocukları güldürmek için gıdıklasam! * Bir Ulusal bayramda soğuk havanın etkisiyle dumanlı çıkan soluğumu gösterip “Bu sabah çayını çok sıcak içmişsin” diyerek çocuk aklımı karıştıran Burhan Öğretmen’i ellerinden öpsem. * Çalışan annemin beni emanet ettiği anneannemin, mangalın ateşi ve külleri içinde kabuğuyla birlikte közlediği o sihirli patateslerin kokusunu bir kez daha içime çekebilsem…Ve hep orada; benim acı çekmeyen zamanımda yaşasam…

Konuşulmayan bir dipnotum var: “Ait olduğum dünya çoktan öldü!”

(Levent ÜSKÜDARLI / 2021 Aralık / 2022’ye günler kala.)

SEÇKİLER / Stefan Zweig (1881 - 1942) “İnsan yaşamının kimi kesitlerinde “ölü yıllar” da bulunur. Bu zaman dilimlerinde senin sahip olduğun sıradan bir iz bile yoktur, ya da anımsayamazsın”

Jean Baudrillard (1929 - 2007) “Kötülük artık her yerde! Yalnız; kendisinden “adı” ile söz edilemediği için bir virüs gibi yayılıyor.”

Coda / Film (2019) “Bir hoş "anı"nın yılların kötülüklerini silebilmesi çok güç görünse de gerçek!”

Becoming Jane / Film (2007) “Tabağımın kenarında, beni şişmanlatacak bir lokma için her gün dünyada 30.000 çocuk ölüyor.”

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..