Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

14 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Acı kırmızı

Acı kırmızı
 

Bizde var mıdır bilinmez, ama duyulmadığı düşünülürse sanırım pek etkisiz; çok başlılıktan mı korkulduğundan nedir?; şu bakan yardımcılarından söz ediyorum. Örneğin “kültür bakan yardımcısı Şırnak’ta opera binasının açılışını yaptı. O sırada kültür bakanı İstanbul Atatürk Kültür merkezinin yeni binasının temelini atıyordu”, gibi…

“Siyah kurdele nedenleri” nedeniyle bakan yardımcısını “birader, sakin olalım, anlaşırız. Bak, haberler getirdim sana” diye gönderen “büyük birader” Türk Devletinin birbirleriyle kenetlenmeye başladığından haberi yok anlaşılan. Sayın Rice, en azından tüm Harvard birikimi ve zekasıyla bunu öngörüp tatlı bir Türkiye yolculuğuna çıkmasını beklerdik; ama sanıyorum “abarttığımızı düşünmesinler” ekolü davranış kalıplarıyla, taktikler uyguluyorlar. Bu topraklarda doğup bugüne gelen ben, eğer gördüklerim doğruysa yakında ciddi gelişmeler yaşayacağız.

Eğer tüm yaşananlar sıradanlaştığı sonucu ortaya çıkarsa, yani ciddi ciddi eğer; tüm bize öğretilen veya kesinlik verilerek bize dayatılanlara yeniden bakacağız; güçlere.

***

Bayramınız nasıl geçiyor? Umarım sevdiklerinizle beraber gönlünüzce keyifler içindesinizdir. Bayramın süresi kadar zaman içinde yaşanıyor olması, kısa da olsa zamanın iyi kullanılarak birçok şeyin daha yoğun yaşanabilmesini sağlar. Bayramların asıl amacının uzaklardaki yakınlarımızın ellerini öpmek olduğunu-emin olun bu kadar yalındır bayramın anlamı- düşünürüm. Gelecek bayrama öpülecek bir eli bekletmediniz umarım. Çünkü gelecek bayram, belki on gün daha yakın olacak ama sizi bekleyenler bir yıl daha yaşlı ve toprağa daha yakın olacaklar.

Çocukları gözlemlediniz mi bu bayram? Ben her bayram çocukları gözlemlerim. Acaba onların dünyasında nasıl yaşanıyor bayramlar? Zamanlar sonra, onlar da eski bayramlar diye tutturacakları anlardan söz ediyorum. Garip gelebilir size ama bayramdan bayrama çocukların çoğalıp çoğalıp oyunlar oynadıkları, bol bol şekerler yedikleri bir dünyadan fazlası yaşanır aralarında. Uzak bir akrabalarının-çocukları- yıllar sonra ortaya çıkışı ve tedirgin bakışlardan sonra hızla kaynaşmaları ve edebi oyun kaygılarıyla koşuşturmaları her zaman heyecan verici. Onların bir araya geldiklerinde bizim gibi selamlaşıp, nasıl olduğumuzu sorarken birbirimiz hakkında ipuçları arayan ön yargılarımızdan farklı olarak; gözleriyle ilk iletişimleri ve karşıdan gelecek ilk oyun teklifine kadar geçen tedirgin süreleri var. Ama hep oyunlarla kesilir tüm tedirginlikler. Akşamı kollayan bitmez oyunları, koşuşturmaları, sevinçleri, iddiaları… onları çocuk, bizi de zavallı erişkinler yapar.

***

Sayın Baykal’ın Anadolu tatili bir başlangıç olması açısından değerli bir adım. Yıllar önce de sınır karakollarına gitmişti: Yıllar önce.

Aslında beklenen bu muydu? Tabi ki hayır. Yanına bir iki arkadaşını alıp, bir arabaya atlayıp güneydoğu Anadolu'yu hatta tüm Anadolu’yu kent kent, kasaba kasaba, köy köy gezmesi olabilirdi ideal olanı. Askerlerimizle akşam yemeğinde birlikte olmak eğer çözecekse terörü zaten siyasetçiler askerlik anılarına çook döndüler, o yemeklerden yediler.

Başka bir şey beklenen, başka bir şey istenen; korkma, git. Evlere, kasabalara git. Çal insanların kapılarını, sor onlara: Sizin için ne yapabilirim? diye.

Ama şimdi bu şekilde sadece akan kanların ardından ve sonra eğer unutacaksan… Sayın Baykal, sizin samimi olduğunuza neden inanmayacaklarını söyleyeyim: Çünkü siz oralara gidip askerimizin arkasına saklanıp bir iki gün karavana yiyip içmeyi güneydoğuya gitmek sanıyorsunuz. Benim Anadolu insanımı kandıracağınızı sanıyorsunuz. Evet çok güzel kandırmışsınız: %47!

Oradaki insanlar ayrılık istemiyor, oradaki insanlar kavga istemiyor.

Ağa, töre kıskacından sonra terör o toprakları boğarken senin samimiyetini görmek istiyor. İşte bu kadar basit: Samimiyet.

Yiğidi öldürüp hakkını yememeli; sağduyunuzu ve öneri’yi dinleyip taa oralara kadar gitmiş olmanız bence güzel bir umut ışığı. Ve diyorum ki, eğer hırsızların, vatan hainlerinin, çıkarcıların, Atatürk düşmanlarının ve tabi ki yalakaların etkisinden çıkıp; Ulu Önderin çizgisine doğru yaklaşacaksanız, lider arayışına artık gerek yoktur Atatürk’ün partisinde. Önce çevrenizi temizleyip düzenleyiniz. Sayın Büyükcebeciler'e söyleyiniz, partinizin halkla ilişkiler başkanıymış sanıyorum; halka değer vermeyi öğrensin lütfen. Siz halka yaklaşın, halk sizi kucaklayacaktır. İyi bayramlar sayın genel başkan.

***

Bayramlarda genelde hastane nöbetlerim olduğundan tatili daha sonraki günlere ertelerdim. Sonra anladım ki aslında keyifle geçen her an ruhun birer tatili. Çalışırken de keyif aldığınız bir an, aslında güzel bir tatil anı. Önceki yazımda resmini gördüğünüz burnundaki sümüğü temizleyen yetim çocuk, yanındaki dedesi, masumiyetin sevimli sevimli bana bakışı…

Damı çökmüş bir evin tek göz güneşe yakın penceresine atılmış yer yatağında yatalak kimsesiz yaşlılar. Bir kap çorba komşuluğu; samimiyetin en yüceliği…

Otlanmış, bakımsız mezarlar; ceplerini taşıyamaz olmuş belediye başkanları, Allah Allah nidaları her kandilde telefonuma mesajlar… Kandırılan en Büyük, kanan da biz.

***

Kandırmak için çabalarınızda haklıydınız, en Saf Oydu…

İşte ondandır, o yüzden,

Bu topraklara gelen her bebek aynı duayı okudu, sizin yüzünüzden…

"Ey Ulu Allah’ım,

Bana cehennem azabı ver.

Bana cehennem azabı ver ki,

Bu topraklarda pişeyim;

En iyi bilinen yaşantıyı

En iyi bilinen yaşantımı

En iyi bilinen yaşayanı

En iyi bildiğimi, şaşırmadan yaşayayım.

Şaşırtma beni; huzurlu, kaygısız,

Şaşırtma beni; gamsız, kedersiz,

Şaşırtma beni; savaşsız, bombasız,

Beni cehenneminden ırak koma

Beni yüklerden eksik koma…

Beni acıların yalakası,

Sevinçlerin şımarığı

Mutlulukların görgüsüzü

Kederlerin sığınıcısı yap!

Yap ki;

Aşılı doğayım, ayakta kalayım, yaşayayım."

Her bebek bu dualarla doğdu bu topraklara…

Acıları paylaşma gücü,

Al kanların renginin gücü

Acı kırmızı…

Bebek;

Acı kırmızı topraklara belediler bizi. Gökyüzüne koydular çamurlu tenimiz çatlamadan. Kardeşimizden artan süte batırdılar sonra bizi, aynı kuşları kovaladık yalın ayaklar boyu. Tabanlarımızdan devenin dikenlerini çıkarırdı ebelerimiz zeytinyağı sürüp tek tek. Ertesi gün yine dolardı tabanlarımız dikenlerle. Koşa koşa büyüdük, aşka çarpınca kalbimiz, koşmadan çarptı kalbimiz, gencidik. Ortalarında ömrümüz koşamaz olurken, gözlerimiz sayfalarda aradı hayatı, koşar adımdı gözlerimiz. Şimdi bağdaş kurmuş bekler ölümü, yaş başa vurmadan önce en sorunun, en son sorunun telaşı:

Sıra sende. Sıra bendeyken çıkamadım işin içinden:

Yaşayan;

"Acı yaşanırken yazılmazdı

Acının içine gömüldüğümüzde hep çoğaltırdık,

Alnımızda yazı hep derindi yaşayana, okuyana yuka*

Yağmurla bulut arasında sıkışan kavun rengi havalarda

Elimizdeki işlerimizi bırakıp O’na yöneldik.

Beklenen, soğuyan, ısınan, değişen,

ve sonunda bize dönen

Acının da silah olduğuydu bize söylenen.

Çıkamadığım,

Aklımın yetmediği,

Anlayamadığım;

İki kapılı bir han,

Bir kapısından

Girip, çıkacağımız karşı kapıdan;

Yollarda çiçekler mis gibi kokar

Kuşlar ötüleşir uçar

Dağlar, yeşil vadiler, yollar,

Kentler sabahları taze gazete kokar

Yediği önünde yemediği arkasında; yoğuken* açlık korkusu

İki ayak iki el ilen, çalışan bir kalp çalışan beden,

Tertemiz alın terimiz,

alın terimizin kokusu

bekler durur yaşamın en güzel coşkusu.

çağırırız, ararız, buluruz, boş dönmeyecektir gelişi

durmadan dolaşır aramızda ölüm ve zamansız gezinişi.

Ve şimdi bebek, hoş geleceksin bebek…

İnat ya, inat bu ya! ;

Seni yaşamın ne güzel çiçeklerine beleyeceğiz

Seni en güzel topraklara yalın ayak vereceğiz

Seni en güzel göğün mavisine süreceğiz

Seni en güzel denizlere sereceğiz

Seni en güzel ırmaklara serpeceğiz

Seni en güzel cennetlere götüreceğiz…

Sen de bize

sevinçlerimizi getir

Sen de bize kahkalarımızı getir

Sen de bize yarınımızı getir

Sen de bize zaman getir."

Acı kırmızı,

Acı kırmızı biber tadında, tatlı

Bayrağımdaki özgürlük kadar ferah

Anadolu’nun sütlü memeleri kadar bereket

Yeni bir hayata bağlanan gelin kuşağı kadar doğurgan…

Bu topraklar acıyı bal, kederi neşe, hüznü kahkaha, elemi “el” yapar.

Bu topraklar acıyı yoğurur ekmek yapar, kalan hamurundan lokma

Lokmanı da buradadır, lokması da. Yani güzel kardeşim;

Bu topraklar acıyı acı,

Kırmızıyı kırmızı, adamı adam yapar…

Acı kırmızı hayat, onurlu kalanlara yarenlik yapar.

Şimdi diyorum ki,

Şükür ki,

İyi ki

Buralara serpilmiş tohumum;

İyi ki

Bu toprakların çocuğuyum.

***

not: bazen hayata bir tepik iyidir; nasılsa hepimiz müşteri-esnaf olduk yaşama;

http://www.youtube.com/watch?v=8IqrGIOI8rM&mode=related&search=

not: yuka*; yukarının kısası, yukarı yakın olan, sığ, derin olmayan. –tdk'da yok. arapça-farsça kelimeler çokdur orada-.
Yoğuken*: Yokken.

not: helal sana "kuzeyin 'yaprağı' oğlu"(kanal1). hernekadar doktorları pek sevmeseniz de:)

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..