- Kategori
- Öykü
AÇMAZ / 2
(3 bölümlü ÖYKÜ’nün ortası)
GÖKTEN CEHENNEMİN DİBİNE ATILAN KIZIL MEŞALELER
KADIN kağıdı kıza uzatırken, ruhunun inceliğinde idi ses tonu! Ona babasının, ‘gösterişsiz birikimi ve kısıtlı ifadelerine karşın’ değerli öneriler bıraktığını vurgulamıştı. Katkısı; ‘salt birkaç ekleme’ idi. Parasal gereksinimini sordu. Akademik bu ilgi, pembeleştirdi taşralı kızı… Adam, metal bastonu çalışma masasının yanındaki çelik kasaya dayayıp koltuğunu sınarcasına geri yaslanmıştı: “Varlığından haberliyim. Baban yakın süre içinde telefonda tüm sıkıntılardan söz etti…” Kız iki elini çenesine değdirip, adamı dinliyordu: “ Gemimiz okyanusun köpükten duvarlarına vurdukça paçavraya dönen gökyüzü, aralıksız takla attı. Cehennemin dibine fırlatılan kızıl meşaleler bacaya çarparken ölüm, bir oyun daha koyuyordu sahneye. Eski Yunan tanrıları evreni paylaşmak için ateşten bir kavga çıkarmışlardı. Lavlar gövdelendi katran rengi sularda. Deliğinden çıkan fareler ile kamaralardan kaçan insanlar farksızdı… Fırlayıp yolcuların arasına karışmalıydım. Yaşasam da ‘korkuyu tanımlamak’ adlı merakım olmayacaktı artık! Bir çeşit terör! Kasırga, koca tekneye direk uçlarına dek korkunç çığlıklar attırıyordu. Kabus görüp yatağında türbişon gibi dönen bir insandı gemi. Tüm varlıklar acı çekiyordu.
YAŞAM BOYU DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ, YERYÜZÜNDEN SİLİNİŞ…
BİRARA, her şeyin Tanrı’nın kontrolünden çıktığını düşündüm. Sallantılarda dev bir yağdanlığın içinde buldum kendimi. Burnum yağ kokularıyla yüzümün içine gömüldü. Karanlıkta ışıklar saçan bir yılan kıvrılarak düştü yere. Ve gezegenin tüm dağları, bedenimi çatırdatarak sarstılar. Yıldızlar içinde, bembeyaz… Ölüm bu muydu! Hani o yaşam boyunca, kara düşlerimizde dans eden saniyede yok olmak! İki ben vardı o anda. Yaşayan ve cansız vücudum. Gözbebeklerim düştükleri karanlık yerden dehşetle bana bakıyordu. Ve sonra o geldi. Koca lastik kanatlarıyla insan iriliğinde bir yarasa sardı beni ve çekip çıkardı oradan…” Adam yaşadıklarını mitolojik bir yaklaşımla anlatmıştı. Kız, tüm olanları düz mantığa çevirmekte gecikmedi: Yıllar önce yolculuk yaptığı gemi, benzeri okyanusta az görülen bir fırtınaya tutulur. Dar koridorlarda koşarken dev sarsıntılar onu kapısı açık, ışıksız bir odaya iter. Bir atölyedir burası. Islak zemine metal bastonuyla savrulur. Fişi prize takılı kalmış bir biley makinesinden kaçan elektrik akımı su birikintisinde onu kucaklar. ‘Yılan’ aygıtın duvardan yere uzayan kordonudur. ‘Yarasa’ ise o anda bilinçsizce koşarken yolcunun arkasında beliren babası.
YAŞAM OLAYLARI ÖYLE BİR SARSAR Kİ…
LASTİK çizmeli tayfa atölyenin kauçuk paspasını adamla arasına sokarak attığı tekme ile de fişi prizden kurtarır. Adamı da ölümden!...’ “Işık hızıyla kendi çabukluğunu yarıştırıp beni yaşama geri döndürdü baban… İşte böyle. ” * Sonra ilk süreci başlattı adam. Kızı bir pansiyona yerleştirdi, gerekli ortamı yaratarak. Üniversite sınavları için hazırlanmasını, ofisinde de çalışıp düzenli para elde etmesini sağladı. Boş bir kibrit kutusuna çöpler yerleştirilirken parmaklar zorlanır, kolayca düzen verilmez. Karmaşık dururlar. Ancak kutuyu kapatıp şöyle üç beş salladınız mı; tüm kibrit çöpleri özenle diziliverir. Yaşam olayları öyle bir sarsar ki ‘beğenin-beğenmeyin’ önem derecelerine göre zaman içinde onlar da yerlerini alır. Ancak akıl almayan gelişme; sancılar sonrasında doğdu. Babasının hayata döndürdüğü ‘kırk altı’ lık adam ile ‘on sekiz’ yaşındaki o kız, aşkın iki ucundan tutuverdiler! Kentten vurgun yeme korkusu taşıyan kimsesiz kızın, güven duygusu vestiyere asılmış ‘içi boş palto’ gibi değildi artık. Sonra pansiyondan o ahşap eve taşınan “yeğen” kandırmacası. Kısa sürede başlayan uzun soluklu ziyaretler. / SIRA AÇMAZ 3’TE /