- Kategori
- Öykü
Adım Celayir

I
Konu komşudan edindiği keser, mala, çekül, çekiç, su terazisini, yıllar önce kendisine hediye edilen heybenin iki gözüne özenle yerleştirip sabahın ilk ışıklarıyla yola koyuldu... Etraftan tanınmamak için başına koyduğu kasketi iyice indirmişti. Gözlerinden akan birkaç damla yaşı etrafta kimse olmamasına karşın çekinerek silmişti... Amele pazarına geldiğinde üç kişi vardı.. Arka arkaya sözleşmişçesine genç, yaşlı adamlar aynı anda doluşmaya başlamışlardı. Beşer, onar gruplar halinde kimi ayakta, kimi yere çömelmiş, kimi duvarın diplerinde oturarak konuşuyorlardı. Önce hiçbirine yanaşmadı, çekine çekine yaşına yakın birkaç adamın oluşturduğu gruba yaklaşıp selam verdi:..
Meydana ilk kamyonet geldi... Yüzden fazla adam birden kamyonetin etrafını sardı. Genç dinamik olanlar kendilerinden daha yaşlı olanları yitekleyip, elci başının etrafını sarmışlardı. Kısa boylu, oldukça kilolu, koyu tenli elçi eliyle teker teker birkaç kişiyi “ Sen atla!” diyerek kamyonetin arkasına bindirip uzaklaştı...
Omzuna attığı heybesiyle adeta arada sıkışmıştı. Bir atılım yaparak arkadan yitekleyenlerin de etkisiyle başka bir elcinin yanında kendini buluvermişti. Kamyonete doğru gayri ihtiyari adımlar atıp duran insanların yarattığı heyecana o da kapılmış farkında olmadan elçinin her elini kaldırışında tam adım atacakken kendini durduruveriyordu. Kamyonete binmek için tutunduğunu gören elci başı elinin tersiyle hafifçe omzuna dokunarak çekilmesini istedi... Kamyonet de hızla meydanı terk etti... Ardından gelen traktörün etrafına doluştular... Bu kez traktörden inen elci, fazla adam alacağını söyleyerek etrafını çevreleyen adamları tek tek süzerek eliyle işaret ederek seçtikleri işçilerin binmelerini istedi... Orta yaşlı adam bu kez elcinin önüne hızla çıktı... Elci, adamları işaret ederek “Sen atla!” diyerek arabaya otuz kişiyi bindirir. Yaşlıca adam, traktörün arkasını sıkıca tutmuş her an römorka binmek için hazır bekliyordu.... Traktör çalışınca, elini römorktan çekmişti. O da hızla uzaklaşmıştı.... Hiç birinden çıt çıkmıyordu...
Tedirginlik dolu birkaç dakikanın ardından gelen bir başka traktörle birlikte yeni gelen elcinin etrafını sararlar... Şans yine güçlü kuvvetliden yanaydı...
Bütün çabasına rağmen traktöre binmeyi başaramadı.... Meydanda on kişi kalmıştı....
Meydandaki heykelin kaidesinin altına çökmüş gözlerinin nemlenmesinin görünmemesi için kasketini biraz daha indirmişti... Yarım saat daha öylece kaldıktan sonra, bir traktör meydana gelip durdu. Hepsi birden o yöne hızla giderek şoförün etrafını sardılar. İşin uzak bir çiftlikte olduğunu, birkaç günlük iş olduğunu yalnız, orada kalabileceklerin binmesini istedi... Üç kişi hariç diğerleriyle birlikte traktörün römorkuna bindi... Şehrin dışına çıkmışlardı.... Yolun her iki yanında ard arda dizilmiş olan fabrikaların yanından geçerken boğazı düğümlenir....
Anayoldan çıkarak çiftliğin iki yanı sık ekilmiş okaliptüs ağaçlarıyla gölgelediği yoluna geçerler... Çiftliğin ana binasının yanından geçip çiftliğe ait tarlaların en sonundaki büyükbaş hayvan ahırının yanında dururlar... Bir saatten fazla süren yolculuk bitmişti. Römorkun arka kapağının açılmasını beklemeden gençler aşağıya atlamaya başlamışlardı. Yığılmış briket, çimento torbaları, demir.... Şoför, teker teker isimlerini bir deftere yazdıktan sonra; atılmış temeli göstererek “ Hepiniz inşaat amelesisiniz yapacaklarınızı biliyorsunuz...Bugün bütün duvarlar örülecek, biriniz işi organize etsin... Kumu elemeye başlayıp harcı hazırlayın... Aranızda tartışma, herhangi bir anlaşmazlık olmasın... Ha, aklınızda olsun; anlaşmazlık çıkaran veya karışan kişilerin hepsinin yevmiyesi yarım verilir. Öğlen yemek çiftlikten gönderilecek...” deyip elindeki içi şapkalarla dolu naylon poşeti yakınındaki birine verip dağıtmasını isteyip uzaklaşır... İş bulmanın verdiği heyecanla kimi kum eleklerini hazırlar kimi hemen küreklere sarılıp her eleğin başında ikişer kişi geçip kumu elekten geçirmeye başlar.
Önce etrafında kendiliğinden oluşan iş bölümü karşısındaki şaşkınlığını gizleyip elindeki kürekle kendisi de kum atmaya başlar... Gençlerden biri “Bu işi şimdiye kadar hiç yapmadın mı amca, iki kişi elek için yeter .... Duvarcılığın var mı?”
Bir an duraksar... “Oğlum, bana bir defa gösterirsen yapabilirim...”
“Amca, en iyisi sen küreği bırak, işi aksatma... Briketleri taşıyıp temelin yanına yaklaştır, işin bu olsun.... Yapılacak ahır zaten büyük... İşimiz var seninle amca, aman acemi olduğunu fark ettirme geri gönderirler,” Bir yandan kumu eleyip bir yandan nefes nefese konuşur...
Birer mikaplık kum doluşunca diğer işçiler duvar harcı için altışar çimento torbasını getirip üzerine bırakırlar... Kimi çimento torbalarını yırtıp kum tepeciğinin içine açtıkları çukura boşaltıp susuz olarak karıştırır, kimi su hortumunu çekip içine göz kararıyla suyu akıtıp karıştıranlara yardımcı olup diğerlerinin yardımına gider...
İkinci üçüncü mikap derken karışan harç duvar örmek için temelin yanındaki dört kişinin yanına büyük tenekelerle taşımaya başlarlar... Gençlerden biri elindeki eldiveni çıkarıp; “Amca ellerin kanıyor al sen kullan..”
Öğleye doğru çiftlikten traktörle iki masa, on sandalye, büyük yemek tencereleri getirilmişti. Sırayla ellerini yıkayan yan yana dizilmiş üç tencereden üç ayrı tabağa yemekleri koyup masanın başına geçiyordu. En sona kalmıştı. “Amca, hızlı hareket et ki yemekten sonra yarım saat dinlen.” Bu uyarı karşısında hızını artırmıştı...
Akşama kadar işler bayağı ilerlemişti. Akşam yemeğinden sonra; üzeri brandayla kapatılmış ikinci römork getirilmişti. Şoför işçilerin her birine içinde eşofmanla iç çamaşır, birer diş fırçası bulunan birer poşeti dağıttı. Eski ahırın yanında bulunan banyoya sırayla geçerler... Banyodan çıkan, römorklara serili kauçuk yataklara geçip uzanır... Yine en sona kalmıştı.... Daha önce eldiveni veren gençle yan yana düşmüşlerdi...
“Amca ya, daha önce memur muydun? Ellerin pamuk gibi..”
Bir süre duraksadıktan sonra “Öyle sayılır... Haydi oğlum uyuyalım bayağı yorulduk.”
“Amca, benim adım Ekmel, senin adın ne?”
“ Celayir.”
“İyi geceler amca.”
“İyi geceler.”
“ Ailene söylemiş miydin eve gidememe ihtimalini?”
“ Hayır. Bilmiyordum kalınacağını. Yarın arayıp not bırakırım.”
“ Bu tecrübe oldu. Gidince; uzak iş çıktığı zaman şantiyede kalınabileceğini söylersin, onlar da gitmediğin zaman meraklanmazlar.”
“ Eşim çok hasta, beni merak edecek durumda değil...”
“ Öyle deme amca, yine de yokluğunu fark eder... Yaşın kaç amca? “
“ Elli altı.”
“ Çok değilmiş. Babam da senin yaşlarda ama o görüntüde daha çok yıpranmış. Gücü, kuvveti yerinde hala inşaatlarda.. Bir bahçede bekçilik olsa daha çok rahat eder. İnşallah onu da buluruz. Bir iki yer var; ev de veriyorlar... Aileyi de götürüyorsun... İstediğin sebzeyi ekmene de izin var. Masraf hemen hemen yok...”
“Ben de öyle bir iş arıyorum... Bu çiftlik olursa çok iyi olur.”
“ Ben de askerden geleli yedi yıl oldu. Gitmeden önce de inşaatlarda çalışıyordum.... Biraz sermayem olsa, yığınla inşaat işini çekinmeden alırdım... Bu işi iyi yapıyorum ... Bu işi çok seviyorum... O zaman evlenebilirim de... “
“ İnşallah, istediğin gibi olur her şey.”
“ Çok zor amca, çok zor... Benimki hayal...”
“Yarın ne getirecek bilemiyorsun....”
“ Çok derin konuşuyorsun, yaran var gibi...”
“ Yok bre, yok... Kalkışın da, düşüşün de müsebbibi insanın ta kendisidir. Boşuna hafifletici bir neden bulmaya çabalanmasın... Buradayım...”
“Bu işlere uygun değilsin”
“ Çaresiz uyacağım... Yalnız elimden geleni değil, gelmeyeni de yapmaya çabalayarak...”
Sabah yoğun iş temposu bekliyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandırıldılar. Kahvaltı hazırdı...
Yine koşturmaca gün batımına kadar sürmüştü... İkinci gün, üçüncü gün... Beş günlük iş bitmişti... Direklerin betonu da dökülmüştü... Çatı için bir süre beklenecekti. Bu işi yapabilen beş kişinin ismi, telefon numarası yazıldı. Celayir bir türlü yanaşamıyordu... Çekine çekine “Benim de ismimi yazar mısınız?” deyişine kendisi de şaşırmıştı... Şoför ismini listeye eklemedi...
“ İş ağır, sen yapamazsın...”
“ Çiftlikte yapılacak başka işler olursa da yapabilirim... Tarla da sürebilirim... İlaçlama da yapabilirim... İsterseniz ağayla konuşun, iş istediğimi söyleyin, yatılı olarak....”
“Ağa burada yok... Senin kimin kimsen yok mu? Hele evine bir git sonra konuşuruz...”
“Seni bulabileceğim bir telefon numarası versen...”
“Sonra, ben seni meydanda bulurum işçi gerekirse... Verdiğimiz eşofmanlar sizin, beraberinizde götürün... ”
Hava kararmak üzereyken yola çıkarlar... Şehre geldiklerinde Celayir, şoföre küçük bir kağıt uzatır.
“Eğer çiftlikte herhangi bir iş olursa yatılı olarak gelebilirim. Evime yakın kahvenin telefonu. İsmimi de yazdım. Oraya not bırakırsanız sevinirim.”
İki odalı evine geldiğinde hava iyice kararmıştı. Birkaç kez kapıya vurdu.. İçerden ses gelmeyince cebindeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtı... Lambayı yaktığında küçük tahta masanın üzerindeki büyük kağıda yazılı notu okudu... “Kardeşimin yanına gidiyorum, geldiğin zaman haber ver”
“İsabetli oldu, bu perişan halimle görmemesi daha iyi...”
Banyoya kıyafetlerini plastik bir leğene koyup yıkar. Çayı demleyip duşa girer... Çıkınca; çürümeye yüz tutmuş buzdolabının kapağını açıp, geri kapatır. Cüzdanına özenle dizdiği parayı çıkarıp sayar... Işığı kapatıp dışarı çıkar. Kahvenin yanındaki küçük marketten bir ekmekle kahvaltılık alıp geri döner... Evin tek lüksü olan renkli televizyonu açıp, kahvaltılıkları mutfaktan getirdiği saklama kaplarına boşaltır. Çayını koyup televizyonun karşısındaki masanın başına geçer. İki bardak çay daha içtikten sonra, kumandayı alıp duvarın dibindeki sedire uzanır...