Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ah benim sevimli yurdum !

Ah benim sevimli yurdum !
 

 

Vesselam komik milletiz!

Sanırım 8-10 yaşlarındaydım, Diyarbakır'da ilk kez babama sorduğumda.

"Baba, Aile Salonumuz Vardır ne demek?"

Okula giderken bir lokantanın camında öyle bir yazı görmüştüm. Aklım evimizin salonundaydı ve bir lokantada salonun nasıl olabileceğine çocuk aklım yetmiyordu.

"Hani, annen-sen-ben ve kardeşin gidiyoruz ya bazen dışarıda yemeğe, bizim ve diğer ailelerin bir arada oturabilmesi için ayrılan yerlere Aile Salonu deniyor oğlum."

Çocukluğum boyunca biz hep aile salonlarında oturduk. Lokantanın bir köşesinde tek başına yiyen amcalara acıyarak baktım. Sanki lokantanın mahkûmlarıydılar. Kafalarını çevirip, bakamıyorlardı dahi bize! Bir keresinde kız kardeşim lokantanın içinde oynamaya başladı ve farkında olmadan ailesiz amcaların bölgesine geçti. İçlerinden birisi gülümseyerek kardeşime bir şeyler söyledi. Bunu gören lokantacı amca öyle bir baktı ki ailesiz amca hızla başını yemeğine eğdi.

Aile olmanın ne önemli ve itibarlı bir şey olduğunu daha o yaşlarda, aile salonlarında öğrenmiştim.

Gençlik dönemimde benim de lokantalarda tek başıma yemek yediğim oldu. Gördüm ki tek erkek olarak lokantaya giriyorsanız siz güvenilmez, onun-bunun karısına-kızına yan gözle bakan tehlikeli birisinizdir ve mutlaka tecrit edilmelisinizdir. Ama tek bayansanız siz masumiyeti ifade edersiniz ve yalnız da olsanız aile kategorisindesinizdir. Çünkü onun-bunun kocasına, oğluna gülücük atmazsınız. Direkt olarak aile salonuna teşrif edersiniz. Yan masadaki Ayşe Teyze de çocuğunu, "Bak yemezsen ablaya veririm." diye korkutur. Siz de "Aman ne şeker şeymişsin sen. Hadi ham yap bakiim, yoksa ben yerim." diyerek annenin masum oyununa katılırsınız.

Yıllar geçip de lokantaların yıldızı arttıkça aile salonları da tarihe gömülmeye başladı. Yıldızı bol lokantalara gidenlerde aile mefhumu mu kalmamıştı yoksa oraya zaten aileler gitmiyor muydu!

İstanbul'dayken müşterilerimizi ne yazık ki sinirlerimi hoplatmak pahasına da olsa Kanepe gibi yerlere götürüyorum; ama şirketten arkadaşlarımla, özellikle Adana'ya yaptığımız seyahatlerde yüzümüzden gülümseme hiç eksik olmuyor:) Geçen sene Adana'da ünlüce bir restoranın beğendiğimiz cam kenarı masasına bizi oturtmadılar! Aileye mahsusmuş!

"Ata, neden oraya oturmamıza izin vermediler?"

"Orada aileler oturabiliyor Paul."

"Nasıl yani, şeriat mı var burada?"

"Yok canım, onu da nerden çıkardın! Açıkçası, orada oturabilmek için birimizin kadın olması gerekiyor!"

"Cinsiyetimi mi değiştirmeliyim orada yemek yemek için?"

"Valla bu yemeklere değer dostum. Ne güzel, akça pakça bir hatun olursun. Ben de ipek eşarp alırım sana!"

4 çocuk babası Paul şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu ve ben de gülümsüyordum kara mizaha.

******

Hepinizin yaşadığı yerlerde dilenciler vardır. Kimi sadece elini açar duygu sömürüsü eşliğinde, kimisi de dilenmiyorum mesajı vermek için kağıt mendil tutar elinde. Çoğu saf ve temiz yürekli insan da mendil almaksızın para uzatır dilenciye.

"Sağ olasın abicim-ablacım. Allah razı olsun, tanrı yüzünü güldürsün." duygusallığıyla son bulur seremoni.

Yaz sıcağında dahi başını sarıp sarmaladığı için 18-20 yaşlarındaki cin fikir Romanı 70 yaşında teyze sanırsınız. Beli de hafifçe öne eğiktir. Öyle ya kemik erimesinden muzdariptir teyze!

Peki, neden tüm dilencilerin elinde sadece kağıt mendil vardır da kalem, çakmak, anahtarlıkla dilenmezler?

Çünkü tüm plan felaket senaryosu üzerine kurulur. Nedir o felaket? Hayırseverin 5 kuruş sadaka vermesidir. Dolayısıyla amaç, verilecek en küçük sadakada minimum zarar edilmesidir. Hele bir 5 kuruş verin de size bakışını görün! Moktan kağıt mendillerin toptancıda 10 tanesi 1 liradır, yani tanesi 10 kuruş. 5 kuruştan vazgeçtim, dilencilere para verenlerden kaçı 10 kuruş verir? 50 kuruştan az vereni görmedim. Kazancı düşünebiliyor musunuz?

Geçenlerde Bostancı'dan trenle Pendik'e gidiyorum ve oldukça kilolu, ayakları terlikli, elleri kağıt mendilli, yirmili yaşlarında bir dilenci kadın bindi.

"Pek muhterem abilerim, ablalarım; özür dilerim, sizleri rahatsız ediyorum. Omurgası doğuştan delik, ciğerlerinde taş olan 7 yaşındaki bebeğimin tedavisi için doktorlar 10 bin lira istemektedir. Bebeğim evden çıkamamakta ve işsiz beyim de ona bakmaktadır. Ben de siz değerli büyüklerimden şu elimde gördüğünüz mendil karşılığında bebeğimin omurgası için yardım talep etmekteyim. Verenden de Allah razı olsun vermeyenden de. Allah kimsenin evladına delik omurga vermesin!"

Mübarek sanki Tıp Fakültesi üçüncü sınıftan terk!! İnanılır gibi değil! İnsanlar bu saçma-salak ajitasyona para veriyordu! Omurgası delik çocuklu anne eminim ki günde en az 200-300 lira kazanıyordu! Vergisiz, net. Aylığını siz hesaplayın artık, sonra da diplomalı işsiz çocuklarınıza ağlayın.

Bitmediii !!

Yüce tanrım içimdeki isyanı duymuş olmalıydı. Tam da o sırada dilencinin telefonu çalmaz mı hem de Kibariye'den darbukalı. Dokunmatik ekranlı telefonunu çıkardı cebinden.

"Alôô gıız Gezbaann. Gapa gıız, çalişiyoruum."

"Pek muhterem abilerim ablalarım. Omurgası..."

*****

Ben Türkiye'de gazete okumuyorum; ama önemli haberler telefonuma anında geldiği için ya da açıp e-gazete okuyabildiğim için değil, okumama nedenim TV izlememe nedenimle aynı. Ben reklama para vermek istemiyorum! Çünkü tüketim açlığı çekmiyorum.

Bizim kadar alışveriş manyağı bir millet görmedim. Cep telefonunun en son modeli kaçırılmamalı; plazma-lcd-led TV bitti, 3D'ye kayılmalı; arabanın perende atanı, çantanın timsahlısı; saatin elbise renginde olanı, ojenin Chanel renklisi alınmalı ve liste böyle uzayıp gider. Size bir ülke daha söyleyemem ki bizim kadar AVM ishali olsun! VISA Kredi Kartları kullanımında Avrupa birincisiymişiz! Bakar mısınız övündüğümüz konuya! Avrupalı, kredi kartı kullanmıyor ki dereceye girsin! Çünkü, şimdi kart ile ödeyeyim, paramla da bir ay rantiye yapayım hesapları yok. E artık bizde de olmamalı. Enflasyon %5'in altında, faizler dipte ve haliyle de bankalar KK pazarlamakta zorlanıyor. Ama yine yolunu buldular. Kapılarının önüne, AVMlerin her köşesine standler kurdular; asgari ücretliye, ev hanımına beş-on milyon limitli kartları kakaladılar. Bir de on yüz bin taksit ucubesini yarattılar ki değmeyin keyfe. Harca dur! Öldükten sonra da taksitlerinizi ödemeye devam edersiniz:) Bermuda Şeytan Üçgeni gibi!! Tüketim açı insanlar-Açlıklarını giderebilecekleri AVM'ler-Açlığın bedelini ödeyebilecekleri plastik paralar. Tabii, kredi kartı demek cebinizde olmayan parayı harcamak demek. Krizin bizi teğet geçip geçmediğini 1-2 sene içinde anlayacağız!

Reklama para vermek istemiyorum ya, şu işin boyutuna bir bakayım dedim ve günlük tirajı 400 bin civarında olan, Türkiye'nin en büyük gazetelerinden biriyle günlük tirajı 300 bin olan İngiliz The Guardian gazetesini mercek altına yatırdım. Hem de elimde cetvelle:)

Bizim gazete:

- Fiyatı 50 kuruş.
- 48 sayfa. Toplam 10.21m2
- 31 sayfa reklam. Toplam 6.60m2
- Reklam yüzdesi %55

Yani, gazetenin yüzde elli beşi reklam! Peki, bu reklamların bedelini firma sahipleri zaten ödemiyor mu? Bedeli ödenmiş reklamları okumak için neden bir de biz bedel ödüyoruz? Doğrusu, falanca tepede yapılan Suzinak Sitesi'yle hiç ilgilenmiyorum!!

The Guardian:

- Fiyatı £1 (2.60TL)
- 40 sayfa. Toplam 5.8m2
- 3.85 sayfa reklam. Toplam 0.56m2
- Reklam yüzdesi %9.6

Şimdi bu tablo bize ne anlatıyor? Ülkemizde halk okumayı sevmediği için gazeteye para vermiyor. Gazeteler de parayı reklamlardan ve ilanlardan kazanıyor. İnsanlar reklam gazetesini alsın diye de 50 kuruş gibi komik bir fiyata satılıyor. Üçte ikimiz nüfus oranına sahip İngiltere'de ise mesela The Guardian bize göre beş misli pahalı ve 2.60TL ama insanlar gazeteyi haber okumak için alıyor ve tirajlar da bizimle hemen hemen aynı. Ne gazeteler reklam almaya meraklı ne de insanlar reklam okumak istiyor. Bir de asgari ücretlere göre gazetelerin fiyatlarını irdeleyelim.

Türkiye : 796.50TL (1593 gazete alabilirsiniz.)

İngiltere : 2,950.00TL [(£1,139.00) 1139 gazete alabilirsiniz.]

Yani, bizim asgari ücretlimiz daha zengin:) Peki, dengelediğimizi düşünelim ve hafta içi gazete fiyatını 75 kuruşa çıkaralım; haber zenginliği artsın, reklam yüzdesi düşsün. Sizce 400 bin tirajı aynı kalır mı, halkımız "Yaşasın, haber okuyacağız." der mi? Cevap veriyorum: Cumhuriyet Gazetesi 1TL ve tirajı 50 bin!!

Elimde bizim gazetenin 1 Mayıs 1948 tarihli sayısı var ve onu da inceledim.

- Fiyatı 10 kuruş
- 6 sayfa. Toplam 1.28m2
- 1.33 sayfa reklam. Toplam 0.28m2
- Reklam yüzdesi %22

Yani, geçen 60 senede değişen pek bir şey yok. Biz her dönemde çılgınca tüketen bir millet olmuşuz ve reklamlar da hep önemliymiş. Size o tarihi gazeteden bir otomobil reklamını orijinal haliyle aktarayım da gülümseyin biraz:)

AUSTIN 1948 Modeli Binek Otomobilleri

- Üstten supaplı yepyeni canlı bir motör
- Yeni tip Şanjman ve diferansiyel
- Fevkalâde sağlam şasi
- Ön tekerlekler tamamen müstakil (Endepandan)
- Hem hidrolik ve hem patentli hususi çubuk fren
- Tamamen maroken döşemeli yeni tip karoseri
- Bir şişe benzinle 60 kilometre
- Çekişi ve yol tutumu fevkalâde bir otomobil

AUSTIN A40lar piyasamızda tasavvurun fevkinde bir alâka ile karşılandı ve ilk gelen 80 adedi 15 gün gibi kısa bir zamanda tamamen satıldı. Bu büyük rağbetin sırrını AUSTIN A40 alanlardan sorunuz! Yeni gelen ve yolda bulunan partilerden muntazaman ve aralıksız teslimat yapılmaktadır.

TEKTAŞ. Teknik Vasıtalar Ticaret T.A.Ş. İstiklâl Caddesi 103, Beyoğlu
Telefon: 41069
Telgraf: Vasıtalar

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..