Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '15

 
Kategori
İstanbul
 

Ah İstanbul...!

Ah İstanbul...!
 

Objektifimden...


Seni dinliyorum gözlerim kapalı. Boğaz boğaz kıyıya vuran deli dolu dalgalarının sesini. Vapur düdüklerini. Martıların kanat seslerini…

Seni dinliyorum, haykırışlarını, çığlıklarını, sitemlerini, özlemlerini…

Seni dinliyorum, Kız Kulesi'nden AŞK’a seslenişini…

''Erguvanlar açınca gel, laleler rengârenk gülünce gel '' deyişini… Lale, dediğinde reklam arasının nimetlerini anımsadım birden, aniden! Önlemez yükselişi!

Galata’dan 360 derece baş döndüren güzelliğini, ışıl ışıl yanan muhteşemliğini seyrediyorum içime sindire sindire…

***

Yetmiş iki milletten insan vardı sokaklarda. Otobüs duraklarında koşuşan binlerce insan. Hep telaş içinde koşuşturan insanlar. Vapur kıyıya yanaşmadan merdivenlere doluşan, nerdeyse halat atılmadan kendini dışarı atacak gibi insanlar. Hep bir yetişme telaşındalar. An’ı yaşayan, güzelliklerin farkına varamayacak kadar acelesi olanlar. Oysa hayat, AN’dan ibaret değil mi? Bir nefes, bir nefes.

Kim bilir, ne aşklar yaşanmıştı vakti zamanında! Oysa şimdi! Hep griydi yüzler, otobüste, metroda ya da vapurda. Bir gülümseme bile yoktu insanların yüzünde. Ne sarılan vardı, ne el ele gezen, ne sevgi dolu bakışlarla birbirlerini özümseyen! Şehrimin, güzel İzmir’imin özgür gençleri geldi gözümün önüne. Neşeleri, birbirlerine sarılışları, Güneş gibi aydınlık bakışları! Burada ne eksikti?

Mimari tasarım abidesi olan beton yığınlarının gölgesinde kalmıştı, yedi tepeli, dünyalar güzeli şehir. Mantar gibi bitiveren devasa binalar, binalar, rezidanslar, siteler. ‘’Şehir uçuyordu’’ Kimin uçurduğu belli değil amma zümrüt yeşili yoktu hiçbir yerde! Tek tük o binaların arasında cüce gibi kalan bir iki ağaç! Ya da seyirlik, otoban kenarlarındaki sarmaşıklar. Bir gün gelecek fotoğraf karelerinde birer anı olarak kalacaklar.

Nerede mimozalar? Nerede erguvanlar?

Belki Emirgan sırtlarında. Belki hatıralarda! Mor mor, sarı sarı…

Eminönü, Karaköy, Mahmutpaşa… Sokaklar hep yabancı! İnsanlar da… Hatta esnaflar da! Kucak açmıştık alabildiğine! ‘’Kim olursan, ne olursan gel’’ diye diye. Arabî dil, Arabî kılık, Arabî halk! Ya biz?  Parmakla sayılacak derecede! Ha var, ha yok!

Kartal’da, İstiklal ’de,  Galata’da, Fransız Sokağında, Üsküdar’da, Harem’de…

Turizm patlamasından öteydi, görünen köydeki kılavuz! Hatırlarda, hatıralarda kalan ya da nostalji diye köşe bucak sakladığımız kartpostallarda kalmıştı eski İstanbul…

Gün geceye kavuştuğunda; mücevher gibiydi denize yansıyan ışıkların görünümü. Tüm şehir ışıldıyordu sarı, kırmızı, mavi ya da beyaz. Sanki tüm olumsuzlukları örter gibiydi o parıltı. Tüm tarihi eserler, camiler, külliyeler dört bir yandan ışıklandırılmış, gün gibi… Geceye nazire yapar haldeydiler. Işıl ışıl, pırıl pırıl… Bedeli meçhul…

Haydarpaşa sanki küsmüş, hüzün dolu bakıyordu Kadıköy sahiline!

Lodos’a teslim olmuştu Kız Kulesi!

Pendik’te deniz belki de isyanının son demindeydi!

E 5’de adım adım giderken metal kümeleri; ışık seliydi ve ortalığı yırtıyordu ambulansların acı acı öten sirenleri! Kim bilir kaç hasta gidemeden, gitti.

Yağmur ağlıyordu İstanbul'da
hasret kokan toprak ıslak
özlemle karılan yürek ıslak
Hayat... 
Zaten hep sırılsıklam!

 

Sevgiyle kalın…

Ay Şen…

 

Yazarın notu;

10 günü aşkın İstanbul seyahatim esnasında, bana zaman ayıran, gönüllerinde yüksünmeden ağırlayan, Sema Şener’e, Şükran Okyay’a, Merve Ballı ve ablası Serap Gökçel’e, Belgin Duyar’a ve Esma Kahraman ile isimlerini sayamadığım tüm arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ve sevgilerimi sunuyorum.

 

 

 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..