Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '18

 
Kategori
Kahvaltı
 

Ahh Galata!

Ahh Galata!
 

Galata Cafe Privato


Tanrı güzel kentleri yaratıyormuş. Birincisi ikincisi derken İstanbul’u yaratmış. Bütün güzel kentler, “Neden bizi İstanbul kadar güzel yaratmadın? Üstelik Boğaz’ı da var” diye itiraz edince, Tanrı durup bakmış ve şöyle demiş: “Oraya öyle bir ırk göndereceğim ki…”

Bunu gülmeniz(!) için anlatmadım elbet! Günümüz İstanbul’una durup baktığımızda kentsel dönüşüm altında şehrin mimarisinin hızla değiştiğini, her şeyin yenilenerek tarihi dokunun azaldığını, geçmişimizden bize kalan anıların, anılarımıza bağlı mekanların taksit taksit yok edildiğini gördüğümden.

Şehirde her şey son hızla yenilenirken, elimden de eski İstanbul’u anlatan kitaplar ve siyah beyaz fotoğraflar hiç düşmüyor. Kentsel mutluluğu çoğu zaman anne babamın gençlik, benimse çocukluk anılarımı anlatan kitaplarda, tarihi dokusu henüz tam bozulmamış yerlerde vakit geçirerek buluyorum.

Pera, Galata
Pera’yı (Beyoğlu), hem yoğun tarihi dokusundan hem de Galata Kulesi’ne ev sahipliği yapmasından ötürü çok seviyorum.

Bir gün Tünel’den Galata Kulesi’ne doğru yürürken ara sokaklardan birinde bir kafe keşfettim: İsmi Cafe Privato.

Cafenin içine şöyle bir baktığımda, nefis bir Galata Kulesi manzarası olduğunu farkettim. Bu açıdan Galata’yı daha önce hiç görmemiştim. Öyle hoşuma gitti ki!

Kahvaltıya gittim bir gün. Cam kenarındaki yuvarlak masaya oturdum. İki kişilik kahvaltı söyledik arkadaşımla. Diğer masalardan İngilizce, Fransızca diyaloglar geldi kulağıma. Sonra farkettim ki, bizden başka Türk yok! Pera’nın geçmişi de bu değil mi zaten dedim. Bir zamanlar İstanbul’un; İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca, Ermenice, Rumca’nın konuşulduğu imparatorluk sentezi bölgesiydi.

Kahvaltının gelmesini beklerken bir yandan da, güler yüzlü samimi personeliyle sohbete daldık. Şeflerinin Gürcü olduğunu söyledi. Dolayısıyla mutfaklarında Türk ve İtalyan yemeklerinin yanında Gürcü tatlardan da örnekler olduğunu belirtti.

Bir akşam gelip mutlaka Gürcü şaraplarından da denememizi istedi.

Derken kahvaltı servisi başladı. Kavuniçi desenli masa örtüsünün üzerine, önce soğuklar geldi ufak porselen tabaklarda. (annanelerimizin babaannelerimizin evindeki tabakların tıpatıp aynısı! Çocukluğuma çağrışım yaptı bu minik çiçekli tabaklar)

Daha sonra sıcaklar geldi. Tam 18 çeşit kahvaltılık oldu masamızda. Reçeller sadece meyvelerle şeker kullanılmadan yapılmış. Zeytinyağı ve kekikle servis edilen zeytinler, çeşit çeşit peynirler, acı biberli çökelekler, kızartılmış hellimler, bal kaymak, havuç salatası, Gürcü pankekleri, ıspanaklı börek, avakado ezmesi ve çaydanlıkla çay bittikçe gelen çay servisi ile nefis nostaljik bir kahvaltıydı benim için. Her şey vintage! Çocukluğuma köprü kurmuş oldu Privato.

Şimdi bu yazıyı yazarken bir özledim listesi de yapmak geldi içimden:

Sabah kahvaltılarını özledim.
Şekersiz reçellerini özledim.
Akşam gidip kahvaltıda sunulan pancake’lerden yemeği özledim.
Yan masalardan gelen Fransızca İngilizce diyalogları özledim.
Ama en çok camın dibine kurulup bu manzaraya bakmayı özledim.

Pencerenin önünde, elimde bir fincan kahveyle, dünyanın en güzel kulesi Galata’ya bakmaya doyamadığım yer Privato.

Bedri Rahmi’nin sevdiğim şiirlerinden İstanbul Destanı‘nda dediği gibi;
“İstanbul deyince aklıma bir masal gelir…
 Bir varmış bir yokmuş”


Privato benim için öyle işte…

Şimdi varken gidin.

Sevgiler

Zuhal x

Bana instagram’dan da ulaşabilirsiniz
@banabiyersoyle

 
Toplam blog
: 31
: 583
Kayıt tarihi
: 28.03.18
 
 

Hazine her zaman altın pırlantayla olmuyor. Gezerken araştırırken, okurken öğrendiklerin, bugün d..