Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Akciğerleriniz beyniniz mi oldu?!…

Akciğerleriniz beyniniz mi oldu?!…
 

En son ne zaman derin bir nefes almıştınız? Çektiğiniz havanın her bir oksijenindeki enerjiyi ciğerlerinize doldurarak… Ve ardından içinizdeki tüm kirden verdiğiniz nefesle kurtuldunuz. Derin bir nefes almadan hayatın anlamının bir hiç olduğunu fark etmiş miydiniz? Aslında gerek de yok galiba. Bunu nasıl olsa bizlerin yerine yapan beynimiz varken! Nefes almam dursa ölürüm zaten. Beynim benimle birlikte yok olmak istemediği sürece paniğe gerek yok, değil mi? Ohh, hala beynim beni seviyor! Siz beyninizi seviyor musunuz? Onun sizin için yaptıklarının farkında mısınız? FARKINDALIĞINIZ NASIL? Hiç yüzleştiniz mi? Sorular, sorular, sorular… Ama en önemlisi verebildiğiniz cevaplar.

Sıradan bir gündü. Yorgun argın iş sonrasında evime ulaşmaya çabalıyordum. Her zamanki vapurun yolcu salonu yerine bu kez dışarı, en arkasına oturmuş o uzun, sıkıcı karşıya geçme töreninin başlamasını bekliyordum. Havadaki ılık esinti sanki güneşin yakıcı ışınlarından beni korurmuşçasına serinletiyordu. Üstümde hem yorgunlumun verdiği uykum vardı, hem de hayır gözlerini aç diye fısıldayan rüzgâr kulaklarımda. Rüzgâra uydum sonunda. Günlerdir hep beynime uyup yorgunluğuma teslim oluyordum. Bu kez de ruhuma şarkılar söyleyen rüzgâra teslim oldum. Biraz daha dik oturup derin bir nefes aldım. Sanki her nefes verişimle rüzgârla dans edip, onun şarkısına eşlik ediyordum. Etrafımda tüm insançocuklarının sesleri birden azaldı, azaldı ve yok oldu. Ruhum ve rüzgâr baş başa kalmışlardı. İkimiz birlikte güneşe yüzümü döndük. Güneş bizi yakarcasına, pırıltıları ile ısıtıyor enerjisini bizimle paylaşıyordu. Rüzgâr ve güneş sanki benim nefesim ve ruhum olmuş el ele “içimdeki çocuğu” yattığı derin kış uykusundan uyandırıyorlardı. Bir sonraki derin nefesimi verirken zihnimdeki ve gönlümdeki tüm kirden temizlendiğimi hissettim. Deniz daha mavi idi, kendimi atlayıp yüzmemek için zor tutuyordum. Yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan Beylerbeyi Sarayını fark ettim ve az sonrada Beylerbeyi İskelesine vapur yanaşmıştı bile. Her gün koca bir ızdırap olan otuz dakikalık yolculuğum, bugün bitmesini istemediğim bir filme dönüşüvermişti. Vapurdan indiğimde geri dönüp o eşsiz Boğaza bir kez daha baktım. Sanki ayaklarına o uzun çubuklar takmış bir palyaço gibi Boğaz Köprüsünün tüm endamıyla bana el salladığını gördüm. “Sonunda ruhumu hissettin, sevgili insançocuğu” diye sesleniyordu arkamdan. Birden kendimi el sallarken buldum… Bana gülümseyen bakışları umursamadan uzaklaşarak, tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi sekerek evimin yolunu tuttum. İstanbul’un ruhunu sonunda benimle de paylaşmıştı…

İstanbul sizinle de ruhunu paylaşmak ister mi acaba? Yoksa henüz çok mu erken? Bunun cevabını sadece siz verebilirniz… Sizin yerinize yaşayan ve karar veren beyinlerden sıyrılmayı başardığınız zaman!

Sonsuz…

 
Toplam blog
: 4
: 365
Kayıt tarihi
: 17.01.07
 
 

1992 yılında Maltepe Askeri Lisesi'ne girdim ve 1996 yılında Kara Harp Okulu'ndan ayrıldım. Aynı yıl..