- Kategori
- Felsefe
Akıl imanın nesi olur
Akıl sözcüğü, kökbilimsel (etimolojik) olarak “bağlama, engelleme, alıkoyma, menetme, dizginleme ve gem vurma” anlamına gelmektedir. Bu kök mânâ Türkçeye “düşünme, anlama, kavrama gücü; öğüt, salık verilen yol; düşünce, kanı; ruh ve bellek” olarak yansımıştır. Teknik bir terim olarak ise, tartışmalı bir anlam dağarcığına sahiptir akıl. Özellikle düne ait olanlar, değişkendir ve yoruma muhtaçtır. Elbette kök ve sözlük anlamından tamamen kopuk bir akıl değildir geçmişte kalan. Bazen bağlantı kurmak çok kolay olmasa da ilk anlamlar, daha sonraki yorumları bir şekilde etkilemektedir.
Düne yansıyanın peşinde bugünü kurarken ortak bir bağa sahip olduğumuzun farkında olmak, tarihsel süreçte ister istemez farklılaşan akıl anlayışlarını kavramayı kolaylaştıracaktır. Özellikle de bu çalışmada temellendirmeyi deneyeceğimiz akıl-iman ilişkisine Modern algının yarattığı din-felsefe ya da ilahiyat-bilim çatışmasına karşı çıkan bütünleştirici bir çerçeveden bakabilme imkânı sunacaktır.
Akıl ve iman düşünce tarihinde içiçe geçmiş iki kavram olmasına rağmen, dinle felsefenin karşı karşıya getirilmesiyle ayrışmaya başlamıştır. Dindar bakış, imanı öncelerken felsefe tarafında olanlar akla tutunur olmuşlardır. Bir tercih midir bu? Akıldan ya da imandan yana olanlar neye karşı neyi öne sürer? Savunulan nedir? Hangi gerekçelerle haklı kılınır?
Şimdinin anlam dünyasına dikkate değer katkısı olan tarihsel süreç, çeşitlenen akıl anlayışları doğurmuştur. Artık akıl, çok kere geçmişinde biriken çoklu anlam dağarcığına referansla Kuranıkerim’de, felsefede, kelamda, tasavvufta, belki de her bir ilimde farklı bir yüzle görüntülenir olmuştur. Tabi ki derdimiz aklın nasıl münafıklaş-tırıl-dığı değil. Bizim nazarımızda aklın farklı yüzlerle tezahür ettiği de yok zaten. Çünkü akıl, sahibini tavır almaya sevk eden, koruyan kollayan, sınırlayan, bağlayan bir güç esasta.
Geleneksel İslam düşüncesinde bilgiye bağlanır bu güç (Bolay, 238). Tarihsel süreçte ise, bütün varlığı kuşatan zihinsel bir etkinlik, gerçeklerle kurulan bağlantı sonucu ortaya çıkan bir bilme ve bilgi olarak belirir. Etkileyen ve etkilenen bir bilgi olarak aklın farklılaşan görüntüler sergilemesi gayet doğaldır. Zira her görüntü tarihseldir. Olup bitmişliği resmeder. Aklın görünen yüzü de aynı kaderi paylaşacaktır. Ancak akıl özsel olarak bir olup bitmişlikle kayıtlanamaz. Çünkü aynı zamanda kayıtlayandır. Her kayıt altına alma ise, hem bir bilme hem de bir bilgidir.
Akıl, bilgi oluşuyla dışsal, biliş olması hasebiyle içseldir. Lâkin dâhili ile harici arasında döngüsel bir etkileşim ve iletişim vardır. Ancak bireysel açıdan belirleyicilik dışsaldan daha ziyade içsel olandadır. Bağlayandır içsel olan. Bağlanılan ya da bağ kurulan ise, dışarıdadır. Dışarıda kalana karşı takınılan içsel duruş da, güvenlik kaygısından hareket eder. Bir bakıma dışarıda kalanla kurulan içsel bağ engelleyen, alıkoyan, dizginleyen bir bilgiye ve bilişe dönüşür. Bu, aynı zamanda bir dışarılaştırmadır. Dışarılaştırma dışarıda bırakma değildir. İçsel dışsal olanın bütünleşerek güvenilirliğin tesis edilmesidir. Dışarılaştırılan bağlayıcıdır artık; zira güven verir.
Akıl, güvenilir olana bağlayandır. Güvenilir olana bağlanan ise, akıllıdır. Bu durum, aklın kökanlam itibariyle “emân” kökünden türeyen imanla yakın ilişki içerisinde olduğunu ifşa eder. Güven içinde bulunmak ya da güvenmektir emân. Emin olmaktır. Endişeden kurtulmaktır. Korkmamak veya korkusuz olmaktır. İman ise, “güven duyarak tasdik etmedir. Sağlamlaştırmadır” (Sinanoğlu, 212).
Akıl konusunda dile getirilen döngüsellik iman için de geçerlidir. Aklın bağ kurabildiği dışsal bilginin güvenirliğinin içsel olarak onanması vardır imanda. Teknik bir terim olarak “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek” (İslam Ansiklopedisi, c. 22, “iman” md.) anlamına gelen iman, dışarıda olanın araştırılmasıyla elde edilenlerden beslenen bir itminandır. İtminan, huzur ve güven verir. Araştıran akıldır. Aklın kurduğu bağ, dışarıda olanı güvenilir kılar. Dayanaktır. Dayandırma, dışsallaştırmadır. Tasdik ise, dışsallaşanın içselleşmesidir. Doğrunun gönülde yer bulmasıdır. Kuşkulanılmayan, kesin ve doğru olan güvenli bir inançtır.
İnanç, genel bir kavramdır. İnançlar vardır aklın onadığı ya da akıl erdiremediği. Akıl üstü müdür bazı inançlar? Akıl, suskundur bu sual karşısında. Suskunluğu, sualin anlam dünyasında bir karşılık bul-a-mamasındandır. Bağlama güçlüğü çeker. Temkinli davranır. Uyarıcıdır. Güven vermediğini söyler. Bir de karşı durduğu inançlar vardır aklın. Uzak durulması gerektiği apaçık olanlar. Korkuyla, belki de bir bilinmez sanılana yönelimin doğurduğu şaşkınlıkla, belki de çok doğru görünen bir gerekçeyle sahiplenilenler. Akıl, kolayca ilişkiye geçer onlarla. Sorunlu olduklarını tespit eder. Pek çoğu hayal ve kuruntudur. Sanıdırlar. Saçmadırlar. Bazen ehemmiyetli olsalar da, emniyetli değildirler. Onlara iman edil-e-mez, sadece inanılır. Zira ötesi meçhuldür. Akıl öteler onları. Ama hep bizimledirler. Vazgeçilmezlikleri, belirsiz olmalarındandır. Aklın belirlenemeze karşı aldığı bir tavır olarak algılanmamalıdır bu hâl. Çünkü inançta karşılaşılan; belirlenemezlik değil, belirsizliktir. İman ise dışımızdaki, bizi aşan belirlenemezin bizde belirmesidir. Belirlenmesidir. Belirlenemezi, belirleyendir akıl. İnançtaki belirsizlik ise hem başlangıç hem de sonuçtur. Aklın belirlenemezi belirleme girişimiyse bir başlangıçtır. İmansa sonuçtur. İnanç, aklın karşısında da olabilir, yanında da. Fakat aklın ötesinde ya da karşısında yer alamaz iman. Akıl iman içredir, iman akıl içre.
Hayati öneme sahip inançlar da vardır. Belirsizlik onlar için de geçerlidir. Ama korunmalıdırlar. Yoksa durur yaşam. Paranoyaklaşır kişi. Tecrübenin veya alışkanlığın getirdiği itimat üzere etkindirler. Otobüse binerken şoförün kaza yapmayacağına ya da berberin boğazımı değil saçımı keseceğine inanmam böylesi inançlardandır. Akıl burada hiçbir zaman bu tür bir inancın tersi bir hâdisenin olmayacağına onay vermez, veremez. İnancım havada da kalabilir.
İnanmak risktir. Kumardır (Pascal, 150). Sonu kestirilemez. Fakat imanda kumar oynanmaz. Kumarbaz imanı olmaz Kumarbaz inancı olur. Kazanacağına inanır kumarbaz. Ama kaybedebilir de. Lakin iman eden, akıl içre güvenle hakikat yolunda olduğunu; itimat ederek bağlandığının onu yolda bırakmayacağını bilir. Her yönden mükemmel olandır dayanağı. Ancak bir bilinmeze kilitlenen inançlar, kusurludur pek çok yönden. Güven merkezli bir bağlanma olan imanla belirsizlikle kurulan sanal bağdan beslenen inanç eşdeğer değildir. Aklın karşısında ya da ötesinde konumlanarak akıldışı bir güven telkini inancın ontolojisini verir. İmanınki ise, aklın takılmadığı bir itimat ve itminandır.
Akıl, duygu ve vehimden farklıdır. Hakikati kavrama, doğruya ulaşma gücüdür. İman, hakikatin, doğrunun kalben tasdikidir. Akıl, tetkik eder. Ayrıştırır. Eler. Düzenler. İman onu tamamlar. Akla baskı yapan hayal ve duygudan kaynaklanan vesveselerin, yanlış inançların, yönlendirmelerin önünü keser. Bütünlüğü sağlar. Dışarıda olanla içerde olanın hakikat düzleminde kesişmesidir aklın imanla ilişkisi. Ancak geçmişteki bazı yansımalar, ayırmıştır onları. Kafalar karışmıştır zaman zaman. Hıristiyan dünyanın akıl-iman karşıtlığı da böylesi bir kafa karışıklığından mülhemdir. Gerçekte akılla karşı karşıya gelen iman değil, aklın itimat etmediği inançlardır.
Tetkikten taklide: “credo, ut intellegtum”dan “credo, quia absurdum” ma.
Akıl-iman ilişkisinin bütünleştirici değil de, ayrıştırıcı bir bakış açısıyla okunması, Hıristiyanî bir etkidir. Oysa İslamî gelenekte akıl, imanda olmazsa olmazdır. Ayrışmaları mümkün görünmemektedir. Akıl iman ilişkisini görmede bizi ters yöne sürükleyen Hıristiyanlığın çatıştırıcı olmasının temel nedeni dinle felsefe arasındaki gerilimdir. Din–felsefe ilişkisindeki gerilim, özellikle Hıristiyanlık söz konusuysa, akıl-iman karşıtlığına dönüşür. Dini felsefenin karşısına koymakla imanla aklın kavgalı olduğuna inanmak, genelde ortak isteklendirmelere ve bilgisel düzleme sahiptir.
Yaşanan evreleri, kalın çizgilerle birbirine bağlarsak, ilkçağlarda Yahudi düşünür Philon’un İsa’nın dinini israilî bağlamı göz ardı etmeden felsefeyle harmanlama girişimi, Plotinus’la zirveyi görür. Philon teoloji yapar, Plotinus ise felsefe. Ama her ikisinin de temel dayanağı, dinî yapılar ve yaşadıkları dönemde benimsenen kozmogonidir. Ortaçağlara aktarılan bu din destekli felsefe, Patristik dönemin samimi Hıristiyanlarının ilgisini çeker. Lakin felsefe, kışkırtıcıdır. Dürtükler. Akılla bağlar. Din ise, itaat ister. Teskin eder. Sağlamca bağlanmadır (religio) din. Akıl ise bağlayıcıdır. Bağlayıcı, bağlanmadan rahatsız olur.
Hıristiyanlığın tarihinde bağlanmayı gerektiren bazı temel ilkeler, mesela teslis, bağlayıcı olan aklın aklına yatmaz. İki ayrı yol çıkar, hakikat yolcusunun karşısına: ya din ya felsefe. Birinden biri tercih edilmelidir. İkisi bir arada olamaz. Bir varsa diğeri yoktur. Papaz Tertullianus, bir anlam veremez “Kudüs’ün Atina’da ne işi olduğuna” (Heinzmann, 25). Bağlanılanı bağlayana feda eder. Fakat Augustinus’un kafası karışıktır. Bağlanılanın bağlayandan ayrışmasına gönlü elvermez. Bir şekilde ilişkilenmelidirler. Hıristiyan inancının akılla dansı da bu iki bakış arasında gelir gider.
Tertullianusçu yaklaşım, aklın dışında ve karşısında yer alır; saçma bile olsa bağlanmayı savunur (credo, guia absurdum). Augustinusçu çizgi ise, tam bir gelgittir. Kesiştirebilme umudundan beslenen bir kararsızlık olarak tezahür eder. “Akletmek içindir inanç” (crede ut intelligas) ya da “inanmak içindir akıl” (intellige ut credas) (Heinzmann, 70). Aynı düzlemde midir inanan akılla akleden inanç? Augustinusçu tarzın zorladığı kapıdır bu. Acaba bağlayanla bağlanılan aynı dili konuşabilir mi? İki ayrı kutupsanız bütünleşme, ancak dışarıdan içe doğru yapılanan bir uzlaşmayla teşekkül eder. Ancak bağlanılanla bağlayan arasında nasıl bir uzlaşma olabilir?
Bağlayan bağlanılandan hareket eder. Kendine güvenli bir zemin oluşturmaya çalışır. Bu, bağlanılanın kısmen dışarıda bırakılmasıdır. Zira belirleyici olan bağlanılan din değil, bağlayan akıldır. Din bağlanılandır. Bağlanmaya karşı çıkar. Bağlanılmaktan taviz vermez. Bağlanma ise akla terstir. Bağlanılan değil, bağlayandır akıl. Din ve akıl ayrışmışsa Tertullianusçu son, kaçınılmazdır. Ya hep ya hiç mantığına tutunur bağlanma. Augustinusçu arayış ise, yol ayrımıdır. Hıristiyanlık tarihinde Thomas’la zirveyi gören imanın aklın üstünde olduğu söylemi, bağlanmanın itirafıdır gerçekte. İmanı aklın karşısına koymakla aklın üstüne çıkarmak arasında sadece tavır farkı vardır. Akıl üstü olan karşısında aklın susmasını isteme (Wittgenstein, 170), kaçıştır. Her şeyi kendi karanlığında bırakmadır. Oysa akıl, nerede susacağını bilir. Saçmanın akıl üstüne dönüştürülmesi, susulacak bir mevzu değildir (Yazır, 276, dipnot 5). Susmamıştır da. Konuşan akıl, akıl üstü denileni ve akıl dışı olanı çıkarmıştır hayatından. İman edememiştir. Ne imanın hizmetinde olan akıl, ne de aklın bir kenara bıraktığı iddia edilen iman sadra şifa sunmamıştır. Yollar ayrışmış, sorunlar çetrefilleşmiştir. Oysa aslolan karşıtlık değildir akıl ile imanda.
Hıristiyanlığın kurguladığı aklın karşısında mevzilenen iman, esasen bir inançtır. Bağlanmayı öne alan bir inanç. Bağlanacaksın ve ötesini soruşturmadan umut edeceksin. Umut güveni tesis edecek yavaş yavaş. Bağlayandan hareketle değil, bağlanılanı esas alan bir güven oluşacak nihayette. Şimdi imandan söz edebiliriz artık. Ama Hıristiyan imanıdır bu. Aklın başta yer alamadığı ve daha sonra kerhen eklemlendiği iman.
Aklın bağlanılana bir çift sözü vardır elbet. Bağlanılanı tahkik eder. Kârı zararı hesaplar. Bağlayıcı olmadığından bağlanılandan hareketle bir seçime zorlayabilir inananı. Thomasçı imandaki iradî açılımın vardığı son duraktır bu, Hıristiyanî akıl-iman ilişkisinde. Aklın üstünde olduğu kabul edilen bir iman ve mümine vaat edilenlerle kâfire yapılan tehditler arasında yol bulmaya çalışan bir akıl vardır ortada. Burada akıl, dışarıdadır. Kayıtlamaz, Seyreder. Tetkik eder ve umut edilenden yana konulan tavra meylettirir. Faydalı olana karşı duyulan istektir Thomasçı imanın dayanağı. Aklın söylediği, kurtarıcı olanın seçilmesinde fayda bulunduğudur (Dönmez s. 97). Ama faydayı umut eden bağlanmanın ne olduğu hâlâ karanlıktır. Akıl dışıdır. Akıl ötesidir. Aklı bağlayan bir imandır Hıristiyanlığın önerdiği. Oysa akıl bağlanmaz, bağlanamaz. Bağlar.
Aklî tetkikten kalbî tasdike: ex cogitatione’den ad assensum’a
İslam, imanda bağlanılandan yola çıkmaz; bağlayanı önceler. Müslüman imanı, aklın bağladığı güvende açığa çıkar. Aklın bağlaması, tetkik ve tahkikle olur. Tahkik, güvenin tesisidir. Güven ise tasdiki getirir. Tasdik, zahiren dilde esasen kalpte vuku bulan bir doğrulamadır. Hakkın teslimidir. İnkârı ve istikbârı dışlar. Tahkik edene kalbin verdiği bir onaydır tasdik. Bağlanılandan daha ziyade, bağlayandan güç alan kalbî bir edimdir. Verilmez edinilir (Tehanevi, 451). Bahşedilen işlenmeye hazır bir yetidir sadece. İşlenmezse bir değeri yoktur. İşleme oluşmadır, oluşturmadır. Akıl, oluşan ve oluşturandır.
Aklın oluşturduğu güvenli alanda gönülden dile dökülen imanî tasdik, içten dışa doğru yapılanan bir teslime evrilir. Bağlayıcının dışarıda olanı bağlanılır kılma ameliyesidir tasdiki iman. Güvenilir olana bağlanmadır teslim olma. Hıristiyan imanıyla, Müslüman imanının ayrıştığı temel dinamiktir içten dışa olan tasdik ve tasdikle dışsallaşana teslim. Teslim olma aklen, fikren, ruhen, bedenen; bütün varlığınla güvendiğine dayanmadır. Dayanılan dışarıdadır; ama içerde olanla kavgalı değildir.
Akla rağmen benimsenen dışarıdan içeri tazyikli çaresizliklerle veya beklentilerle örtülü bir dayatmadır. Zorlamadır. Zoraki iman, hakiki iman olmaz. Zoraki iman, kör bağlanmadır. Bağlayanla bağlanılan arasındaki iletişim, çok zayıftır. Sıkça kopar. Hakiki iman ise, bağlayanla bağlanılanın içiçe olduğu güvenli limandır. Liman, güven içindir. Güvensiz limana bağlanma, aklın kârı değildir. Güvensiz liman, gerçek imanın mekânı olamaz. Güvenlik, tehlikeden azade olmaktır. Dışa karşıdır. Dışardadır tehlike zira. Dışardan içe kurulmaya çalışılan güven, sıkıntılıdır. Baskı oluşturur. Bağlanılana bağlanan güven huzursuz eder.
Huzursuzdur pek çok Hıristiyan azizi. Huzur ararlar, gözden ırak karanlık mabetlerde. Aydınlanmayı bekler. Yüreğindeki daralmanın açılması adına umut bağlar, karanlıklara. Oysa Müslüman ilk adımını aydınlıkta atar. Her adımda bir kibrit çakılır karanlığa. Atılan her adım bilinmezden, güvensizden arındıran bir bağdır. Bağlar aklı örer. Akıl, karanlığı bağlar; yoksa akıl karanlıklara bağlanmaz, bağlanamaz. Doğasına terstir.
Bağlayana değil de bağlanılana tutuna iman taklididir. Henüz aklın tetkik etmediği bir muammadır. Belirsizliklerden beslenen taklidi iman, inançla eşdeğerdir. Taklit edilen aklın denetiminde tahkik edilmedikçe sadece pratikte değerlidir. Sanal bir gerçekliği vardır. Kurtarıcı değildir. Yanılgı olabilir. Yanıltabilir.
Taklit, tetkikle tahkike açılmalıdır. Tetkik dışarıda olanadır. İçte olan ise, dışsallaştırılmadan tetkik edilemez. Dışarıda olanın ya da dışsallaşanın tetkiki akla düşer. Tetkik edendir akıl. Tetkik, dışındaki kapalılığın bağlayanla içselleşmesi, açıklık kazanmasıdır.
Her bağlama girişimi, içerden dışa yayılan bir güvenliktir. Bağlayanla bağlanılanı dışsallaştırmadır. Güvenmedir. Güven dışa dönüktür. Dışarıdaki güvenli olana bağlanma ise tasdiki imandır. Tasdiki iman kalbin eylemidir. Kalbî tasdikin ikrarı ise, bütünlüğün sağlanması içindir sadece. İkrar, kalbî tasdik olan imanda dışarılaştırmadır. Zahiri göstergedir.
Gösterge, her zaman düzgün çalışmayabilir. Özellikle bağlayanla bağlanılan arasında hercümerçse kalpte son bulan iman, göstergeye güvenilmez. Dilden gönle inmeyen bağlarlarla bazen aklın karşısında bazen dışında bazen de üstünde seyreden hezeyanlar, iman kisvesine bürünür. Münafıklaştırılan imandır bu. İçi başkadır, dışı başka. Münafıklaştırılan imana yönelen akıl, başka başka bağlar kurar. Açmazlarla karşılaşır (Kierkegaard, 200). Bağlanılan bağlamışsa bütün yolları, aklın kaçışı münafıklaştığı sanısını doğurur aslında. Nasıl münafık iman yoksa, münafık akıl da olmaz zira. Münafıklaştırılan imanlar gibi, münafıklaştırılan akıllar vardır sadece. Zaten bağlayıcı olan bir akıldan söz etmek mümkün değildir. Münafıklaştırılan akıllar, bağlayan olamaz. Bağlanılandırlar. Bağlanılan çoktur, bağlayansa tek. Bağlayan bağlanılana dönüştürülemez, bağlanılan da bağlayana. Ayrıştırmamalıdır yolları. Son kertede bir teslimiyet olan İslam’ın imanı, birliğin ve bütünlüğün tezahürüdür; yoksa farklı şeritlerin kesiştirilmesi değil. S.D.