- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Aklın İstilası Eks.de Düşünmek
Aklın İstilası Eks.de Düşünmek
Aklın İstilası Ekseninde Düşünmek-1.
İnsan olmanın en temel özelliği iradi bir varlık olmasıdır. İradi özelliği ondan çıkartılarak sadece bedensel yönü bırakılacak olsa o, bir tür hayvan olmaktan öteye gidemez. Bundan hareketle İnsan iradesinin kısmi sınırlandırılması da insanı tam manası ile değil kısmi insan özellikli yapacaktır! Ufku olmayacak, hayalleri olmayacak, düşünceleri belirtmek, yazmak v.s tamamen kısıtlanmış olabilecek. Belki ona sevmek ve sevilmekte unutturulabilecek, iyi ve kötü kavramlarını tanımayabilecek, kısırlaştırılmış olabilecek, hayâ duygusu yok edilmiş, aile olarak yaşamak arzusu minimize edilmiş olabilecek. İstenirse sadece yediği içtiği v.s şeylerden seviyesi ayarlanmış düzeyde tad alabilecek! Ve benzeri şeyler!..
Öyleyse, İnsan insanlığını tanıyabilmeyi iradesinin serbestiliği ile, hür düşünce ve hür vicdanlara sahip olarak yaşama lezzetini alabilmesi ile mümkündür. İnsan, yaratıcısı olan Rab’binin kendisine lütfettiği cüzi irade boyutunda dünyayı, evreni, görevlerini, iyiyi, kötüyü tanıyacak, seçecek ve bu dünyadan göçeceğini bilecek. Ya da kendince bilmezlikten ve bilinmezlikten yana yönelecek, tercihi ile kendi yolunu seçmiş olacak!
İnsan iradesinin serbestliğinden söz edebilmemiz için öncelikle insanın aklının doğal veya yapay etkiler nedeniyle sağlığını kaybetmemiş olması gerekir.
Allah(C:C.) ‘ın irade tahsis ederek yarattığı insanın akıl ve bedeni ile oynayarak onu insanlıktan çıkaracak olan insanlar, Kabil’in Habil’le yaptığına benzer bir şeyi yapmış olacaklardır. Çünkü iradesi tecavüzlere maruz bırakılarak katledilen insan kendi tercihi dışında Allah’a karşı sorumlulukları unutturulan, zafiyete uğratılan veya yok edilen insandır!
Bu, bunu yapanların veya yapmayı planlayanların Allah’a karşı savaş açtıkları anlamına gelir!
Hatırlatmak isterim ki: Daima Galip Olan Allah’tır.
Vatan var vatancıklar var! Bizler vatanımızı vatancık değil de vatan olmasını istiyorsak, öncelikle bizler, insancıklar olarak değil, İnsan olarak kalabilmemiz ve İnsanlar olarak hayatımızı sürdürebilmemiz gerekir. Hangi milletin vatanı olursa olsun, bir vatanı oluşturan insanların;
Akılları kendilerinin orijinal akıl mekanizmaları olarak kalamayacaksa, vicdanlarının da kendilerine özgü, orijinal olarak kalması düşünülemez!
Vicdanları ve akılları bir şekilde kontrol altına alınmış ya da alınacak mekanizmalar tesis edilmiş, gerektiğinde ise bu mekanizma ve sistemlerle akılları kolayca virüsleşebilecek konuma getirilmiş olan toplumlar hür toplumlar olarak yaşayan toplumlar olmayacaklardır.
Akılları ve vicdanları hür olan fertlerden kendilerine özgü düşünceler ortaya çıkabilir.
Akılları ve vicdanları virüslenebilecek fertlerden kendilerine özgü, orijinal fikirler ve düşünceler beklenemez.
Akılları ve vicdanları kendilerine özgü, orijinal fikirleri ve düşünceleri olmayan, birbirleri ile doğal bir etkileşim içinde olamayan toplumların vatanlarının bağımsız olması da beklenemez.
Bu kastettiğimiz virüs, insanın doğal ortamındaki var olan maddi, manevi ve kültürel varlıklardan, eğitilmiş ya da eğitilmemiş insan kitlelerinden oluşabilecek, ortaya çıkabilecek bir etkileşim türü değildir.
Bu günümüz teknolojisinin bütün ileri seviyede bir sistem olarak bütünleşmiş araç gereçleri ile gerçekleştirilebilecek olan bir silahın kullanılması ile kullanılmasına meydan verilmesi ile gerçekleştirilebilecek olan bir virüstür.
Bunun araçlarından biri internettir. Tek başına bunu sağlayamaz.
Bunun araçlarından biri akıllı telefonlardır. Tek başına bunu sağlayamaz.
Bunun araçlarından biri tüm toplumun kimlik bilgilerinin ve aile bağlarının, gün gün, yıl yıl el, yüz ve göz hareketlerinin, beden yapısının, beden izlerinin, aile içi ve aile dışı konuşmalarının yabancı, yıkıcı ve tahakküm altına alma gayesi olan akılların/Ulusların eline geçmesidir.
Bunun araçlarından biri genetiği ile oynanmış ürün ve gıdaların ülkede yasak olmaması, yaygınlaşmasıdır.
Gıda güvenliğinin tam olarak tesis edilmesinden imtina etmektir. Kontrol edilmeyen gıdalar üzerine art niyetli olarak insanda hastalık yapan maddeleri serpiştirebilecek örgütlü çevreler olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Bunun araçlarından biri dijital teknoloji alanında geliştirilmiş “takip, dinleme ve etki” cihazlarıdır.
Bunun araçlarından biri, toplumların uyanıklığının köreltilmesi, kendi hayatiyeti için elzem olan, tehlikeli olan şeyler için bile hissetmez, anlamaz, gale almaz bir toplum haline getirilmesidir.
Oysa, insanlığın başına gelen her türlü felaketler, yıkımlar tüm insanlığın hafızasında tecrübe hanesine girmeli, yaşadığı tecrübeler, yaşamak istemedikleri için birer yol gösterici, yordam öğretici olmalıdır.
Bazı devletler bazı hususlarda neyi, nasıl yapıyorlar, davranış biçimlerine kısaca şöyle bir göz gezdirelim.
Dünyanın nükleer güç ile başlayan baskılanma ve yönlendirilme dönemi, henüz tamamlanmış olmasa da yavaş yavaş geride kalıyor.
Nükleer güç olan devletlerin elinde en korkunç kimyasal silahlar da yok muydu sanki?
Mesela, bir 1993 Uluslararası Kimyasal Silahlar Anlaşması (KSA) var. Hadi bakalım herkes stoklarını açıklasın ve onları uluslar arası denetime açalım denmiş!...
ABD, Rusya, Hindistan ve Güney Kore’den, 70.000 ton eski, kullanılmayan stok ve üretim tesisleri bilgisi verilmiş. Dört devletten sadece üçü stoklarını imhaya başlamış!
Peki, Nükleer Kısıtlama Anlaşması (NKA), Ortak Tehdit İndirim Programı (OTİP) gibi nükleer anlaşmalar, elinde nükleer silah bulunduran ülkelerin elindeki bu silahların tümüyle ortadan kaldırılmasını mı sağladı yoksa baskılanma altında oldukları halde bu silah ve enerji gücüne sahip olamamış devletlerin, kalkınma amaçlı temel enerji ihtiyaçları için bile olsa adım atmalarının engellenmesini mi sağladı?
Fakat biz şunu biliyoruz ki atom bombası tek bir devletin (ABD) elinde mevcutken, dünyada tek bir defa Japonya’ya karşı kullanıldı. Bu gün dünyada 40’ı aşkın ülkede nükleer malzeme veya nükleer silah bulunmaktadır.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (1970 yılından beri yürürlükte).
Bu anlaşmanın akabinde yapılan bir dizi uluslar arası anlaşmaların başarı paylarının olduğunu, Japonya’nın uğradığı felakete diğer devletlerin de uğramasının önlenebildiğini kabul edebiliriz. Fakat öbür taraftan, şunu da düşünmeden edemiyoruz… Acaba bunda başarılı olunmasının asıl nedeni sırf uluslar arası anlaşmaların varlığımı yoksa ilk kullanılmasından sonra nükleer güce başka ülkelerin de sahip olabilmesi mi? Dolayısı ile kimi orantısız güç kullanmaktan çekinmeyen devletlerin misillemelere maruz kalabilecekleri korkusunu yaşamaları mı?!
Ozon tabakasının delinmesi ve küresel ısınmaya sebepleri anlatılırken, kutup ayılarının hayat alanlarının kaybolmakta olduğu ve belli bir zaman sonra, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerin sular altında kalabileceği bilimsel verileri ortaya konuluyor, bunun dünyada gerçekleştirilen bazı üretim ve üretim biçimleriyle alakalı olduğu bazı kaynaklar tarafından dillendirilebiliyor ya…
Bir taraftan 19.yy’da sanayileşmesini tamamladıktan sonra dünyayı kirletmekte zirveye ulaştıranlar varken, yeni yeni bir şeyler üretebilme çabasında olan ve işsizliğini bir nebze çözme çabasında olan ülkelerin, bu çabalarının, “uluslararası anlaşmalarla” güme gitmesi söz konusu olabilecekken ve yine de işin içinde, “dünyayı temiz bırakmak varken”, insanlarının aklına niye bir “p..tluk gelsin ki”, değil mi?!
Mesela bir de biyolojik silahların yaygınlaşmasının engellenmesini amaçlayan uluslar arası BTSA uyum protokolü vardı. Bush yönetimi 2001 yılında bu taslağı kabul etmemiş! Bak sen şu işe!..
“ABD ve Çin’li bilim adamlarının Çin’deki “Atnalı Yarasa’larından insanlara bulaşabilecek yeni tip Koronavirüs üzerine çalışma..” yaptıkları ve bunun “2015 yılında yayınlanan bir makalede…” söz konusu edildiği bilgisini incelemek ve dikkate almak önemli değilmidir?
Almanlar’ın Coronavirüs’ün Geleceğini 8 Yıl Önceden Öğrendiklerine ilişkin bir gazete haberi çıktı!
Eğer bu bilgiler doğru ise o zaman dünyada yaşanan Kovit-19 hadiselerinin aslında bir tatbikat, bir aldatmaca ve başkaca planların ön adımları olarak tasarlanan ve hem insan canına kıyılarak oynanan bir tiyatrodan ibaret olduğunu düşünmemiz gerekmez mi?
Radyolojik silah gücüne sahip olan ve bu gücü geliştirmeye çalışan malum devletler, bu programlarını inanılmaz seviyelere çıkartırlarken bile, gerek kendi vatandaşlarına ve gerekse ikinci, üçüncü dünya ülkelerine taşıdıkları araştırmalarıyla ne akla gelmedik kanunsuzluklara imza atmış ve attırmışlar, bu sayede ne büyük canlar yakmışlar ve ne büyük korkunç, dramatik yıkımlara sebep olmuşlardır, bunu ve bunun boyutlarını bilenimiz var mı?!...
Mesela, henüz uluslar arası platformlarda masaya yatırılmamış ve kesinliği tüm delilleri ile gösterilmemiş olsa da, bir an için Covid-19 salgınının yapay olarak çıkarılmış olduğunu varsayalım ve bunu tasarlayanların ne işine yarayabileceğini düşünelim!...
-Kullanımda olan paralar yolu ile virüsün insanlığa bulaşmasının gerçeklilik yönü var mı? Var.
Öyleyse düzenlenebilecek bir uluslar arası toplantıda, “insanlığı tehtid eden” bu materyalin bu tehlikeli yönü , “dijital paralara geçelim!…” propagandalarını besleyebilir. Böylece şer planların peşinde olan eğemen dünya güçlerinin istediklerini yaptırabilmek için meşru bir gerekçeleri olmuş olur değil mi? Evet olur.
Peki “Dünya İmparatorluğu!..”, “Yeni Dünya Düzeni!..” için ortak bir dijital para gerekiyor mu? Gerekiyor!.. Bunu birçok uzmanının dilinden, kaleminden öğreniyoruz. Fakat o zaman ulusal paralar ne olacak? Yavaş yavaş ulusallıkta, millilikte ortadan kaldırılabileceği için tabi ki paralarına da gerek kalmayacak. Olur mu? Olabilir!
Milli-Ulusal para, bağımsızlıkta ki seviye derecesi kayda girmeye yetecek kadar az bile olsa, bir devlet olmanın en önemli göstergelerindendir.
Peki, şöyle bir yaygara daha kopsa: “Bu Covid-19 ve benzeri virüsler teröristlerin eline geçebilir, istedikleri anda, istedikleri ülkede salgın başlatabilirler. Kanunsuz isteklerine boyun eğilme durumu ortaya çıkabilir, malum şu kadar sayıda insanın ölmesi sözkonusu!!!.. “ “Eee ne yapacağız? Nasıl önlem alacağız?” “Kolay! Tüm insanlara, fakat önce teröristlerin çıkabileceği ülkelerden başlayarak takip, kontrol ve hatta gerektiğinde müdahale yapabilmek için “mikrocip” takabiliriz, yeter ki uluslar arası yasal zeminleri hazırlamış olalım! “
Şunu da hemen tahmin etmiş olalım!.. “Dünya İmparatorluğu!..” kurulmasına öncülük eden akıl sahipleri ve onların çevresinde olanlara, onlara yardım edenlere niye takılsın bu cipler, onlar terörist mi canım?! Bu önlemler teröristler ve terörislik potansiyeli olan insan topluluklarına takılmalıdır, hatta şımarık devletlere de cpular, cipler takılabilir! Takılabilir, niye takılmasın?!
Ya da “hangi uluslara, hangi milletlere tasma takılamaz?!” diye düşünmek lazım ve bu insanlık onurunu taşımaya devam edebilecek Miletler sınıfından olabilmek için ne yapılması gerektiğini!...
Yararlanılan Kaynaklar:
1) taek.gov.tr
2) C.F.CHYBA, Foreign Affairs Dergisi,2002
3) www.ortadogugazetesi.com/dunya/almanlar... /25.Mart.2020
Duran Açıkgöz
12.Nisan.2020