Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '10

 
Kategori
Blog
 

Aklın ufak tefek taşlı yolları ve MB tartışmaları

Aklın ufak tefek taşlı yolları ve MB tartışmaları
 

Uzun ince yollardan biri...


Aslında bloğa üye olduğum ilk günden beri (ki tam üç yıl olmuş) yazmayı planladığım hatta yazmaya çok heveslendiğim bir konu aklın yolları. Ancak ne zaman yazmaya başlasam, konuyu öyle bir dağıtıyorum ki, hangi ucundan tutup başlanacak nerelerde sonlanacak… Bir türlü işin içinden çıkamadığım için sürekli erteliyorum. Geçenler de Sayın Ahmet Yılmaz , bakış açılarımızdaki farklılıkları açıklarken, güzel bir analoji yapıp, bir otelin ormana bakan penceresiyle, denize bakan penceresinden bakanların, aynı otelde oldukları halde farklı manzaralar anlatabileceklerinden ve bunda da yerden göğe haklı olacaklarından bahsedimce epey bir hevese geldim. Ve nihayet, ilk aklıma gelen yerden başlayıp, toparlayacağım diye de uğraşmadan, aklıma geldiği gibi darmadağın yazmaya karar verdim..:))

Sevmiyorum şu aklın yolu birdir sözünü. İlk bakışta insanın üzerinde doğru bir önermeymiş, hatta üzerinde tartışılmayacak kadar kesin bir kuralmış gibi bir psikolojik baskı kuruyorsa da öyle değil işte. Bunu ilk kez fark ettiğimde epey küçüktüm. Yanılmıyorsam ilkokul üçüncü sınıftaydım. Enteresan bir zorundalıkla 5 yaşında okula başladığımdan, demek ki 7 yaşında falan olmalıyım. Bir problemi, bütün sınıfın ve çok değerli rahmetli öğretmenim İffet Aybars’ın aklına gelmeyen başka bir yoldan çözüp, sonuca ulaştığımda, o zaman tam olarak ne demek olduğunu açıklayamasam da, aklın yolunun en az iki olabileceği konusunda ilk deneyimimi yaşamış oldum.

Bu ilk tecrübe yolların birden fazla olabileceğini öğretmişti bana ama bu deneyimdeki yollar aynı yere çıkıyordu nihayetinde. Acaba yollar pek çoktu da sonuçlar ya da doğrular mıydı tek olan?
Zaman içinde bunun da öyle olmadığını gösterebilecek önemsiz anılarım oldu. Ancak otuzlu yaşlarımda çok yakından izleyerek yaşadığım, çok önemli bir deneyim, aklın yollarının peeek çok, çıktığı doğruların da en az onlar kadar çok olduğunu netleştiriverdi.

En yakınlarımdan üç kişi, bir aile büyüğünün bakımı konusunda ihtilafa düştüler. Her üçü de çok sevdiğim benim için değerli insanlardı ve hepsinin koşullarını çok iyi biliyordum. Buna rağmen dışarıdan bakan biri olarak haklıyı haksızı ayırt edemedim. Gerçekten de her birinin koşullarına, durumuna baktığımda, konunun dışında biri olarak, her üçünü de tamamen haklı buluyordum. Aynı Nasrettin Hoca fıkrası gibi bir durumla karşı karşıyaydık.

Sonuçta ortak bir çözüm bulunamadı. Alzheimer hastası ve hepimizin çok sevdiği büyüğümüzü kaybedene dek geçen o birkaç yıl içinde üçü de sadece kendi koşullarının ışığında kendi aklının çözümünün tek yol olduğu konusunda ısrar etti. Sonuçta hastamız eceli geldiğinde Hakkın rahmetine kavuştu, birbirini çok seven ve asla birbirlerini kırmazlar sandığım, aslında her üçü de çok fedakâr bu yakınlarım birbirine kırılıp küstü.

Ortak çözüm bulunabilir miydi? Muhtemelen bulunurdu. Bunun için tek şart önce aklın yolunun bir olmadığını kabul etmek, sonra diğer akılların yollarına ve o yollara yönlendiren koşullara ön yargısız olarak bakabilmek, ille de benim aklımın yolu doğrudur diye diretmemekti galiba. Herkesin koşullarına uyabilecek, herkesin kendi fikrinden ve koşullarından biraz fedakârlık yapabileceği ortak bir yol bulunurdu elbet.
Bütün bunlar yapıldığında bile her zaman ille de ortak bir yol da bulunmayabilir ayrıca. Fikirler esnetilebilse bile koşullar ortak bir noktaya gelemeyecek kadar esnemeyebilir. İşte o noktada tartışmanın kavgaya dönüşmemesi de yine empatiye, hoşgörüye, en önemlisi “acaba benim göremediğim bir noktadan bakıyor olabilir mi” sorusunu da hesaba katmaya bağlıdır.

Geçenlerde “içerden ve dışardan bakmak” diye açıkladı bu söylediklerimi Sevgili Adaşım Yekruseha. Ben de buna “tezgahın arkasından” bakmak diyorum. Çünkü şöyle bir anım var;
18-19 yaşlarındayım. Her şey siyah beyaz ve o kadar idealistim ve o kadar tecrübesizim ki, hiçbir grinin olmadığından adım gibi eminim. Enflasyonun pik yaptığı yıllar… Bir kumaşçıdan birkaç gün önce baktığımız bir kumaşı alacağız annemle. Daha 2-3 gün önce baktığımız aynı topu raftan indirip daha pahalı bir fiyat söylüyor dükkan sahibi. Ben tabi hemen atlıyorum o gençlik heyecanıyla; Zammı anladık da, rafta duran topa da mı zam geldi diyorum. Bununla yetinmiyor epey de tartışıyorum. O kadar eminim ki haklı olduğumdan. Aklın yolu bir yani. Yeni mal olsa neyse ama daha birkaç gün önce rafta duran aynı top bu.
Üzerinden yıllar geçti. Kendi eczanem oldu. Tezgâhın arkasına ben geçtim. Sürsaj yani ilaçlara yeni fiyat basma hakkımız var ama hiç de kullanasım gelmiyor doğrusu. Rafta duran ilacın nesine fiyat basıcam? İlaçlardan birer tane değil de çok olduğu için bir türlü kafam basmıyor aslında..:)) Bu arada mama da satıyoruz ama çok tek tük satılıyor. O yüzden birer tane var rafta. Bu tek tek mamalardan birini sattım birgün. Ve hemen depoya yenisinin siparişini verdim. Mama geldi. Faturasına gözüm ilişti. Aldığım fiyat az önce sattığım fiyattan da fazla. Nasıl yani dedim kendi kendime..:)) Şimdi ben sermayemdeki bir kalemi sattım. Bundan kar payımı ayırıp aynı miktarda malı tekrar rafa koymalıyım ki sermayeden yemiyelim. E kardan da vazgeçtik de, aynı miktarda malı rafa koymam için sattığım fiyatın üzerine para eklemem gerekiyor. Hah işte, o güne kadar sattığım bütün sürsajsız ilaçlar düşünce kafama dank etti mi nihayet?..:))
Efendim ne zaman kendimi yüzde yüz haklı bulsam, hemen kendime derim ki; tezgahın arkasında başka bir durum söz konusu olabilir mi acaba?

Hayat deneyimlerle dolu. Dener dener hala siyah beyaz da takılı kalır başka renk göremeyebilirsiniz. Kolay da aslında böyle yaşamak. Haklı olduğundan emin, şüphesiz, empatisiz sakin sade bir yaşam. Gençken az çok böyleydim. Oradan biliyorum. Aklın tek ve basit yolunu, her şeyin doğrusunu bildiğin, karmaşıklıktan uzak, yalın, rahat bir durum.
İlle de büyümek gerekmiyor yani. E toplum olarak da meyilliyiz zaten böyle ezber işlere, kalıplara, ..izmlere, başkası okusun yorumlasın kalıplaştırsın önümüze koysun uyalımlara, icat çıkarmamaya…
Çok sevdiğim bir arkadaşım çocukları küçükken derdi ki;
-Bana bir cümleyi Türkçe’den çıkarabilirsin diye bir yetki verseler; “Anne bi gel" cümlesini tamamen yok ederim..:)) İşte öyle bir yetkim olsa ben de “icat çıkarma” şeklindeki değimimizi “icat çıkar”la değiştiririm ilk iş olarak
İcat çıkarmak lazım. Bu orta doğu mantalitesinden uzaklaşmak, araştırmak, sorgulamak, didiklemek lazım. Bu topladıklarımızdan, yaşadıklarımızdan, tecrübelerimizden tamamen kendimize ait sonuçlar çıkarmak, bunları başkalarının sonuçlarıyla karşılaştırmak, birleştirmek ve yeniden ayrıştırmak yeniden sorgulamak lazım…

Amaaan ben de ne diyom. Kim uğraşacak sorgulamakla araştırmakla… Kaldı ki bir de bunları birleştirecekmişiz. Sentezle işimiz yok ki analizde gözümüz olsun..:) ) Koy işte kalıp kalıp önümüze, din mi olur, siyaset mi, bilim mi… artık her neyse? Bakıp bakıp ezberleyelim. Yeni bir şey üretmeyelim, icat çıkarmayalım.

Çok iyi dantel ören, hatta bunu bir para karşılığında yapan, yani bu işin profesyoneli diyeceğimiz bir yakınım, gelir gider benim gibi iş, eczane peşinde koşmaktan hayatında başladığı bir danteli bitirme bahtiyarlığına ulaşamamış birinin önüne yabancı bir dergi koyar, şu motifi çıkarsana der. Allah var akıllı da kızdır. Tuttuğunu da koparır ama alışmış, ille de kalıplaştırıp önüne konacak, ona baka baka yapacak. Birkaç kez diyecek oldum. Bak çok kolay bu çizelgeden doluları boşları kaç zincir çekip kaç dolgu yapacağını sayıcan yapıcan. Yok ama genlerimize falan sinmiş. Kafa yorarsak kafamız eskir.

Aha dağıttım konuyu işte..:)) Hatta dedikoduya bile başladım..:)) Efendim nerede kalmıştık?
İlle de büyümek gerekmez, böyle siyah beyaz kalmak rahatlıktır ferahlıktır demiştik. Ama şeytan azapta gerek malum. Kimisine de rahat batıyor. Araştıra soruştura, birleştire ayrıştıra öyle bir noktaya geliyor ki; öğreneceğim, net doğrulara ulaşacağım derken bir de bakıyor ki elinde kalan; hiç bir şey bilmediği, hiçbir şeyden o kadar da emin olmaması gerektiği, elbette kendine göre doğrular oluşturmuş olsa da başkalarının doğrularından da alınacak paylar olduğu…

Yalnız tam da burada bir saptama yapmak isterim. Büyümek doğruların keskinliğinin bilendiği yerdir dedim. Bu biraz da muallakta olma durumudur ve çok net olmak kadar kolay değildir dedim. Burada tarif ettiğim ezbere itibar etmeme durumunu her şeye muhalif olmakla karıştırmamak lazım. Her şeye karşı olmak da her şeye itaat etmek kadar ezberci bir durumdur. Her şeyden yana olmakla her şeye karşı olmanın bir farkı yok çünkü. Her ikisi de bir kalıp sonuçta. O yüzden ezber bozmak ya da söylenmemişi söylemek değimlerini pek sevmiyorum. O katıksız muhaliflik durumu son zamanlarda moda olan sıra dışılık uğruna başvurulan bir yöntem. Bin yıllardan süzülüp gelmiş deneyimleri sorgulamadan kabullenmek kadar sorgulamadan reddetmek de kalıplaşmak bence. Ve herkes sıra dışılık sevdası yüzünden, o kadar söylenmemişi söylemek, o kadar ezber bozmak peşinde ki, en sıradan şey sıra dışılık oldu..:))

Sadede gelirsek; herkesin kendi doğrularını sergilediği bu arena da, yani MB da, tartışmakla, dövüşmenin arasındaki ince çizgiyi tutturanlar da var. Kavga etmeyi, hakaret ve küfür etmeyi tartışmak sananlar da…
Tartışma, kavgayla bitmek zorunda olmadığı gibi, aynı ortak paydada buluşmak, ille de bir tarafın diğerinin fikrini kabul etmesiyle sonuçlanmak zorunda değildir.

Her nehrin yolu ayrıdır. Ve hiç biri yanlış yolda değildir. Hepsi kendi ayrı yolundan aktığı gibi, tamamen ayrı denizlere dökülür. Aynı aklın yollarının milyon tane, vardığı doğruların da binlerce olduğu gibi, milyon tane nehir bin tane denize dökülür. Burada nehirler kendi hikayelerini anlatırken her nehir başkalarının yollarından kendi yoluyla ilgili bilgiler, sonuçlar çıkarabilir. Ama gidip onların yollarından akmaz yine de. Bu her nehrin kendine özgü yol deneyimlerinin anlatıldığı ortamda belki şöyle bir ortak yarar da çıkarılabilir; Örneğin her nehir kendi yolundan akarken her birinin üzerine baraj yapılabilir gibi gibi…
Konu engin söylenecek söz çok. Birkaç gece daha uykusuz kalmayı göze alırsam belki devamı gelebilir…

 
Toplam blog
: 54
: 1158
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

7 Ocak 1960... Hayatın öğrettiği herşeyi okumak ve yazmak için buradayım.....