- Kategori
- Güncel
AKP'nin vicdanla kavgası

İnsan bu, değişiyor elbette, ancak değişim o kadar ağır ki…
Düşünün Menderes devri yaklaşık 55 yıl sonra, bugün yani 2014 Türkiye’sinde vücut buluyor yeniden…
Ee bir yanda yaklaşık %50 ile iktidara gelmiş bir hükümet, öte yanda onu devirme hesabında bir muhalefet olunca çakallıklar da, hinlikler de, hile de, desise de benziyor haliyle…O gün DP ve CHP vardı, bugün AKP ve CHP, fark bu…Yani gitmiş DP gelmiş AKP… Hemen söylemeliyim ki DP-AKP benzerliğini antidemokratik ve antihukuk uygulamaları temelinde yapıyorum.
Tarih 19 Nisan 1960.
Milliyet’in manşeti şöyle: ‘’ Her türlü siyasi faaliyet durduruldu’’
Durduran kim!
Tamamı DP Milletvekillerinden olmak üzere kurulan Tahkikat Komisyonu. Mecliste ezici bir çoğunluğa sahip DP nin Meclisten bağıra bağıra daha doğrusu bağırta bağırta geçirerek kurduğu komisyon…
Siyaseti yasaklamanın daha ötesi var mı, olur mu?
Ee 1950’de seçimi DP aldı, 1954’de de öyle nihayet 1957 de de DP.
Şimdi 1957’ye odaklanalım biraz…
DP %47,87 ile 424 Milletvekilliği, CHP %41,09 oy oranıyla 178 Milletvekilliği aldı…
Garabetin farkında mısınız, DP CHP’den %6 civarında bir fazla oy alıyor ama bunun Milletvekilliğindeki etkisi 424-178=246 parlamenter…
Peki 2011 genel seçimlerinde vaziyet nasıldı. AKP %50 oyla 327 milletvekili ve CHP % 26 oyla 135 milletvekili. Yani % 24 oy farkına karşılık 327-135=192 milletvekilliği. İçinize siniyor mu? Neden alınan oyla doğru orantılı bir temsiliyet sağlanmıyor mecliste?
Şimdi siz bu durumu makul görün, eee sandık deyin öyle mi???
Belli ki Menderes 7 yıllık iktidarı döneminde parlamento dağılımı konusunda gerekeni yapmış, daha az oyla daha fazla Milletvekilliği elde etmenin yolunu bulmuş… Bunun adı ne?
Bu da mı milli irade? Ben söyleyeyim. Bu hırsızlığın bir başka versiyonu o kadar…Bu düpedüz milli irade gaspıdır…
Bu günlerde hükümete karşı direnme tavrı takınan HSYK’ya operasyon hükümetin can alıcı gündemi. HSYK’yı Adalet Bakanı’na bağlama girişimi her çevreden ciddi tepki alıyor. Türkiye kan gölü adeta…
Türkiye’de böyle bir erkler çatışması dönemini daha önce görmemiştik.
Başbakan HSYK’yı fırçalıyor, savcı Öz’ü tehdit ediyor(Öz’ün iddiası böyle diyelim). Öz Başbakan’ı tehdit etmekle suçluyor. Bekir Bozdağ HSYK’ya açıklama yetkin yok diyor. Cemil Çiçek Ombudsman hakkında işlem başlatma çabasında, Ombudsman inkar yolunda. Cumhurbaşkanı gelişmelerden muzdarip ama harekete geçmeye korkuyor. HSYK içinde bir gurup, öteki gruba karşı bildiri yayınlıyor. Korsan bildiri, yetkisizlik söylemleri, açığa düşürmeler gırla gidiyor. Yalçın Akdoğan orduya kumpas vardı diyor, bu kumpasa maruz kalanlar içeride çürüyor. Mehmet Ali Şahin Yargıtay’ın imamından söz ediyor, Yargıtay inkar eğiliminde. Çiçek Yargı’nın öldüğünü söylüyor. Başbakan duymazlıktan geliyor…
Tarihe dönelim:
27 Ekim 1957 seçimlerinin üzerinden 2 yılı aşkın süre geçmiş.
CHP lideri İsmet İnönü Anadolu gezisinde.
İstanbul’da, Konya’da, Uşak’ta, Kayseri’de, İskenderun’da çok büyük olaylar çıkar; polisler İnönü’yü karşılamak isteyen halkı ceberrut yöntemlerle dağıtır.
Demokrat Parti bir bildiri yayınlayarak, CHP’yi halkı ve askeri ayaklanmaya kışkırtmakla ve bütün yurtta kargaşa ve kaos çıkarmakla suçlar.
Muhalefeti susturmanın etkisizleştirmenin çareleri aranmaya başlanır. Yargıyla kim uğraşacak biz içimizde bir komisyon kuralım, hakim de biz olalım savcı da üstelik kararlarımız kati olsun… İtiraz edilemesin, edene de ceza. Nihayet kanunu yapan biz değil miyiz, meclisten iki satır yazı tamamdır… diye düşündüler…
Tahkikat Komisyonu bu fikir temelinde hayata geçirildi…
Şimdi bu komisyonun görev ve yetkilerine değinelim ve sizin demokrasi, hukuk ve insanlık vicdanınıza gönderelim, orada nasıl bir karşılık bulacak bakalım…?
Komisyon:
Muhalefet aleyhinde ortaya atılan tüm iddiaları bu komisyon soruşturacaktı.
Her türlü siyasi faaliyet hakkında önleyici tedbir kararı almak; mitingleri yasaklamak bu komisyonunun göreviydi...
Her türlü yayını yasaklamak, yayın organlarının basım ve dağıtımını durdurmak ve kendilerince gerekli her belgeye el koymak bu komisyonunun görevleri arasındaydı.
Belge arama gerekçesiyle her evi izinsiz basma yetkisi vardı. Yani kutsal sayılan haneye tecavüz meşruydu.
Meclis görüşmeleri ya da önergeler sadece Resmi Gazete’de yayınlanabilecekti.
Hükümet bütün iletişim araçlarından istediği gibi yararlanabilecekti. Yalnız hükümet.
Şu güce bakar mısınız, şu yetkiye…
- Komisyonun alacağı önlem ve kararlar kesindir; bu önlem ve kararlara hiçbir şekilde itiraz edilmez.
- Komisyonun karar ve önlemlerine karşı çıkanlar 1 yıldan 3 yıla kadar ağır hapisle cezalandırılır.
- Komisyon kararlarının icra ve infazında sivil ya da asker hangi görevlinin ihmali görülürse o kişi 6 aydan 3 yıla kadar hapsedilir. Soruşturmayla ilgili olayları açıklayanlar da aynı cezaya çaptırılacaktı.
Komisyon kuruduğu gün iki karar aldı:
- Partilerin kongre, toplantı düzenlemeleri, siyasal etkinliklerde bulunmaları ve yeni örgütler kurması yasaklandı.
- Komisyonun yetki, görev, karar ve çalışmaları hakkında yayın yapılmasına ve konuyla ilgili TBMM’de görüşme yapılmasına yasak getirildi.
Kim alıyordu bu kararı; sivil bir iktidar!
Haa demek ki darbeyi sadece askerler yapmazmış; sivil iktidarlar da yaparmış.
Yanlış mı?
Tahkikat Komisyonu’nun kurulması Anayasa’ya aykırı değildi tabi, ama ya vicdanlara, demokrasinin ruhuna, hukuğa!
Menderes Türkiye’yi kendi idaresindeki bir tek parti sistemine döndürmek için kurdurmuştu bu komisyonu.
Yani bu komisyonunun kurulmasının tek amacı muhalefeti bastırıp sindirip yok ederek ölene kadar iktidar olmaktı.
Peki...
Sandıkla iktidar olup yargının da üzerinde yetkisi olan bir komisyon kuran Başbakan Menderes olayları önleyebildi mi? Yoksa bu komisyon kararlarıyla olaylar daha mı kontrol edilemez bir aşamaya geldi?
Tahkikat Komisyonu parti faaliyetlerini yasakladı; gazeteleri kapattı, habercileri cezaevine gönderdi; üç beş kişinin yan yana gelerek dolaşmasına yasak getirdi; 19 Mayıs törenlerinin yapılmasını bile yasakladı; mektup ve telgraflara sansür koydu; üniversiteleri kapattı vs.
Ancak olaylar yine durulmadı. Üstelik çıkan olaylara kan da karıştı; Turan Emeksiz polis kurşunuyla öldü.
Nasıl? Bu güne benziyor mu? Mesela Gezi’ye…Gerçi Gezi’de 7 Ölüm ve binlerce yaralı, onlarca sakat var ya neyse…
Bugün hükümetin hedefinde olan Anayasa Mahkemesi’nin 1961’de hangi ihtiyaçlar sonucu kurulduğunu şimdi görmüş olmak gerekir.
Hükümetin kendisine karşı çıkan muhalefeti, çeşitli kanunlar çıkararak tasfiye etme yoluna gitmesi üzerine; TBMM’de çoğunluğu elinde bulunduran partinin çıkardığı kanunları Anayasa Mahkemesini marifetiyle denetleme ihtiyacı açıkça kendisini göstermişti.
TBMM’ye hâkim olan hükümetin kuvvetler ayrılığını ihlal eden, ‘’taa 1600’lü yıllarda Fransız Monteskü’nün ortaya koyduğu demokrasinin olmazsa olmazı’’ bir rejim kurmasının önünde Anayasa Mahkemesi bir engel olabilirdi. Düne kadar da kısmen de olsa olmuştu.
Ancak Anayasa Mahkemesi, ve HSYK ve Danıştay ve Yargıtay ve Adalet Akademisi ve Hakim Savcı seçimindeki bilhassa mülakat denilen garabet ten ötürü bu gün gelinen nokta nasıl!
Bugün HSYK’nın tüm yetkileri Adalet Bakanı’na devrediliyor. Yani Yürütmeye yani Başbakan’a…Başarabilirlerse şayet.
Böylece yargı erki de artık yürütmenin verdiği çerçeve içerisinde çalışabilecek. Yürütmenin faaliyetlerine karşı denetim görevini yapamayacak. Yürütmenin icraatı sorgulanamayacak. Bunun adı nedir?
Sen;
Hakim savcı adaylarını önce mesleğe girişte mülakatla seç.
Sonra kendine tabi Adalet Akademisinde bir eğitime tabi tut, mülakatta gözden kaçan çıkıntıları da bu eğitim sürecinde izle ve bir temizlik de burada yap.
Süzülen adayların atamasını yap ve görev yerinde de faaliyetlerini izle, içine sinmeyen şüpheliler varsa onları yükseltme.
Her şeye rağmen gözden kaçan veya zaman içinde senin istemediğin doğrultuda değişime uğrayan üst yargı mensuplarını da dilediğin zaman onların amiri durumundaki Adalet Bakanı marifetiyle kes biç tırpanla…
Yalnız, iç kamuoyunda tüm bunlar gerekli tepkiyi görmeyebilir ama Dünya’ya bunu anlatamazsınız…
Ayrıca tüm bu seçme, eleme, temizleme süreçlerinden sonra da kendinizden sandığınız ve öyle yetiştirdiğiniz hukuk adamlarının en azından bir kısmının adalet terazisi, vicdanı size dur der…Hukuksuzluk vicdanları kanatmaya görsün yoksa…
Ey hükümet;
Artık sizin işiniz de çok zor, adalet dağıtanların işi de…
Hukuksuzluklarınız arttıkça bir gün Afyon’dan, öteki gün Erzincan’dan sizden sandığınız hukukçulardan sizin aleyhinizde karalar duyacak ve şaşıracaksınız…Onlar önce nakliye şirketiyle tayinde evini taşımak üzere anlaşacak ve sonra sizin hazetmeyeceğiniz kararlara imza atacak.
Nerden çıktı bu diyeceksiniz, nasıl gözümüzden kaçtı…
Gözden kaçma değil bu…
Merhamet ayağa kalkacak, vicdan isyana geçecek…
Sizi Vicdan yenecek göreceksiniz, sizi merhamet devirecek…
Devirmek derken sandıkta muhalefete düşürecek dedik haa, bu da suç değilse şayet…
Muktedir ‘’Yargı bağımsızdır’’ diye haykırıyor, içinden ‘’bana dokunmadığı sürece’’ geçirerek…
Tıpkı ‘’kadınlara özgürlük’’ diye bağıranın ‘’bizim hatun hariç’’ diye içinden geçirmesi gibi…
Sayın Cumhurbaşkanım son söz size olsun.
Fatih Hilmioğlu bir yandan siroz öte yandan kanserle boğuşuyor. Zindanda acılar içinde ölüyor. Gün gün ölüyor. Adam ölüyor.
Yalçın Küçük ise artık görmüyor.
Bu ikisini
Hiç olmazsa bu ikisini güneşle buluşturun lütfen.
Yetki elinizde, affedin lütfen.
Yalvarıyorum...
İbrahim Erol
Fizikçi-Bilm. Uzm.
gazete54.com
11 0cak 2014