- Kategori
- Güncel
Akyaka ve Yücelen öksüz kaldı…
Hani, bazı eşyalarınız ve araçlarınız vardır; artık sizinle özdeşleşmiş, bütünleşmiş, üzerinde yazılı bir not, isminiz filan yoktur; ama, o eşyalar veya araçların üzerinde görünmez bir siluetiniz vardır ve sizinle birlikte anılırlar ya?
Hani, özlemle bir yeri ziyarete gideceğiniz zaman, o yöreye yaklaştığınızda, oraya ait ilk manzara ile karşılaşınca, hemen aklınıza; öncelikle görmek istediğiniz dost, akraba veya saygın bulduğunuz bazı simalar düşüverir ya?
Ben de; Sakartepe’den aşağı inerken, Gökova denizinin bir ucunu gördüğümde ilk aklıma gelen Hamdi Yücel Gürsoy ve ilk binanın başında gördüğüm tek Muğla Bacası, ilk oluklu kiremitle de, aklıma merhum Nail Çakırhan büyüğümüzün siluetleri düşer…
Sevgili eşi Halet Çambel; “Onunla birlikte her şeyimi kaybettim, büyük bir boşluk içindeyim. Muğla’yı çok severdi. Muğla topraklarında ölmek istedi ve onun için son günlerinde buraya gelmişti…” diyordu. Ömrü boyunca gerçekçi olan; ölümün de, biz canlılar için kaçınılmaz bir son olduğunun bilinci içinde olan Çakırhan, demek ki bunu da önceden gördü ve son nefesini de, memleket havasını koklayarak burada vermek istedi?
Merhum Çakırhan “Diplomasız Mimar” olarak kendini ve yeteneklerini herkese gösterdi. 1983’te “Ağa Han Mimarlık Ödülü”nü kazanarak, dünyaya adını duyurdu. Kazandığı ödülle bir Kültürevi yaptırdı ve bu ödülü de, yine halkına armağan etti.
Zaman zaman gittiğim Yücelen Otel’in lobisinde, Hamdi ağabeyle tavla oynar, oyunları kaybettikçe sinirlenir, hain zarlara demediğimi komazdım. Zati hiç benim kazandığım vaki olmamıştır ya, neyse!? Akyaka’da olduğu zamanlarda, Nail Çakırhan sessizce başımıza gelir, bizim ‘tavla harbini’ gülümseyerek izler, bana acıdığından olsa gerek; “Sen zar tutuyorsun ama Hamdi bey!” diyerek takılırdı. Oyundan sonra kurduğumuz çilingir sofrasında, sadece bir kadeh rakı içer; onun geçmişten, turizmden, sanattan, edebiyattan bize anlattıklarını, can kulağı ile dinler, fikirlerinden ve tecrübelerinden aydınlanırdık…
Bugün Akyaka bir “Dünya Kenti” olduysa, bunu Nail Çakırhan’ın mimarlık becerisi ve yeteneği sağladı. Muğlalılar olarak, bu hizmette Hamdi Yücel Gürsoy’un hakkını da teslim etmek zorundayız… Merhum Çakırhan’ın bu mükemmel meziyetlerinin farkına ilk o varmamış olsa idi, onun büstünü sayın Ferit Özşen’e yaptırıp, Yücelen Otel önüne koymasaydı ve Hamdi ağabey ona her türlü lojistik desteği vermemiş olsa idi, bugün Akyaka böyle mi olacaktı?
Acımız çok büyük dostlar!.. Bu koca adamın kıymetini, çoğumuz yaşarken pek bilemedik. Ama şimdi, hepimize görevler düşüyor: Bu yüce insanı kaybettiğimiz “11 Ekim 2008” tarihi asla unutulmamalı, adına çeşitli etkinlikler ve yarışmalar düzenlemeli, ona yakışır bir ‘anıt mezar’ yapılıp, bu yüce insanın eserleri, gelecek nesillerimize taşınmalıdır!..
İki dünya savaşı görmüş, düşünceleri ve eserlerinden dolayı çok çileler çekmiş bu esmer ve güleç yüzlü, kıvırcık ve kır saçlı yüce insan; bana hep Cahit Sıtkı Tarancı üstadın, “Otuz Beş Yaş” şiirinin bazı dörtlüklerini hatırlatmıştır. Ne diyordu Tarancı:
“Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?/ Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?/ Ya gözler altındaki mor halkalar?/ Neden böyle düşman görünürsünüz/ Yıllar yılı dost bildiğim aynalar…/ Neylersin, ölüm herkesin başında/ Uyudun da, uyanmadın olacak/ Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?/ Bir namazlık saltanatın olacak/ Taht misali, o musalla taşında…”
Güle güle büyük insan Nail Çakırhan!.. Fiziken, cismen aramızdan ayrıldın; ama ‘ismen’ aramızdan ve aklımızdan asla ayrılmayacaksın!.. Toprağın bol, mekânın Cennet olsun Nail Çakırhan, güle güle yüce insan!...
Sakin KOŞAR