Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '08

 
Kategori
Sinema
 

Aleksandra

Aleksandra
 

Askerlerin arasında Aleksandra


Sepya ortamıyla, imgelemdeki Çeçen-Rus savaşını, görsele çok başarılı aktaran bu filmi, bugün izleyebildim ancak…Hiçbir şiddet ve aksiyon sahnesi içermeyen film, tamamıyle savaş karşıtı mesajını iletebiliyor. Bu mesaj için, demek ki ‘’Er Ryan’ı Kurtarmak’’ veya ‘’Full Metal Jacket’’ gibi çekimler yapmak şart değil!

Sokurov’un çıkış noktası da sanırım, bir kadın, hele yaşlı bir kadın aracılığıyla bunu aktarmak olmuş. Savaşmakta olan bir askeri kamp ortamında bu ‘’babuşka’’ epey yabancı kalıyor haliyle… Hayır, genç, güzel ve şuh kadınlar bu tür ortamlara, sanki yakışıyor da!

Bu teyze zıtlıkların vurgusunu arttırıyor. İçerikteki bu çelişki, görüntüde de etkili.

Dünya Savaşı filmlerinden hep aşinası olduğumuz salaş bir trende, askerlerle beraber bu bölgeye geliyor, Aleksandra Nikolayevna. İşte yine nostaljik çağrışımlı bir Rus ismi… Bir zamandır ayrı olduğum Rusça, kulaklarıma iyi geldi. Rusça bilmiyorum, birkaç kelime dışında… Bu bende yine de bir memnuniyete yol açıyor, ‘sound’ ını seviyorum bu lisanın. Lisanı anlamadığınızda, o, bir sesler dizisi olarak geliyor, bu da hoşunuza ya gider, ya da gitmez. Çince' yi düşünün!

Nedense artık filmleri İngilizce'den başka lisanlarda izlemek daha hoşuma gider oldu!

Özellikle Rus filmlerini daha çok izleyebilmek iyi olurdu. Aleksandra da gösterime girince kaçırmadım.

Trenle başlayan film, trenle bitiyor. ‘’Babuşkamız’’, Çeçenlerle savaşmakta olan torununu epeydir görmemiş, özlemiş, kampa ziyarete geliyor. O’ndan başka buralara bu amaçla gelen başkası da yok. Askerlerin hepsi bu ziyaretçiye ilgi gösteriyor. Onlar için de sanki özel bir şeyleri temsil ediyor. Helikopterler ve asker üniformaları olmasa, hangi zamanda olunduğu da anlaşılamıyor.

Kampdakiler, sanki dünyanın bir ucunda, unutulmuş bir yerde unutulmuş bir zamanda, belirsiz bir amaç için bulunmaktalar. Anayurtlarını unutmuş ve özlememektedirler bile… Aleksandra’nın varlığı, onlara bir tanım ve referans noktası oluşturuyor. Bu, hem filmi izleyenler hem de askerlerin ta kendisi için böyle oluyor. Evet, bu ‘’çocuksu görünüşlü, erkek kokulu’’ güruh, Rus’dur, düşmanla savaşmaktadır. Onları özleyen ve evlendirmek isteyen belki bir anneanneleri bile vardır. Bisküvi ve sigara özlemektedir. Yemekleri genelde karabuğdaydan ibarettir. Bir tankın içine 10 kişi doluşup muharebeye gitmektedirler. Anneanne için o tanka girmek bile ızdıraptır.

Babuşkamız, kampın yakınlarındaki bir yerleşimden bir şeyler tedarik etmeye gittiğinde de isimleri Melike ve Zülay olan kadınlarla, yani Çeçenlerle karşılaşıyor. Bombalarla yıkılmış binalarda yaşayan bu düşman, pek zavallı bir haldedir. Derme çatma barakamsı yerlerde, mütevekkilane, ıvır zıvır satmakta olan bu kadınlarla Aleksandra hemen ahbap olabilecek ve dertleşebilecektir. Bu da kadın oldukları için mümkündür ancak.

Kendisine kampa dönüş yolunu gösteren Çecen gencin görmek istediği iki kent, çok da manidar seçilmiş :

Mekke ve St.Petersburg…

Zaman zaman duygu yoğunluğu vermekle birlikte genel tonu sakin olan anlatımda, sanırım bilginiz kadar duygunuz oluşabiliyor. Rus-Çeçen Savaşı hakkında bildiklerimiz, Amerikan İç Savaşı hakkındakilerinin yanında, solda sıfır kalabilir. Elbette bir sanat eserinin ruhumuza hitabı için bir donanım gerekmektedir. Picasso’nun Guernica’sının neyi anlattığını bilmek, etkisini arttırmak, bir çok çağrışımı yüklemektir. Yine de evrensel bazı temalar zaten ruhumuzda kazılıdır. Aleksandra’nın düşmanın kadınlarıyla kolayca ''kardeşlik'' kurabilmesi, serdengeçti torununa yaşama dönük arzular taşıyıp, evlenmesini istemesi gibi unsurlar, dünyanın neresine gitseniz aynıdır.

Savaş karşıtlığını topluma aktarmaya çalışan çalışmaların artık biraz da Doğu kültüründen gelmesi bence etkileyici… Konçalovski’nin Deliler Evi isimli filmi de bu konuyu işleyen en etkili görsellerdendi. Orada da Rus-Çeçen savaşı, cepheden uzak bir ortamda işleniyor ve son derece vurgulayıcı oluyordu. Nedense bizde pek bilinmeyen bir film olarak gelmiş, geçmiş! Bugünlerde ‘’Aleksandra’’nın yanına pek iyi giderdi doğrusu…

Bir diva, opera sanatçısı Galina Vişnevskaya, çok doğal bir ‘’Aleksandra’’ olmuş. Vişnevskaya, efsanevi Rostropoviç’in eşi imiş.

Şiddet görüntüleri bildiğimiz anlamda yer almamış bu filmde, ama Rus askeri figürü içerdiği şiddeti yansıtıyor, hem uygulayıcı hem uygulanan olarak.

Yönetmeni Sokurov’un tv de bir filminin ikinci yarısına denk gelmiş, başından ayrılamayıp izlemiştim. Tekrarını beklediğim bu film ‘’Rus Hazine Sandığı’’. 100 dakikalık bu film, tek plan olarak çekilmişti. Bu özelliğiyle Dünya’da ilk ve tek idi. Ama bu teknik özelliği değildi çekiciliğini veren. Hermitaj’da yapılan çekim, içeriği ve görseliyle oldukça zengindi.

Belki gişe başarısı olmayan filmlerin dışında ‘’Turietski Gambit’’ gibi filmler de Rus sinemasına ilgiyi artırabilir. Artmalı….

 
Toplam blog
: 93
: 1712
Kayıt tarihi
: 12.12.06
 
 

Ununu elemiş, eleğini henüz asmamış bir ''Mimar''ım. Hep özel sektörde çalıştım. Yoğun çalışma yılla..