- Kategori
- Gündelik Yaşam
Alışmak mı hayata, yoksa karşı çıkmak mı?
Yaşamak, yarı yarıya alışmaktır. Gariptir, bir yandan yeni yerler, yeni insanlar tanıyıp hayata sarılırız; bir yandan da çevremizdeki güzelliklere alışır, ayrıntıları fark etmez olur, tatsız tutsuz bir tekdüzeliğin içinde boğulur gideriz.
Alışmaktan kolay ne var! Bir şehre ilk gittiğiniz günü hatırlayın. Nasılda garip hisseder insan kendini. Ruhunuz daralır, yüreğiniz sıkışır; her şey ne kadar uzak, ne kadar soğuk ve anlamsız gelir. Belki hemen ayrılmayı, gitmeyi ve bir daha dönmemeyi düşünürsünüz. "Burada yaşanmaz!" dersiniz...
Denize ilk bakışınızı hatırlar mısınız? O ne serin maviliktir Allah'ım! İnsan, bin yıl seyretse doymaz bu maviliğe. Sıkıldıkça koşup gelmek, ruhunuzu bir sahilda serinletmek istersiniz... Bir yağmur sonrası nisanda bulutsuz bir gökyüzü ile karşılaştığınızda çıldıracak gibi olursunuz. Yüreğiniz öyle bir sevinçle dolar ki... Bu sınırsız mavilik için her mihnete katlanılır yeryüzünde, dersiniz.
Yine bir mayıs sabahında çılgınca çiçek açmış bir kiraz ağacı görürsünüz; düğün yeri gibidir ağaç baştan başa. "işte mutluluk bu!" dersiniz. Dünya, bir kiraz çiçegiyle büyüler sizi...
İşte bunlar, hepsi bir zaman sonra, işe yaramaz kağıt parçaları gibi karışıp gider günlerin boşluğuna. Pörsür, silinir ve unutulur. Alışırsınız...
Şehre alışırsınız. Bal gibi de yaşayıp gidersiniz. Şehir sizin umurunuzda değildir, siz de şehrin umurunda olmazsınız. Deniz ne kadar anlamsız bir su kütlesiymiş meğer! Her gün yanından geçersiniz de, o serin maviliği fark etmezsiniz. Gökyüzüne bakmak, belki bir daha aklınızdan geçmez. Ağaçlar? Bırakın canım ağaçları...
Ne kadar kolay alışıyor insan değil mi? Mutluluğa alışıyor, acılara alışıyor, yıkımlara alışıyor... Bir gün, hiç bir şey olmamış gibi davranıyor.
Bir gün bakarsınız ki, ülkede büyük çalkantılar olur. İnsanların kabullenemeyeceği yıkımlar yaşanır. İnsanların onurunu ayaklar altına alırlar. Asla benimsemeyeceğiniz bir hayat tarzını dayatmak isterler size. Değer verdiniz olgulara saldırır, onları yok sayarlar. Kendinizi yabancı bir ülkede gibi garip ve çaresiz hissedersiniz. Dersiniz ki,"Bu kadar da olmaz, artık buna katlanılmaz!" Bütün insanların, dayatmalara, onursuzluklara karşı şavaş açacağını sanırsınız. Sonuçta, zaman, yaşayanlardan bir şeyler daha kopararak geçip gider ve insanlar sessiz ve yenilmiş olarak kaldıkları yerden devam ederler yaşamaya.
Çünkü insanın en kolay yaptığı şeydir alışmak. Acıya da mutluluğa da çabuk alışır vesselam.
Bir kere 'alışma' kapısını açmayagörsün insan, sonra ardı arkası kesilmez bunun. Kendinizi bir kere kaptırmayagörün günlerin akışına, kalbinizde ne varsa alır götürür. Acılar karşısında kılınız kıpırdamaz olur, haksızlıklara susarsınız. Katliamlar, skandallar, haksızlıklar görür, önce biraz yüzünüzü ekşitir, sonra unutur gidersiniz. Eğer her akşam ve sabah yapılan haksızlıkları şöyle bir hesaba çekmiyorsanız, doğrularınızı bileyip azminizi artırmıyorsanız, her şeye çoktan alışıp gitmişsinizdir. Böyle değil mi şimdi toplumumuz? Neye tepki gösteriyor, hangi yıkıma , hangi soyguna karşı çıkıyor insanlar? Halkımız büsbütün hafıza kaybına uğramamış mı? Geçmişsiz ve geleceksiz bir hayatın kollarına atmıyor mu insanlar kendilerini?
Ya hiçbir güzelliği görmez olan gözler! Bakıyor ama görmüyoruz. Bakın, güneş doğup batıyor, karanlık iniyor pencerelere, deniz eski maviliğini koruyor, gökyüzü yerli yerinde... Değişen sadece biz insanlarız. Bize uysun diye, güzellikleri de kirletip değiştiriyoruz...
Var mısınız alışmamaya, uyuşan yerlerimize iğne batırmaya, var mısınız? Yapılan komplolara duyarlı olmaya, hafızamızı diri tutmaya, bayrağımızın ve ülkemizin geleceğini korumaya. Güzellikler karşısında delice sevinmeye var mısınız?