Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '08

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Alman Usulü

Alman Usulü
 

1960 Ların başlarında, Anadolu değil, ama insanları dışarı açılıyordu. Alman’ ya başta olmak üzere Fransa, Belçika, Hollanda ve daha sonra da diğer Avrupa Ülkeleri İkinci Dünya Savaşında büyük yıkımlara uğramalarına rağmen balık tutmayı bildiklerinden, ekonomilerini düze çıkararak, daha ucuza ve daha çok balık tutmak için, bizim gibi, çocuk yapmaktan başka bir mesleği olmayan ülkelerden modern kölelere ihtiyaçları vardı. Anadolu insanı sevindi, çünkü ataları ona, “Karnın nerde doyuyorsa vatan orasıdır.” Demişler. Doğru, atalarımız, Orta Asya’ dan çakısını, çakmağını alıp, bir çıkmışlar karnını doyura doyura gelirken, birde bakmışlar ki Anadolu’ dalar ve burayı vatan bilmişler. Ama, kaderde buradan da öte, karın doyurmak uğruna, Avrupalara da gitmek varmış. Köyünde kentinde dikiş tutturamayan ne kadar, işiz eğitimsiz ama yedi düveli yenmiş, taşı sıksa suyunu çıkarır, ağızlarında, hiç fırça görmemiş dişlerine kadar sapa sağlam sağlıklı gençler, oluk oluk aktılar, daha sonra acı vatan olacak Almanya’ ya. En çok veya ilk önce göçmen işçiyi Almanya aldığından Avrupa da ki hangi ülkede çalışırsan çalış genel pozisyonun ‘Alamancı’ idi.


İlk giden işçiler 1962-63 te izne geldiler; bütün Anadolu Alamanya’ yı merak ediyor, ‘gavurların’ nasıl olduğu, ne yiyip ne içtiklerini, kıçlarını nasıl sildiklerini ve hatta kızlarının durumlarını soruyorlar. Köyün bütün erkekleri ve Avrupa’ da eşleri olan kadınlar, Almaya hakkındaki merak ettiklerini öğrenmek, ayrıca ciğerlerinin bayram etmesi amacıyla uçlu sigara içmek için akın akın hoş geldine gittiler. Almancının özlemi de, beşikte bıraktığı çocuk, ‘sarı öküz, kara dana ve tezek kokusu’ yani vatan kokusu. Bizim alamancı da, Askere gitmekten başka, köyünden yurdundan ayrılmamış, kendi kültürünü tam alamadan Avrupa kültürünün içine bodoslama dalmak zorunda bırakılmış. Aksaray’ dan ‘Gora’ ya ışınlanmış gibi. Anlatır bizim ki, Birazda, çevredekilere göre kendisinin daha bilgili ve kültürlü olduğunu hissetmenin böbürlenmesi ile; Gavurların, ne yeyip, ne içtiklerini, kızların sarışınlığını ve meziyetlerini, bizim kadınlardan güzel olduklarını ama bizimkilerin de namusta onlara on bastığını. Fabrikada kendilerince kadınları nasıl taciz ettiklerini ama kocalarının da hiç ses çıkartmadıklarını allandıra ballandıra anlatırlar. Zaten turiste tecavüzlerde bunların anlatımından sonra başlamadı mı. Anlattıklarında iki önemli unsur vardı, birine saygı duyarak “gavur ama çok dürüstler, bir ‘fenik’ da olsa hakkını verirler, haklarını da alırlar.” Diğerine de, kendi geleneğine misafirperverliğine ters olduğundan, “bara içmeye gidersin, herkes kendi öder hesabını, kimse kimseye sigara ikram etmez, yani ortada kara tütün yada kaçak tütün basılı tabaka dolaştırmak yok.” Zaten ondan sonra, Türkiye’ de de birine bir şey ısmarlamak istemiyorsan hadi “Alman usulü yapalım” denmedi mi. Oysa bizde öylemiydi; para yoktu ama topraktan ürettiğimiz tahıl ürünlerinden, mamulleri, organik üretilen sebze, meyveyi ikram ederken nasılda ısrarcı olurduk. Nasılda kapımıza gelen her misafiri eve alır, yedirir, içirir ve yün döşeklerimizde yatırarak, tanımadığız adamın memnuniyetinden mutlu olur, birde kusurumuz olmuşsa hakkını helal etmesini rica ederdik. Bu cansiperane konuk severlik ta ki, bundan önce naçizane yazdığım ‘Türkiye’ de feodalizmin tasfiyesi’ başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi 1980 Darbesi ve sonuçlarına kadar sürdü.


Uluslar arası sermayenin, Türkiye’ de anti demokratik yollardan ‘serbest piyasa (Bırakın yapsınlar, bırakın çalsınlar) ekonomisini’ uygulatabilmek için 12 Eylül 1980 de yaptırdıkları darbeyle ve onun ucube bir sistemle kapitalist ekonomik ilişkileri yerleştirdiler. Topluma yön veren ve ‘alt yapı kurumu’ olan ekonomiyi uyumsuz bir şablona zorla oturtunca, bu altyapının sonucu üstyapıda (Gelenek, görenek, kültür, eğitim, inanç ve sosyal yapı) çarpıklaştı. Köyden kente hücum birlikte kentlerde yüksek oranlarda işsizlik, sistemin getirdiği, ‘gemisini kurtaran kaptan’ mantığı, bunun doğal sonucu da, fuhuşun ve mafyalaşmanın hat safhaya varması. Köylünün tarımı bırakıp, bir yolunu bularak ‘geriye dönük borçlanma şeklinde’ emekli olması, gibi nedenlerle üretimden vazgeçerek tüketici konuma getirilmeleri, onlarında köyünde, elektriği, suya, ekmeği, eti, sütü, ulaşımın kolaylaşması ile sebze ve meyveyi parayla almalarını getirdi. Yani, tarıma dayalı üretim ve bunun üstyapısı feodal ilişkiler yok olup, kapitalist ekonomik ilişkiler (Para ekonomisi) hakim oldu. Herkes ürettiği kadar değil de cebindeki para kadar misafirperver oldu. Ismarlamalar zorunluluk dışında yok oldu.


Şimdi anladık ki ‘Alman usulü’ denen şey kapitalizmin ta kendisiymiş. Kapitalizm, insan ilişkilerini sıcak ilişkilerden, profesyonel ilişkilere yöneltiyor. Ülkemizde de, yitirdiğimiz sıcak insan ilişkilerin özlemini duyuyoruz ama, tarihte geriye dönüş yoktur. Bazılarının dediği gibi tarih tekerrür değildir. Bazı olayların nitelikleri aynı olsa da nicelikleri çok farklıdır.

Özet olarak, eskiden tanrı misafirine evimizi düşünmeden açarken, şimdi, gelen tanrıyım dese bile, evde yokuz numarası yapıyoruz. Öyle değimli?....

 
Toplam blog
: 50
: 1009
Kayıt tarihi
: 03.04.08
 
 

Ben Delikanlı Aksaray ili Balcı Kasabasında hayli zaman önce doğup, ilk ve dahi orta okulu burada, ..