Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '10

 
Kategori
Anılar
 

Almanya yazıları / 9

Almanya yazıları / 9
 

Dâiremde İlk Sabah  

Eşya taşıdığımızdan olsa gerek nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum. Okulun giriş saatine ayarlı saat zilinin çalmasıyla hemen kalktım. Biliyordum ki okulda damak tadına uygun kahvaltı etme imkânım yoktu. Soframızda çay, peynir, zeytin… olmadıkça biz Türkler kahvaltı etmiş saymayız kendimizi. Buğusu üstünde tüten o tavşan kanı çayı içmedikçe bir eksiklik hissederiz. Pansiyonda kalırken Schwarz Hanım da bunu bildiği için benim için özel çay demlerdi.  

Çay demlenirken odanın köşesinde bir karton kutunun üstünde bulunan (atım anında caddeden almıştık) 37 ekran siyah beyaz televizyonu açtım. ZDF. Almanlar’ın ikinci kanalı. O da ne? Ekranın altında “Cumartesi Sabah Haberleri” yazan bir bant kayıyor. Demek ki boşu boşuna erken kalkmıştım.  

Doyurucu bir kahvaltıdan sonra dışarı çıktım. Ilık bir sabah. Trafik pek yoğun değil. Dairemin bulunduğu sol tarafı trafiğe kapalı sokaktan caddeye geçtim. Apartmanlar boyunca yürüyorum. Köşeye geliyorum. Karşıda tramvay durağı. Köşeyi dönüyorum. Biraz yürüyorum. Başımı kaldırıyorum beş on adım ötede Türkçe- Almanca bir tabela gözüme ilişiyor. Bir fırın bu. Fırının vitrini önünde duruyorum. İçeride, tezgâhın arkasında, beyazlar içinde beyaz başörtülü bir kadın, birkaç ekmeği sarıyor, müşteriye veriyor. Kadının arkasındaki küçük bölmeden bir kapak açılıyor, bölmenin arkasındaki kısa boylu bir adam onlarca ekmeği hızlı hızlı atıyor tezgâha.  

İçeri girip selâm veriyorum. Selâmımı alıyor tezgâhın arkasındaki kadın. Solda üç dört merdiven görüyorum. Fırının sol tarafı küçük kahve gibi.  

- Türk kahveniz var mıydı, diyorum.  

- Elbette var, diyor kadın, nasıl olsun deyip, cevabımı aldıktan sonra da içeriye sesleniyor:  

- Bekir, orta şekerli bir “gayfe”.  

Üst bölmeye çıkıp ve cam kenarındaki bir masaya ilişiyorum. Bir zaman sonra içeriye beyaz saçlı, altmış yaşının üstünde bir Alman kadın giriyor. Kahvehane bölümünün basamaklarını güçlükle çıkarak benim iki ötemdeki sandalyelerden birine oturuyor selâm vererek. Elinde küçük bir paket var. Bana dönerek kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi:  

-Yaşlılık zor. Hem de çok. Şu elimdeki ne biliyor musun genç adam?  

Cevap fırsatı vermeden ekliyor:  

-Kulaklık.  

-Niçin ama...  

-Geceleri uyuyamıyorum. Yaşlılık hele yalnızlık yaman vuruyor. Televizyon benim için odamda ikinci kişi. Sabahlara kadar televizyon seyrediyorum. Geçenlerde yukarıda oturanlar beni, polise, gece yarısı dairemden ses geliyor, diye şikâyet etmişler. Polis geldi dün. Durumu anlattı. Ben de çareyi kulaklık almakta buldum.  

Masama davet ettim. Geldi, tam karşımdaki sandalyeye oturdu. Ona da bir Türk kahvesi ısmarladım. Sohbetimiz koyulaştı. Yeni emekliye ayrıldığından, maaşının iyi olduğundan kuzey şehirlerinin birinde yaşayan iki erkek çocuğundan, onların vefâsızlıklardan… bahsetti durdu dakikalarca.  

Biliyordum ki günlerdir, kimseyle bu kadar uzun konuşmamıştı. Ayrılırken:  

-Sohbet için teşekkürler, dedi.  

Tam çıkarken tekrar dönerek:  

-Kahve için de teşekkürler genç adam!  

İçim kırıklıklarla dolu, sadece tebessüm edebildim arkasından.  

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..