Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

29 Ağustos '06

 
Kategori
Kitap
 

Altın yaldızlı adam

Önce itiraf edeyim: Feyza Zaim'in bu ilk romanı zorladı beni... Kitap 96 sayfadan ibaret. Cümleler kısa ve Ömer Seyfettin'e çok yakın, çok tanıdık; öyle yalın bir üslup. Ama teknik yepyeni ve etkileyici...

Ruhsal analiz kitaplarına aşina sayılırız. Eskiler olsun en yeniler olsun; "Güneşin altında yeni bir şey yok!" yargısını okuyuculara öyle dikte ettiler ki, neredeyse inanacaktık; insana dair bütün örtülerin kaldırıldığına, olmuş ve olası yaşantıların dibine kadar baktığımıza... Oysa ne mümkünmüş!

Feyza Zaim'in Sel Yayıncılık’tan Haziran 2005 baskısıyla çıkan Altın Yaldızlı Adam romanındaki kahramanları tanıdıkça anlaşılıyor; insan varlığının çözümü zor (belki imkânsız) bir sır olduğu... Gerçekte ve kurguda( akılda) yaşananların ve herhangi bir şekilde başkalarına aktarılanların, yaşanmayan ve aktarılmayanlar içinde, ancak denizde bir damla olabileceğini akıllara getiren etkide bir roman bu ve romanın o çok özel iki kahramanı benim için güneşin altında parlayan yeni bir şey oldu!

İlk bakışta "mübalağa" hissi uyandıracak böyle bir bahsedişten sonra roman kahramanlarından biraz söz etmek, sizleri onlarla tanışmaya sevketmek niyetindeyim. Fakat bu hiç kolay olmayacak. Çünkü çok sıradışı ve çok zorlar...

Hani karayoluyla yolculuklarda hep olur; daha içinden geçtiğiniz şehirden yeni çıkmış gibisinizdir; şehrin gürültüsü, cazibesi, havası, kimliği henüz üstünüzdedir de bir bakarsınız yol kenarındaki levhada başka bir şehrin ismi yazar. Örneğin daha öğle güneşi altında parlayıp duran İzmir Körfezi'nin gözünüzü alması henüz geçmemişken "Manisa İl Sınırı" levhası çıkar karşınıza ve şaşırırsınız. Ama anlarsınız. Bir şehrin işleyişini diğer şehirden ayırmak kısaca işleri kolaylaştırmak adınadır bu çizgiler, bu sınırlar...

Acaba insanları da birbirinden ayıran, birini diğerine göre farklı kılan sınır çizgileri midir; ruh haritalarımızdaki sınır çizgileri...

Eğer böyleyse; Altın Yaldızlı Adam romanındaki iki kahramanı da tanımak ve varlık hallerini anlamlandırmak hem kolay hem zevkli:

Remzi öyle ki; hayatın ona ayırdığı alanın ne içinde ne dışında bir yerde; ancak kendi sınırları onun mekânı... Sınırın içinde kalan alan adeta boş; terkedilmiş, harabeye dönmüş bir şehir gibi boş... Herkes, her şey terk etmiş de bir "korku ve utanç" o sınırların içinde hapsolmuş gibi ve bu yüzden Remzi kendi topraklarına ayak basmıyor…

Bir Gülistan görüyor; Remzi’nin yakılmış, yıkılmış, burcuna "korku ve utanç" bayrağı çekilmiş boş şehrini. Gülistan eteklerine topladığı yaldızlı taşları bir bir savuruyor Remzi'nin arkasından. Onun sınır çizgisinde onun peşinde; Remzi önde Gülistan arkada... Ne Remzi Gülistan'dan, ne Gülistan Remzi’den korkmuyor, utanmıyor...

Feyza Zaim'in kahramanları romanda zaman zaman akıllı-uslu da oluyorlar hatta şiirli de konuşuyorlar. İsterseniz bakın:

"Beni ilk gördüğünde gözlerinde beliren

O hayranlık dolu bakışları söküp almak uğruna

Gözlerinden tepeden bir bakış,

Dudaklarından küçümseyen bir gülüş

Kapıp kaçmak uğruna...

ne çok didindim,

ne çok uğraştım.

Her seferinde bozguna uğradım.

BENİM

senin küçümseyişin karşısında duyacağım

UTANCIM

senin kurtuluşun olacaktı

(...)"

Kurtulamasaydı; köyün meydanından yemenisi elinde geçerken göz göze geldikleri o kısacık anda- birbirlerine son kez baktıklarında- utancını ıslak bir güle çevirip, Remzi'nin gözlerine fırlatıp atmasaydı; kendi sularına belki de hiç çekilemeyecekti Gül-istan(bul)...

Romanın arka kapağında "Uğultularla zenginleşmiş, doludizgin bir roman" olarak nitelendirilmiş Altın Yaldızlı Adam.

Oysa uğultulardan çok uzak, esintiler ve gülümsemelerle zenginleşmiş bir roman. Aşina olduğumuz gülümsemelerle değil; buzdağı gibi çoğu suyun "içinde" kalmış gülümsemelerle.

 
Toplam blog
: 4
: 450
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

1965, Balıkesir, Antalya, İstanbul..

 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara