Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

11 Mart '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Amasya kalesi

Amasya kalesi
 

Asırlardır nefti akan Yeşilırmak ın doyumsuz mağruriyetini izlemek için, zirvede kartal yuvası yalnızlığı içinde gelip geçmişlerin yasını tutan, taşlaşmış kalbiyle çok ihtişamlı bi yer Amasya kalesi..

Daracık, sıkıştırılmış taş yolların, sağında ve solunda ve yol ayrımlarınında köşe taşı gibi kondurulmuş adeta, kibrit kutusundan az daha büyücek yüksek bahçe duvarlarıyla yoldan azade evler. Bahçe duvarlarının esaretini minyatür nar ve ayva ağaçlarının meyveden sarkmış dalları ihlal ediyor. Mevsiminde görmek ne güzel..

Kapı önlerinde güneşe yüzlerini dünmüş, beyaz yemenilerini boyunlarını örtmüş, ellerinde beş şiş, çorap işleyen, bir ’nasılsın ana’ ya merkalı bakışlarını gülümsemeye satan, gülen, tıpkı yeşilırmak gibi derin ve sessiz, içten içe yaşar gibi bakan güzel insanlar.

Dik ve dar sokakları, sırf arabaya havlamak için uyuşuk kalkan köpekleri ve tarihin içinde yaşadığının belki de hiç farkına varmayacak olan oyunbaz çocuklarıda geçtikten sonra serin dağ havasında çamlığı yaran yolda yapışkan çam kokularını yara yara eteklerine varıyoruz kalenin. İnsanın başını döndürüyor zirvenin manzarası.Ve hayaletleri karşılıyor taş duvarların.

Kale kapısının önünde, kılıç balta kuşanmış, belki zırhlı bir çift asker... ’Dur!’ demiyor. Sorgulamıyor. Görmezden geliyor, süzülüyoruz içeri. M.Ö3200 yıllarının ihtişamı yok içerde. Heyulalar koşuşturmuyor. Duvar diplerinde inzivaya çekilmiş, kopsada gitsek dedikleri bir kıyameti sükut içinde çekiyorlar tesbih tesbih...

Nerden baksan nefti Yeşilırmak boyunca kurulmuş Amasya var. Her yönden ayrı bir şehir. Gerdanlık gibi sarılı boynunda, akar ama akmaz görünen yeşil gül.

Surlarından izlediğim düşman yok. Hiç durmayan cırcır böceklerinin değişmeyen sesi sessizliğin sesi olmuş. Şehir bile susmuş onu dinliyor gibi. Yok böyle muamma bir sessizlik. Gönüllü surlara gömülesi geliyor insanın.

Surlardayım. Ayaklarımı sarkıtmışım, dik bir yardan, son ağustos böceklerinin sesleri eşliğinde bakınıyorum şehzadeler şehri Amasya ya. Tren yalayıp geçiyor şehri homurdana homurdana. Sessizliği çığlığıyla tekinsiz hale getiriyor. Bir an ürpererek bakıyorum sağıma soluma. Bir yerlerden bir ok gelecek ve tarihe yazılacakmışım gibi.

Kuşlar anlatır bin yıllardır olanı size. Ve böcekler tekrarlar ardından kazınır tarih gibi aklınıza gitmişlerin öyküleri. Burası sadece duvar değil. Ayak seslerini duyarsınız ama, serin bir rüzgardır alır götürür. Benden önce kaç göz aynı noktadan bakmıştır diye düşünmeden edemiyorum. Gelen dost mu düşmanmı? Kaynar yağla dolu kara koca kazanlar hazır mı? Toplar yerli yerinde, düşman ve dost kim varsa fi tarihte yerle yeksan....

Irmağın kıyısında, kapta dondurma gibi duruyor şadırvanın kubbeleri.Ve geniş, orta bahçeli, küçük kaleler gibi medrese... Zamanın ihvanı ve şehzadeleri burda yetişmiş. İnsanın inanası gelmiyor. Bir nefti gerdan kıvrımına inci gibi dizilen bunca değere. Dağların ortasında bir hüzün şehir Amasya. Her daim içinden yemyeşil bir gözyaşı akar.

Ben Amasya evlerine, Amasya evleri yeşilırmağa bakıyor. Beyaz, iki ya da üç katlı, taş duvar zemine oturmuş kağgir binalar. Sürme çekilmiş gibi pencere kenarları siyah çerçeveli. Ahşap çatıları ve kırmızı kiremitleriyle geleni geçeni seyrediyorlar. Kaç göz eskitmiştir bu sürmeli gözler. Zamana direnmeleri için biraz omuz verilmiş restorasyon çalışmalarıyla. Ve dokunulmazlıkları betonun çirkinliğini değdirmemiş yeşilırmağın akşamları ışıl ışıl yanan aksine. Hala imdat bekleyenleri var. Yatay tahta kirişleri zamanın yüküne dayanamamış eğrilmiş, dökülmeye yüz tutmuş duvarları ve feri çekilmiş gözleriyle sıranın bir an önce kendilerine gelmesini bekliyorlar. Artık ev olmasalar bile, yaşayan mekanlar olmak istiyorlar. Yeni seslere açılmak... Ben ne kadar eski seslerini duymak istesem bile varsın yaşasında. garsonların aceleci adımları dolaşsın üstlerinde...

Varolmuşluğun genel geçerliliğinin en bariz ve acıtan yeri bu mekanlar. Bir varmış bir yokmuş masallarda, adı kalmış, sözünü esirgemiş ruhlar dolaşıyor sanki. Gelecek hiç olmamış bir zaman, geçmişse, Atlantis. An içinde aitsiz soluklanmak.

Ayaklarım hala sur duvarında sarkık. Burdamıyım , bilmiyorum. Astral bir alemde, belirsiz bir nokta gibiyim. İçimde tuhaf bir hüzün, giz, sevinç, merak birazda kırgınlık var gibi. Çok değil , az bir zaman sonra aynı akıbete uğrayacağımı bilmenin kaçınılmaz, çaresiz korkusuda eklenince ben de yeşil yeşil aksamıydım diyorum....

 
Toplam blog
: 281
: 324
Kayıt tarihi
: 30.04.09
 
 

1967doğumluyum. Lise mezunuyum. Okumayı ve yazmayı hep sevdim. Kelebek kanadı kırılganlığında bir ha..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara