Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '15

 
Kategori
Eğitim
 

Anadolu'da eğitim sorunları

 

“Anadolu’da Müfettiş Olmak” kitabı eşsiz betimlemeleri ve anlatımıyla bir ilköğretim müfettişinin anılarını içermektedir. Yaşanan tarihi, coğrafyayı, en önemlisi de eğitim sorunlarını dile getirmektedir. Müfettişlerin, öğretmenlerin, öğretmen adaylarının karşılaştığı ve karşılaşabileceği olayları, eğitim sorunlarını bu kitapta bulabilirsiniz. Bunlarla sınırlı kalmayıp yaşanan tarihi bizlere bildirdiği için önemli bir kaynak niteliğindedir. Böylece olayların geçtiği Diyarbakır’ı da tanıma fırsatı buluyoruz.

Gitmesek de görmesek de orda bir diyar var uzakta. Bekir'in diyarı diyorlar ismine. Diyarbakır. “Diyarbakır akrepler, güller ve karpuzlar şehri. Otellerle, yüksek binalarla kahvehanelerin, tek insan gücüyle giden, at arabasına benzeyen çek çek arabalarının buluştuğu yer. (İnsan gücü heba edilecek değil ya!) Bayramda ebeveynleri tarafından gelenek adı altında sigara verilen çocukların, fakirlikten buz üzerinde patensiz yaşayanların şehri. Diyarbakır tezatlar şehri.” 

Yaşanan bu tezatlıklar, yazarın düşüncesini değiştirmeye yetmiş bile. Zenginlik ve fakirlik arasındaki zıtlığın, eğitime yansıyacağını düşünen yazar görüşünü ispatlamak için okullarda araştırma yapmış. Ancak savunduğu görüşünün bu şehir tarafından bertaraf edilmesini hayranlıkla seyretmiş. Eğitimle sosyo-ekonomik düzey arasında bağ kurulamamıştır. 

Bu şehir bambaşka, her şehir gibi. Eşi milli eğitimde çalıştığı için "çok iyi" not bekleyenlerle karşılaşabilirsiniz. Dahası eşinin maddi gücüyle notu arasında orantı bekleyen öğretmenlerle karşılaşabilirsiniz. Bazen de "iyi" not alan 20 yıllık öğretmenin, üç yıldır görev yapan öğretmene "çok iyi" not verilmesinden dolayı duyduğu rahatsızlığa rastlayabilirsiniz. Elbette notlar önemlidir. Ancak bir gün müfettiş size hedefin ne olduğunu söylediğinde, bu zamana kadar bu hedef doğrultusunda ilerlemediğinizi fark edip "Biz yıllardır amaçsız yaşamışız!" itirafında bulunabilirsiniz. 

Hedef nasıl olur da bilinmez? “Varılacak yol bilinmezse hangi yol bizi oraya götürür? Eğitim niçin, nereye gittiğini bilmektir. İçinde bir umut olmasa bile!” Yazar hedefin önemini ve gerekliliğini bu dizelerle açıklıyor. Yalnızca Diyarbakır’ı ve eğitim sorunlarını değil Şanlıurfa’yı ve eğitim sorunlarını tanımamıza da katkı sağlıyor. Şehrin eski ismi Ur. Halk arasında Urfa. 1984'te Şanlıurfa ismini almış. Kuzeyde Adıyaman, kuzeydoğuda Diyarbakır’ı, kutsal balıkları, Göbeklitepe’si, Harran’ıyla ve elbette eğitim sorunlarıyla Diyarbakır kadar eşsiz bir şehir.

Eğitim sorunları daha da çeşitlenmeye başlıyor bu şehirde. Köy okullarındaki su, elektrik ve ulaşım sorunları öğretmenler tarafından her ne kadar çözülmeye çalışılıyorsa da köylü öğretmenlerden pek memnun değil. Hele ki ağanın biri size göz koyduysa, başınız tümden belada demektir. Köy şartları eğitimde boyut değiştirmeye zorluyor. Toprak sıkıntısından dolayı mezarlığın oyun alanı olarak kullanıldığı bile oluyor. Fırat Nehri ve barajları nedeniyle bazı köyler, okullar, sağlık ocakları boşaltılmış. Geriye daktilo, ecza dolabı ve öğrenci kütük defteri kalmış.

Siz müfettişler bin bir güçlükle arabasız, kılavuzsuz; köylerdeki, obalardaki, mezralardaki okullara gideceksiniz! Sizi karşılayan kalemini, kitabını toplamış çoktan İstanbul'un yolunu tutmuş öğrencilerinizin kütük defteri olacak! Fırat'ın yuttuğu şehirler, okullar, boğulmuş hayatlar, su yutmuş anılar, yaşantılar…!

 Eğitim elbette  yaşantıdır. Yaşantı yoksa söz konusu bir şey yok demektir.

Bu yaşantılarımızın söz konusu bir şey olmasını istiyorsanız kalıcı hale getirmelisiniz. Nasıl mı? Elbette yazarak. Yazmak için çok nedenimiz var. İnsan neden yazar ve okur biliyor musunuz? Bu sorunun cevabı için Azeri mügennilerden biri bize ipucu veriyor:

"Tek bu boş otağın dört duvarı galır mene." Bu durumdan kurtulmak - dört duvarın ötesine geçebilmek - için yazar ve okuruz. Bu yüzden eğitim dört duvarla sınırlı değil. Okuyan ve yazan her zihin duvarlara hapsolamaz. Olsa olsa değişmeye mahkumdur. Yalnızlığa düşman.

İnsanın en açık düşmanıdır yalnızlık. Eğer köy okullarında öğretmenseniz sabah erkenden kalkıp derse başlarsınız. Peki ya dersiniz bittiğinde ya da tatil günlerinde ne yaparsınız? Televizyon da yok diyelim. Bu yalnızlıkla nasıl baş edersiniz? İşte bu kitap baştan aşağı bu duygular ve sorularla dolu. Yalnızlık da bir eğitim sorunu değil mi? Birçok yazar ve şair bunu fark etmiş ki tanımını bile yapmışlar. Sait Faik Abasıyanık; “İnsanlar gelse otursa çift çift kadınlı erkekli. Ben tek başıma. Milyonlar içinde tek başıma. Acı gitgide acıyor. Kavun acısı gibi, zehir gibi bir acı.” diyor.

Kahraman Tazeoğlu durur mu? Yapıştırmış cevabı;

Ben acılarımın üstüne sünger çekip ayrılırım aranızdan

Ben bu yeryüzünün en yalnız çocuğuyum 

Yaşadığım yerlerin yabancısı 

Ne sözlerim para ediyor buralarda 

Ne de yaşamak uğruna verdiğim kavgalar 

Okuduğum şiirler, terennüm ettiğim şarkılar işe yaramıyor 

Ben kimsenin her şeyi olamıyorum. 

Kimse benim yalnızlığım olmuyor. 

Yalnızlığı en iyi anlatan şiir, paylaşacak kimsesi dahi olmayan birinin, hiç yazmadığı şiirdir. O yüzden bu dizeler bize tam tersini söylüyor. Eğitim üstteki şiiri Ctrl-v yapmayıp kalıcı izini bir ömür boyu yaşamak için şiire izin vermektir. Yani yalnızlığa düşmanlığı devam ettirmektir.

Her ne kadar Fırat Nehri sularıyla, barajlarıyla buna izin vermiyorsa da. Fırat Nehri demek su demek. Su demek hayat demek.  Fırat Nehri zıtlıklar nehri. Çelik halatlı asma köprüleriyle, 860 tonluk tribünlü barajlarıyla,  köprülerden geçiş maceralarıyla zihnimizde canlanıyor. Eğil’deki köpek saldırılarını da unutmamak gerekir. Üstelik köylüler izlemekle yetinmişlerdi. Ulaşımda bazen böyle sorunlar çıkabiliyor.

O tarihlerde müfettişlerin ulaşım sorunlarını tahmin edersiniz. Yol yok, kış, kıyamet, köpekler... Bazen varacakları yere, üç saat yürüyerek ulaşırlar, bazen de makam arabaları ile. Makam arabaları?  “Deh” demeyle giden makam arabaları!

Yolculuk sonrasında şu soruyu sorarsınız. İlköğretim müfettişleri ne yapar? Bazen kırılan bir camı soruşturmak için yollara düşer bazen de kırılan dört kiremit için mesafeler kateder. Sürücü kurslarını incelemek, kahvehane izni için mesafe ölçmek gibi, görevliler tarafından halledilebilecek işler olduğu halde nedense müfettişler görevlendirilmiştir. Bazen de su yoluyla bulaşan salgın hastalığa yakalanmamak için susuzluktan su yerine çay, çay yerine çay içmek zorunda kalırlar.

Tüm bu zorluklara rağmen teftişini gerçekleştirir. Teftiş sırasında anlaşılıyor ki tüm uyarılara rağmen öğretmenler görevlerini yerine getirmemekte ısrarcılar. Ama Selvi Öğretmen geçen sene müfettişin söylediği her şeyi yapmıştır. En yüksek puanı almış ve bir maaşla ödüllendirilmiştir. Peki, siz Selvi Öğretmen gibi olmak istiyor musunuz? Köyü değiştirmek için bir şeyler mi yapacaksınız, yoksa köyün sizi değiştirmesini mi bekleyeceksiniz?

Selvi Öğretmen gibi şaşırtmak, İsmail Öğretmen gibi zorluklara rağmen hayatta kalmak, Yakup Öğretmen gibi muhteşem ders anlatmak, Yalçın Öğretmen gibi her işe koşturmak, Yaşar Öğretmen gibi dört duvarı denkleştirilememiş sınıflarda mücadele ederek başarıya ulaşmak ve gelen müfettişe "Dikkat et ben sıradan bir öğretmen değilim!" mesajını vermek istemez misiniz? Yoksa sınıf yönetiminde sorun yaşayıp susturamadığınız öğrencilerinizden taktik almanın duygusunu mu yaşamak istersiniz?

Bu ve buna benzer hatalar öğretmenlerde bulunduğu halde her öğretmen kendini en iyi öğretmen, en iyi eğitimci olarak düşünür. Doğru iletişim adı altında "babacan öğretmenlik" yaparlar. Öğrencilerin duygularına hitap eder, ders yapmaz, yüksek not verirler. Öğretmen adaylarını kuramsal bilgilere boğarak ne yapılacağı hakkında bilgi vermezler. Birleştirilmiş sınıfı göstermediğiniz için eski öğrenciniz tarafından şikayet edilebilirsiniz. Tüm bunları duyduğumuzda öğretmenlere duyduğunuz sevgi ve nefret boyut değiştirmelidir. Çünkü babacan öğretmenler o kadar masum değiller. Peki ya siz “babacan öğretmen” olmak ister misiniz?

Çocuklara da hep “Sen büyüyünce ne olacaksın bakalım?” diye sorarlar. Bir öğretmen mi yoksa mühendis mi? Her ikisi mi? Yok daha neler! Mühendisten öğretmen mi olur? Demelerine rağmen başarabilen bir mühendisin öyküsüne de yer vermiştir bu anı kitabı.

Sahi ya sormayı unuttuk. Siz ne olmak istersiniz. Bir okur mu? Güzel bir tercih. Oku oku da adam ol baban gibi, “müfettişin makam arabası” olma! Bu gücü kendinizde bulamıyorsanız en yakındaki bir görme engelliler okulunu ziyaret edebilirsiniz. Neden mi? Çünkü engellilerin hayata tutunuşlarını, heyecanlarını, meraklarını, mutluluklarını hissederek –onlar gibi olmayı isteyerek- değişebilirsiniz. (Yani onları kıskanacaksınız.) Tüm yolculuklar bu yüzden değil mi?

Çift (çamurlu) ayakkabılarla rüzgar ve yağmur eşliğinde ulaştığınız okulunun bu denli temiz oluşu şaşırtır bizi. Yağmur size, pudra şekeri pastaya... Kavun acısı yalnızlığa benzer de elmalı pastayı hangi duyguyla beşik kertmesi yapmalı? Nasıl bir lezzet? Öyle süreçler (yolculuklar) geçiririz ki aldığımız tüm lezzetler değişmeye başlar. Farklı hayatlarla farklı okullarda  öğreneceğiz bunu. Okulların hepsi aynı ama bazı okullar temiz bazıları kirli. Bazıları müteahhidin gözünde dolarlar, bazılar tedavi yuvası.

Okullar gibi öğrenciler de birbirinden farklılar. Kimileri kurdeleli, mutludurlar. Kimileri mutsuz. Yoksa siz " yahu kızaran elmalar, kurdeleler bu kadar önemli değil" mi diyeceksiniz. Öğrenciler elbette buna çok önem verir ve lezzet alırlar. Ey öğretmen adayları bir gün başınızı kaldırıp etrafa baktığınızda 30 çocuk göreceksiniz gözleri gözlerinize değen. O halde öğrenci için önemli olan sizin için de önemli olmalıdır.

“Gözden ırak olan gönülden de  ırak olur”  mu? Bilmiyorum ama yazar tüm bu yolları katederken  gözünden ırak olan bir ismi (…) dilinden düşürmüyor. Anlamalıydım! Bu kadar çok gezmek bir şeyler aramayı gerektirir. Üzgünüm ama onu hatırlatmayan tek bir yer bulamayacaksınız. Tüm izleri hayatınızda kalacak. Böyle yaşamayı bizim de öğrenmemiz gerek.

Velhasılıkelam tüm müfettişler, öğretmenler, öğretmen adayları ve eğitim sorunlarına duyarlı herkesi ilgilendiren bir anı kitabından bahsediyoruz. Çok gezen mi bilir, çok gezi yazısı okuyan mı? Diye soruyor insan. Çok yaşayan, mı çok anı okuyan mı? Hani deriz ya “büyümüş de küçülmüş” diye. İşte kitaplar sizi yıllar önceye sırtüstü sürükler, yüzüstü savurur, tekrar getirir. Bu bir yaşantı, bir anı. Kim bilir belki ders alınır.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..