Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '21

 
Kategori
Kitap
 

Anadolu'da Teftiş Var

                                                    Anadolu’da Teftiş Var

Geçmiş herkesin hafızasında tüm güzelliği ile yerini korumaktadır. Anılar tazeliğini korur ilk günkü gibi. İnsan hafızası hiçbir şeyi unutmaz ancak bastırabilir. İnsanoğlu bunun da çözümünü bulmuştur: Anıları yazmak ve böylece geçmişi maziye gömülmekten kurtarmaktır bu  mucizevi çözüm. Anadolu’ya gönül vermiş bir ilköğretim müfettişi de bu çözümü kullanmıştır. Böylece o dönem yaşanmış hiçbir şey tarihin tozlu sayfalarında kalmamış bugünlere gelmiş ve bugünün öğretmenlerine ışık olmuştur. Elimizde 30 bölümden oluşan bir anı kitabı bulunuyor. Her bir anı sizi seksenli yılların sonlarına götürürken yenen taze ekmeklerin, içilen sıcak çayların tadını damağınızda hissedeceğinize şüpheniz olmasın.

Bakırın diyarı, Bekirlerin diyarı Diyarbakır’a düşer maarif ( ilköğretim) müfettişinin yolu. 1988’lerin Diyarbakır’ına… Bir müfettişin gözünden ve kaleminden bir tarih…Her yerde dikkatleri çeken bazı detaylar vardır. Diyarbakır’da da “çek çek” arabalarına çevriliyor gözler. İki tekerlekli ve at arabasının ön yarısı kadar bir şey olsa da marifeti büyük. Atın görevini insanın yaptığı buna bir örnektir. Adı bile emek kokuyor. Doğa dostu, pratik, temiz bir araç. İnsan gücünü değerlendiren mucizevi bir  buluş. Doğanın bu kadar kirletildiği bir dönemde böylesi mucizevi icatlara geri dönülse fena olmaz sanki…Bunların yanı sıra eski tadını kaybetse de karpuzlarıyla, küçük yaşta sigara içen çocuklarıyla, zorlu yaşamlarıyla, hiç konuşmayan köftecileriyle, evlilik sinyali veren genç kızlarıyla tarihte yerini almış bir  şehir Diyarbakır…

1980’lerin sonunda ama modern çağ dönemlerini aratmayan bir yer: Karakaya Sitesi. Temizlenmiş yollarıyla, sağlık ocağıyla, İtalyan anaokulu ile, lokali ile, renkli televizyonu ile, yirmi dört saat  sıcak suyu olan misafirhanesiyle, hiç kimse ile ilişki kurmadan yaşayabilme imkanına sahip şanslı kent Karakaya. Acaba şimdi nasıldır?

Bazen bir yere gidersin ama niçin gittiğini ve nasıl gideceğini bilmiyor olabiliyorsun. Bunun diğer insanlar için telafisi mümkün olsa da  bir öğretmen için zor bir durumdur. Bir yanlışın neresinden dönülürse kardır. Öğretmen bu hatayı yol yöntem öğretilmediği için yapıyor bu anlaşılır bir sebep olabilir. Peki ya ona iyi, çok iyi raporlar  veren kişilere ne demeli. Bir yanlış ya da eksik görüldüğü zaman düzeltmek en güzel yöntemdir.

Çifte toleransın yaşanmadığı bir dönem sanırım hiç olmamış. Menfaatini düşünen insanlar da hep var olmuştur. Kendi arabası ile köylüleri taşıdığı için, elektrik  trafosunu ücretsiz onardığı için, okuluna temiz bir su deposu kazandırdığı için şikayet edilen  bir öğretmen görünce anlıyorsunuz işin garipliğini. Muhtarın halktan haksız  para kazanmasına engel oluyor diye kaç öğretmen şikayet edilir ki  yoksa. Bir de sular altında kalan köyden geriye bir tek öğrenci kütük defterinin kalması da  acı bir anı olmalı…

Herkes  hayatının belli dönemlerinde yalnız kalma isteği duyabilir. Bu gönüllü bir eylem olduğu için insanın canını acıtmaz. Bir de yalnızlığa mahkum edilmiş olduğunuzu ve bundan başka bir çareniz olmadığını hayal edin.  Öyle bir yalnızlık ki bu, köyden geçen hiç tanımadığınız insanlara “ ne olur hocam, bu akşam gitmeyin, misafirimiz olun” diye adeta yalvaracak kadar büyük bir yalnızlık…

Bir köy düşünün ve kendini bilmez bir de ağa…  Ve bu ağanın o köye görev için gelen öğretmeni kendisine nikahsız olarak almaya çalıştığını üstelik  de kuma olarak almaya çalıştığını düşünün. Ve bunun için çeşitli hile ve zorbalıklara başvurduğunu düşünün. Düşünemiyorsunuz değil mi? Böyle gayri ahlaki bir durumu hangi akıl alır ki?

Köyleri kadar köprüleri de meşhur o dönemlerin. İnsanı düşürecek derecede sallanan asma köprüleri, çöplere kurban edilen güzelim suları düşününce insanın içi sızlıyor. İnsan canını tehlikeye atan derme çatma köprü yolları yerine sağlam yollar yapılamaz mıydı?

Hele bir de köprü yollarının sonu köpeklere çıkıyorsa iş daha da zordur. Köpeklerin saldırması ya da havlaması içgüdüsel bir eylem olarak kabul edilebilir. Peki ya köyün yabancısı iki insanın üzerine köpekleri salmak ve bunu film izler gibi izlemek hangi ahlaka sığar acaba? Keşke müfettişlere köpeklerden korunma dersi de verilse imiş. Malum insanlardan hayır gelmemiş.

Şu dönemde çayın yanına bir elmalı pasta size sıradan gelebilir. Ama insani ihtiyaçların bile giderilemediği, yokluğun hüküm sürdüğü bir dönemde elmalı pastanın adı bile çok uzaktır. Bir teftiş sonrası bir demlik çayın yanında pudra şekeri bile üzerine serpilmiş bir elmalı pasta nasıl güzel gelmiştir kim bilir?

Babacan kelimesi herkese denmez. Hele ki ülkenin ücra bir köyüne, hiçbir şey öğretmeden öğretmen gönderen bir öğretim üyesine hiç denmez. Eğitim fakültesi öğrencileri oraya işlenmek için gelirler. Ve tabi hayata, yaşayacaklarına hazırlanmak için. Dersi boş geçirip ileride yaşayacağı sorunlara onları hazırlamamak hangi vicdanın ürünü olabilir demeyin. Oluyor! Ve öğretmenler bunu çok acı bir şekilde tecrübe ederek öğreniyorlar. Hayat her şeyi tecrübe edecek kadar uzun değil ne yazık ki.

İnsanların hayatı her zaman çeşitli mücadelelerle geçmiştir. Bu tarihin her döneminde olmuş ve olmaya da devam edecektir. Ancak temiz su bulamadığı için günlerce çay içmek zorunda kalmak ve böbrekleri adeta iflasa sürüklemek bedeli bir hayli ağır olan bir mücadeledir. Bir köy ve büyük bir salgın. Salgının en büyük silahı su iken susuz kalmak… Umarım bir daha tarih boyunca kimse bu sınavı vermek zorunda kalmaz.

Müfettişler de bir dönem öğretmendiler. Hem de heyecanlı birer öğretmen… Öyle ki tüm evrakları eksiksiz olmasına rağmen stresten midesine kramplar girecek kadar heyecanlı birer öğretmen. Gerçi hangi öğretmen sınıf kapısı kırılacak vaziyette açılsa tedirgin olmaz ki?

Eskilerin yolu da yolculuğu da tam bir çile imiş. Nasıl olmasın ki yol yok, araba yok, imkan yok… Teftişe giden bir müfettiş hele bir de köye gidiyorsa her araç mübahtır onun için. Araç dediysem günümüz araçları gelemsin akla hemen. Bazen bir at arabası, bazen bir eşek ya da bir petrol tankeri…. Bazen askeri bir araç bazen de cam kenarına alınmış bir tren bileti… Artık şansa o gün hangisi düşerse . Ama şans genelde gülmez ve size de ayağa kuvvet  demek düşer ve kar,  çamur demeden yürümek düşer.

İnsana en zor gelen şeylerden biri de hak ettiği değeri görmemesidir hiç şüphesiz. Bir müfettiş iseniz bu değer verilmeyişi en derinden hissetmeniz işten bile değil… Yolu izi olmayan köylere siz gidersiniz, birinin başı ağrısa bile siz görevlendirilirsiniz, onlarca sınava siz girersiniz, onlarca zorlu mücadeleyi siz verirsiniz ancak bir okul müdürü kadar değeri hak etmezsiniz. Bir lojman bile çok görülür bazen. Müdürler okulda kendi makam odalarını yaparken siz soğuk bir köy odası bulamazsınız bazen. Anlayacağınız hiçbir yerde kendinize yer bulamıyorsunuz. Ne acı!

Değer verilmeyen müfettişlerden en üstün performansı beklerken de hiç kimsenin yüzü kızarmamış. Her işe gönderme hakkını bulmuşlar hatta kendilerinde.  Öyle bir hakkı bu bir cam mı kırıldı bir yerde haydi müfettiş bey göreve diyecek kadar bir hak. Ya da bir öğretmen sevgi dolu bir mektup yazmış -aman ne büyük suç- hatta kayınbiraderi kız kaçıran bir öğretmeni de soruşturdukları da görüldük işlerden hani…

Oradaki ihtiyaçlar gözetilmeksizin yüksek kapasiteli okullar yapan ancak bu okullardaki prizlere kablo koymayı akıl edemeyen bir yüce akla da şahitlik ediyor müfettişler. Demek ki o dönemde hakimmiş “ bir işi sadece yapmış olmak için yapmak” anlayışı…

Meslekte onuncu yılı bile olsa eğer doğru bir rehberlik yapılmadıysa bir öğretmene, çok da verimli geçmemiştir o on yıl. Kendisine rehberlik eden bir müfettişe düşman gözüyle bakmanın sebebi de bu olsa gerek.

Bir yıl önceki teftişte eksikleri belirlenen Selvi öğretmen, ertesi yıl da aynı müfettişi okulda görünce adeta kolundan çekerek sınıfına götürür. Demek ki eksiklikler tamamlandı. Müfettişten alınan yüksek not da bunun kanıtı olsa gerek.

Köy öğretmenleri çeşitli sıkıntılarla  karşılaşmıştır. Ve bunlara kendilerince çözümler de geliştirmiştir. Ama terör belasına nasıl bir çözüm bulunur ki… Neyse ki İsmail öğretmen bir şekilde tayinin aldırıp memleketine gitmenin bir yolunu bulur. O şanslıydı ve kurtuldu. Peki ya kurtulamayanlar ?

Gittiği yeri güzelleştirmek de öğretmenliğin şanındandır. Yakup öğretmen de okulunu düzenlemeye çalışan güzel yüreklerden. Müfettişlere güzel yemekler yapıp lokum ikram etmeyi de unutmuyor tabi…

Ayrılık da öğretmenliğe dahil. Okul demeye bin şahit gereken bir yerde öğretmen olan Yaşar öğretmen imkansızlıkların hüküm sürdüğü bir köye ailesini getirmek istemez. Ancak bu sefer de özlem yapışır yakasına. Durumunu dile getiren Yaşar öğretmen komşu köye tayin oluyor. Eşi ve çocuklarına kavuşan öğretmen işine aşkla devam ediyor.

Bunun yanı sıra dört kiremidi onaramayıp bunu resmi yazı ile bildiren öğretmenler de yok değil hani! Keşke öğretmenler gidecekleri yerdeki koşullara hazır olarak gönderilse!

Bir müfettiş teftiş esnasında her şeyle karşılaşabilir kabul. Ama sözlüsünün eniştesi ile nişanlanması ile kaç kişi karşılaşır bilinmez. Ve o ortamda teftiş yapmak ne demek kaç kişi bilir? Bu durumda ne yapılır? Eksikler güzel bir dille anlatılır. Ve tamamlanması için de süre verilir. Biraz olsun sulu gözlere ilaç olmaya çalışılır çünkü. Vicdan herkese mahsus bir duygudur ya da öyle olmalıdır.

Bazen de program değerlendirme çalışması için arşınlanır yollar. Bunun da güzel yanları vardır tabi. Oradaki öğretmenler bu çalışmadan verim aldıklarını ve  öğrendiklerini öğretmenlik yaşamında uygulayıp daha iyi bir öğretmen olacaklarını söylediyse hele…

Eli lezzetli çok  fazla kadına denk gelmişizdir. Ama köy yerinde adeta harikalar yaratan sanat eseri gibi yemekler yapan bir erkek öğretmene kaç kişi aşinadır ki? İşte Abdi öğretmen algıları kıran cinsten eli lezzetli bir köy öğretmeni. Bu görsel şölene müfettişler de çok alışık olmasa gerek.

Özel hayat kadar teftiş de hak ediyor mahremiyeti. Yanındaki öğretmen eşin de olsa teftiş kişiye özeldir. Bunu karşı tarafa güzel bir şekilde hissettirmek de başarı olsa gerek.

Müfettişlerin girmediği yer gitmediği yol kalmamıştır desek yanlış olmaz herhalde. Bazen kelle koltukta yolculuklar, bazen tabana kuvvet yürümeler bunun kanıtı olsa gerek. Bazen tıka basa dolu otobüslerde nostaljik nineleriyle, temiz odalarıyla, pastanede yenen halka tatlılarıyla hafızalarda iz bıraktığı bir hakikattir.

Kitabı okurken satır aralarında Safinaz’ı görecek ve onunla da tatlı bir yolculuğa çıkacaksınız. Safinaz kim mi ? Onu da okurken tanıyın…

Anadolu’yu tanımak isteyen herkes bir müfettiş anı kitabı bulup okumalıdır. Anadolu insanını, yaşamlarını, zorluklarını görmek isteyen herkes için geçerli bir tavsiyedir bu. Anadolu’yu en güzel onlar tanıyor çünkü. Anıların detaylı hali için “Anadoluda Müfettiş Olmak” kitabını okuyabilirsiniz. Geçmişe yolculuk yapacağınız bir okuma olacak emin olun. Şimdiden iyi okumalar. Küçük bir not: Okuyacağınız her şey gerçektir.

 

 
Toplam blog
: 22
: 131
Kayıt tarihi
: 14.02.13
 
 

DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİYİM. KİTAP OKUMAYI, YAZI YAZMAYI MÜZİK DİNLEMEYİ VE FİLM İZLE..