- Kategori
- Siyaset
Ankara, Tahran, Kürtler ve Bermuda Şeytan Üçgeni !

PKK’nin Öcalan’ın verdiği talimatlar gereği 8 Mayıs'tan itibaren silahlı güçlerini kademeli olarak Kandil’e çekme kararının yankıları hem içeride hem de dışarıda artarak devam ediyor.
İçeride hem Kürt halkı ve hem de iktidar kandı ile ona yakın kesimin bir takım tereddütleri olsa da genel anlamda bir memnuniyetleri söz konusudur diyebiliriz.
Muhalefet kanadında ise başta MHP’nin klişeleşmiş “anti-Kürt” bakış açısına paralel olarak yürüttüğü siyasetin özellikle “akil insanlara” ve sonrasında sürece destek olanlara yönelik hakaret ve kimi zaman tehdit boyutuna varan kontrolsüz politikasını belki bu partinin genlerinde olan bir kronik hastalık olarak görüp anlayabiliriz.
Ama anlam vermekte zorlandığımız esas konu CHP’nin anlaşılmaz tavrı; doğrusu ana muhalefet partisinin Türkiye’nin yüzyıllık böylesi büyük sorunu karşısında adeta kendini taca atmış olmasını anlamak mümkün değil.
Toplumda üç aydır sürdürülen müzakerelere dair iç politikada yaşananlar için ama doğru, ama yanlış hemen hemen herkesin bir fikri, bir tespiti vardır.
Aslında sürece dair esas dikkat edilmesi gereken ve gözlerden kaçırılmayacak mevzu bu işin dış yansımaları!
Yani başta komşu ülkeler ve sonrasında bölge üzerinde hesapları olan ülkelerin tavrı çok önemli.
Geçtiğimiz günlerde PKK’nın Kandildeki lideri Murat Karayılan’ın sürecin hassasiyeti ve bu hassasiyetin ne kadar kırılgan olabileceğini Radikal’den Neşe Düzel’e vermiş olduğu röportajda dile getirirken İran’a dikkat çekmesi aslında oldukça önemsenmesi gereken bir durum ve gözden de kaçırılmamalı.
İran’ın PKK’nın silahlı unsurlarını Türkiye sınırlarının dışına çekme kararı almış olmasından duyduğu rahatsızlık zaten birkaç gün sonra basına oldukça yüksek perdeden yansıdı.
Tahran yönetimi, PKK’nın teslimiyetçi politikası sonucu Kürtler ve İslam dininin ABD ve İsrail’in saldırılarına hedef olacağı yönünde saptamalarda bulunurken 1945’ Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılışı ve o günden bu yana Kürtlere karşı yürütülen acımasız ve kanlı politikaların müsebbibi olmayı sanırım unutmuş olmalı.
İran, Suriye ve merkezi Irak yönetiminin başta Türkiye, Kürdistan bölgesel yönetimi ve bölgedeki diğer Kürtlere karşı oluşturdukları güç birliğinin varlığından nerdeyse haberdar olmayan yok.
Ankara – Erbil yakınlaşması ve başta enerji ve petrol için yapılan birtakım antlaşmalar Bağdat’ı, Şam ve Tahran’la aynı safta yer almaya mecbur etti.
Öte yandan iki yıldan fazla bir zamandır Suriye’de süren iç savaşta ne Şam rejimine ve ne de muhaliflere yakın duran Kürtler’in son dönemlerde rejim güçleri ile başta Halep ve Humus olmak üzere yer yer çatışmalara girmiş olması da oldukça ilginç.
Peki, şöyle bir soru soralım: ÖSO ile adeta ölüm-kalım savaşı veren Şam durduk yerde kendine yeni düşmanlar yaratacak gücü ve cesareti nerden buldu?
Yani Kürtlere neden şimdi saldırma gereği duydu.
Cevap aslında çok açık, Kürtlere saldıran Esad değil, Kürtlere saldıran İran; yani Hizbullah!
Peki, bunda amaç ne olabilir?
Cevap: Türkiye ve PKK arasındaki ateşkesin verdiği rahatsızlıktan dolayı örgütün Suriye Kürdistan’ındaki temsilcisi olan PYD üzerinden adeta bir ceza kesmek ve bir şekilde Kandil’i bölgesel bir savaşın içine çekmek.
Ama kanımca esas dikkat edilmesi gereken konu; 90’lı yılların başında özellikle Kürt illerinde İran destekli yüzlerce faili meçhul cinayette parmağı olan Hizbullah’ın tekrar sahneye çıkma ihtimali.
Bu nedenle PKK’ya sempati duyan kesime karşı yapılması muhtemel saldırılar sonucu adeta örgütü tekrar silah kuşanıp Türkiye sınırlarına çekme çabalarının olması muhtemeldir.
Kandil bu noktada birtakım çekinceleri dile getirirken aslında hükümetten bu yönde gereken tedbirleri almasını da istiyor dersek yanılmış olmayız.
Karayılanın Düzel’e verdiği röportajda bu anlamda asla komplolara gelmeyeceklerini ve örgütün barış adına kararlılığını dile getirmiş olması Türkiye toplumu için sevindirici bir husus olmalı.
Eğer Tahran’ın bu oyunu tutmazsa; ki tutmayacağını umuyoruz Türkiye ve Kürtler ağır bir muhasaradan ayakta ve dimdik çıkmış olacaklar.