Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

29 Eylül '16

 
Kategori
Sağlık
 

Ankara'da ölmedim

Ankara'da ölmedim
 

Ayağımı kırdım, görünmez kaza.


AN KARA KARA AN
Bir süredir hayata karşı engeliyim ayağımı kırdım, acıya mahkum oldum. Ara sıra zorunlu kalkışlarımda  koltuk değneklerinden güç alarak ev içinde tek ayak üzerinde  sekerek kısa mesafe yol  alabiliyorum, gündüzleri mi bile yatakta yaşamaya çabalıyorum.
60 sene dünyanın üzerinde yayan yapıldak koştum yorulmadım. Dağ tepe aştım, şaşmadım, düşmedim de Ankara'nın göbeğinde geçmişten çok aşina olduğum Kızılay' da bir hızlı adımda yere serildim. Can havliyle Kızılay'ı inlettim. Geçtiğimiz Ağustos ayının ilk Cuma günü öğle vaktinde. Sanki ecele koşar gibi   hızla adımlıyordum insan seli akan geniş kaldırımı, bir anda acımla dar geldi alem; sonra gözümün önünden kayboldu.
Bir adım, meğer hayatta ne kadar önemliymiş. O bir adımla yapılan bir anlık dikkatsizlik sizden  normal yaşamı anında alabiliyor. Sevinçlerinizi kedere, mutluluklarınızı hüzne çevirebiliyor. Gündüzlerinizi bile yatağa mahkum edebiliyor. Ve o yattığınız yatağın nerede olduğu bir önem arzetmiyor. Beyaz sarayda mı, virane bir fakirhanede mi, köyde mi, kentte mi, Avrupa da mı, Asyada mı, gökyüzünü yattığınız yerden gördüğünüz kadarıyla camdan seyrettiğiniz sürece ve acılarınız sürdüğü müddetce nerede olduğunuz hiç fark etmiyor.
Neyse beterin beteri var. Ömrü süresince yataklarda yatanı var. Şükürler olsun ki bu vaka ölümüme sebep olmadı. Allah çocuklarıma bağışladı. Hayat bir andır o da bu andır, dedikleri ne kadar doğru kelam. İşte o bir anda Kızılay kaldırımındaki bir hızlı adımda sol ayak bileğim ters döndü ve o an bedendeki tüm kilolar  yük sarılı kamyonun virajı alamayıp çalıların üzerine devrilmesi misali, ters dönmüş ayak bileğimin üstüne yığılıverdi.
Düşüş esnasındaki çığlığım Ankara'yı inletti. Kendim bizzat ayağımın burkulup ters döndüğünü gördüm ve çat sesi duydum. O an sonrasında acıdan şoka girdim.  O anda dünyam karardı, bir daha güneşi göremem sandım. Feryadıma insanlar başıma toplanıp halimi izlemeye koyulmuşlar. İçlerİnden bazıları ağzıma şeker tıkıştırarak, kimi de su içirmeye çalışarak yardım seferberliğine girişmiş. Çok şükür iyi insanlar hala varmış. Bazıları da halimi izlerken "tansiyonu mu düştü acaba, yoksa kalp krizimi geçiriyor," diyerek yorumlarda bulunmuş. Zira yüzüm kireç gibi bembeyaz olmuş. Kendime geldiğimde devekuşu yumurtası büyüklüğünde şişmişti ayak bileğim, gözlerimde birikmiş yaşlar yanaklarımdan süzülmüştü. Acıdan kıvranıyordum, kimse ayağımın zavallılığını görmemiş olacak ki, bir soğuk uygulaması yapmamış. Etrafta onca iş merkezi ve kaldırım kenarında soğuk su satan büfe olmasına rağmen kimsenin aklına soğuk uygulaması gelmemiş. Meraklı gözler artmış, neden ve niçine cevaplar aranmış. Ama "ne yapılabilir," denilmemiş. Allah'tan yardım sever bir kaç kişice ambulans çağrılmış. Geç olsa da geldi ambulans ve sağlık ekibince hemen kaldırımdan kaldırılıp sedyeye alındım. Sağlıkçılardan da ilk yardım yok. Ankara'nın yolları ve trafiği malum, yollar yoğun ve yoldakilerin çoğu yorgun, siren seslerine rağmen dura kalka ilerleyebiliyoruz.  
Ambulansın içindekiler stajer sağlıkçı olmalılar, onların telaşları kolumda kan damarı aramak. Ayağımın hali gözlerinin önünde ve ben "çok acıyor" diye bağırıyorum, "bir soğukluk koyun lütfen" diyorum gözyaşları içinde; onlarsa "damarı açmamız lazım, hocamız çok kızar yoksa" deyip, kollarımın her ikisini de igneyle delik deşik ediyorlar. "Benim kollarımda damarım bulunmuyor kanım alınacağı zaman elimin üzerinden alıyorlar" dememle denemeleri bitmiyor. Ne zaman ki başarısız oluyorlar, o zaman iğne işkencesi bu sefer ellerim üzerınde yoğunlaşıyor.
Velhasıl bu süreçte ilk yardımsız, şiş ayak bileğimle, iğneden delik deşik olmuş kollarla ve sağ el üzerinde bulunan bir damara girilmiş iğnenin üzeri bantlanmıs vaziyette nihayet Numune hastahanesi aciline ulaştık.
Gerisi vahim. Pek çok hasta arasında sıra size gelecek, bu süreci kıvranarak sedyede bekleyecek, sonra eli boşa çıkan kendinden emin, orta boylu, idmanlarla üçgen vücut yapmış, kas geliştirmiş genç bir erkek doktor sizinle ilgilenecek. Sporsever doktor tok sesiyle yönelttiği sorular neticesinde ifademi alıyor, sonrasında röntgen çektirmeye yönlendiriyor. Film sonrası kırık tesbiti yapılıyor ve şiş halde alçıya alıyorlar ayağımı, sözün bittiği yer. Ben yine de doktoruma espri yapmaktan geri kalmıyorum.  Donuk bir tebessümle "kış gelmeden çizmeyi giydirdiniz, renginin beyaz oluşu sıcaklarla uyumlu" diyorum. Doktor esprime bıyıkaltı gülümsüyor.
30 güne çıkar dediler  alçı için, "bu süreçte üzerine basmayacaksın, sırt üstü yatıp ayağını kalp seviyesinde tutacaksın" dediler.  Ha bu arada "alçının dışında kalan parmaklarında morarma olursa hangi saat olursa hemen gel" demeyi de ihmal etmediler, bu sözleriyle rahatlatmak yerine içime korku saldılar. Çok şükür bağırmam yoktu artık, ama insanlar burada da başıma toplanıp yakından izlemeye koyuldular.  Yakınlarının başına geleni de aktarmaktan geri kalmayarak.
Hastane çıkışı kendi imkanlarınla eve geliş. Sonrası ne mi olur, alçının ayağındaki ağırlığıyla diğer ayak üzerinde zıplayarak ev içinde yatağa kadar ulaşmana sebep olur.
Ayağın sanki bir işkenceci tarafından büyük boy tenekeye sokulmuş ve üzerine çimento dökülüp dondurulmuş gibi olmuştur. Kıpırdatması, yerinden kalkması zorlaşır. Medikalciden temin edilen koltuk deynekleri size sekerek yürümede yardımcı olmaya çalışır. Ne var ki geceleri  uyku haram oluyor, zaten sırt üstü yatmak gerekiyor.  Bir de "ayağımı düz mü tutayım, yan mı çevireyim," diye düşünmekten ve düşünceni uygulayamamaktan gözüne uyku girmiyor. Takıyorsun  kafaya "yanlış kaynarsa, bir daha hiç yürüyemezsem" diye. Bu yüzden uykuyu ben hiç beklemedim. Zaten gelmiyordu da, çünkü alçının içinde olmasından dolayı hareket edemeyen ayağım zong zong zonkluyordu. İçerde birşeyler kendi kendine zıplıyor, vuruyor, sanki savaş oluyor kemiğin oralarda, damarlar arasında, seni uykudan alıkoyuyor.
Günler geçti hala hep ayak şiş ve parmaklar mor ve bunun da kırıkla alakası yokmuş. Dolaşım bozukluğu neden oluyormuş, nerden bileceksiniz? Engelli oldum diye için için ağlıyorsunuz, inliyorsunuz, bilinmiyorsunuz. Pencereye yaklaşıp dışarı bakmak isteseniz yataktan kendi iradenizle inemiyorsunuz. Devamlı yatmaktan kaslarınız yorgun düşüyor, zayıflıyor, güçsüzleşiyor, dolayısıyla kendinizi hep yorgun hissediyorsunuz.
Gündüzlerinizde "paça suyu iç iyi gelir, sütü ihmal etme güç verir" diyenler ve  ayağınızdaki alçıya hislerini yazmak isteyenler  durumunuzun iyi tarafı; sevildiğinizin, sorununuzla ilgilenildiğinin göstergesi. Yemeğinizin canınızın istediği zaman olmasa da tepsiyle yatağınıza getirilmesi biraz burukluk arzediyor. Acıyan bakışlar, hüzünlü muhabbetler karamsarlık katıyor ..
Kitap okuyamıyorsunuz, yazı yazamıyorsunuz, sadece sırtüstü yatıyorsunuz. Televizyon dizilerine merak sarıyorsunuz, acınız ekran entrikalarında, Hint filmlerinin hüznünde azalıyor. Beterin beteri olduğunu bir kez daha anlayıp şükrediyorsunuz.
Her şeyin ilacı zaman, yapcak birşey yok.
Allah'a hamdolsun Ankara da ölmedim. Çünkü serapa iyi duygularla bir haftalığına gelmiştim. O beni bu şekil bir kırıklıkla bir ayı aşkın misafir etmek istemiş.İyimserlikle iyi olmaya çabalıyorum.
Bir ayın sonunda nihayet yine Numune hastanesinde alçı çıkarıldı.Ayağım özgürlüğüne kavuşur sandım. Fakat parmaklarımı oynatamıyordum. Alçının içinde büzülmüş süzülmüşler. Güya onarılan sol ayak bileğimin şişi de aynı duruyor, inmemiş.Doktor günde bir kaç kez sıcak su içinde ayağımı hareket ettirmeye çalışmamı istedi. Ne hikmetse gerçekten hasta ayağım sıcak suyun içinde adeta mayışmıştı. Demek ki kırık tazeyken ilk yardım olarak nasıl ki soğuk uygulaması gerekiyorsa,kırık onarıldıktan sonra da sıcak suyla dinlendirme, eğlendirme olmalıymış. İşin ilginç yanıysa ayağım sıcak sudan çıktıktan sonra soğukta kalmış kaldırım taşı gibi sertleşiyor ve ağırlaşıyordu. Bu halim daha ne kadar sürecek bilmiyorum. Ve hala geceleri ayaklarımı uzatarak rahat uyuyamıyorum. Ömrüm ne kadardır, ayağım eski sağlığına kavuşur mu, bilmiyorum. Allah beterinden saklasın diyorum.

AYFERAYTAC.COM

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..