Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '06

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ankara'nın doğusuyla ilk tanışmam

Ankara'nın doğusuyla ilk tanışmam
 

Altı yıl öncesine kadar Ankara’nın doğusuna adım atmamış biriydim. İzmirli bir ailenin çocuğu olarak tüm çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım İzmir’de geçti. Ben doğduğumda babam emekli olduğu için ailemizin memuriyet dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli kentlerinde gezme dönemlerine de yetişemedim. Dolayısıyla uzunca bir süre Anadolu’nun sadece batı yarısını bilen ve tanıyan biri olarak yaşadım.

Bir Egeli olarak Ankara’nın doğusuna ilk geçişim Ege Üniversitesinin arkeoloji bölümünü kazanmamla birlikte gerçekleşti. İsteyerek arkeoloji okumaya başlayan bir öğrenci olarak birinci sınıftan itibaren kazılara katılmaya başladım. Kışları okul ve derslerde, yaz aylarında ise kazılarda öğrendiklerimin mesleki olarak bana kattığı şeylerin önemi tartışılamaz. Ama kazılar vesilesiyle gittiğim yerlerde sadece mesleki anlamda değil kültürel anlamda da çok şeyler ekledim hayatıma. Herşeyden evvel Ankara’nın doğusunu gördüm ve oraların hiçte önceden düşündüğüm gibi korkulacak yerler olmadığını farkettim. Doğu insanının ne kadar içten, sıcakkanlı, misafirperver ve saygılı olduğunu Diyarbakır Bismil’de, Urfa’da, Van’da, Erzurum’da bizzat gördüm.

İlk olarak altı yıl önce üniversite birinci sınıftayken Diyarbakır Bismil’de başladı Ankara’nın doğusundaki yolculuğum, o zamandan beri de doğunun farklı kentlerinde devam ediyor. Her yaz kazı için 20 saatten fazla yol teperek gidiyorum oralara ve iyi ki gelmişim diyorum. Üstelik evime döndükten kısa bir süre sonrada özlemeye başlıyorum oraların havasını suyunu, herşeyden evvel riyasız, iyi niyetli ve saygılı insanlarını. Gerçekten de bizim yaşadığımız büyük kentlerde artık kaybolmaya yüz tutmuş birçok değer oralarda yaşamaya devam ediyor. O sıcaklık, o samimiyet Anadolu’da her daim mevcut. Sıcaklık ve samimiyet demişken hiç unutamadığım bir anımı aktarmak istiyorum sizlere: 2001 yılının yaz mevsiminde o güne kadar annesinin dizinin dibinden ayrılmamış bir üniversite öğrencisi olarak Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde kazıya gittim. Kazı yaptığımız höyük Batman’a giden yolun üzerindeki pamuk tarlalarının içindeydi. İlk bir hafta hocalarımızın bize verdiği görevleri en iyi şekilde yapmaya çalışarak kazıyı sürdürdük ama bir haftanın sonunda ekipteki bütün kızlar hastalandı: İshal, kusma, halsizlik şikayetleri herkesin direncini kırdı. Sonunda kazı ekibindeki arkadaşlarımızın durumu giderek ağırlaştığı için hocalarımızla birlikte Bismil devlet hastanesinde aldık soluğu. Bu arada bende de aynı şikayetler olmasına rağmen kızların içinde durumu en iyi olan bendim. İki arkadaşıma hastanede serum bağlandı ve içlerinde en sağlamları ben olduğum için refakatçi olarak hastane odasında onlara eşlik ettim. Odada kalan başka hastalarda vardı. Daha doğrusu zatürre olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir bebek ve ailesi. Aradan bir müddet geçtikten sonra bebeğin babası bana ve arkadaşlarıma cola ikram etti. Ancak diğer arkadaşlar içemeyecek durumda oldukları için sadece ben teşekkür ederek kabul ettim bu ikramı. Gerçekten çok küçük olan bebeğin ağlayışı ve ablası olduğu belli olan sarışın küçük kızın masum ve gülümseyen bakışları beni çok etkilemiş, o ilaç kokan hastane odasında içimi ısıtmıştı. Yanımda kolunda serum şişesiyle yatan arkadaşımın ağlamaya başlamasıyla benim o anki dalgınlığımdan sıyrılıp arkadaşımı teselli etmeye başlamam bir oldu. Evinden yaklaşık 25 saat uzaklıkta ki bir hastane odasında koluna bağlı serum şişesiyle yatmak kuşkusuz zor bir durumdu arkadaşım için. Elimden geldiği kadar ona güç vermeye çalışırken; ufak bebeğin annesi olan kadının kollarını açarak bize doğru geldiğini farkettim. Kadıncağız tek kelime Türkçe bilmiyordu, bizde Kürtçe bilmediğimiz için onun neler söylediğini anlamıyorduk. Aslında anlamaya da gerek yoktu. O sırada bebeğinin derdiyle meşgul olan kadıncağız arkadaşımın ağladığını görünce yanımıza geldi kah bizlere sarılarak, kah arkadaşımın ellerini tutarak bize o kadar çok güç verdi ki; ona minnettarım. Annelerimizin yüzlerce kilometre uzakta olduğu bir anda adeta bir anne şefkatiyle sarıldı bize ve o soğuk hastane odasını sıcak bir yuvaya dönüştürdü. Aradan altı yıl geçti Bismil Devlet Hastanesindeki o geceyi hiç unutmuyorum ve bundan sonra da unutabilmem mümkün değil. Sevginin, kardeşliğin, şefkatin kısacası duyguların dili olmadığını daha evvel de biliyordum ama o akşam bunu çok daha iyi anladım diyebilirim. Biz onun dilini, o bizim dilimizi anlamasa da biz birbirimizi çok iyi anladık.

Bismil’de geçirdiğim o yaz beni en çok etkileyen olay buydu ama başka güzel anılarımda var tabii ki. En önemlisi tanımaktan mutluluk duyduğum birçok insan var: İyi kalpliliği ve esprili kişiliğiyle şöförümüz Ali abi mesela. Ali abinin Türkçe bilmeyen ama yine birbirimizi çok iyi anladığımız ve sevdiğimiz eşi. Kazıda bize eşlik eden Bismilli işçilerimiz. Kısacası çok şey var. Hepsini ayrıntılarıyla anlatmaya kalksam yüzlerce blog yazmam lazım.

Ankara’nın doğusundaki ilk durağım Bismil idi. Orada geçirdiğim bir buçuk ay bana çok şey kazandırdı. Bir gün fırsat bulursam yine gitmek istiyorum oraya. Kazı için olmasa bile ziyaret için. Eğer blogu Bismil’den takip edenler varsa ve bu yazıyı okurlarsa onlara da buradan bir rojbaş (merhaba) demek istiyorum.

Resim: Dicle nehri

 
Toplam blog
: 130
: 5076
Kayıt tarihi
: 08.08.06
 
 

Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi bölümü mezunuyum. Şu anda Marmara Üniversitesi ..