Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '13

 
Kategori
Deneme
 

Anlaşılmayı beklemek

Anlaşılmayı beklemek
 

Sosyologça


“Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda/ Dokunabilir misiniz göz yaşlarıma ellerinizle?” diye soran Garip Orhan Veli’nin feryadına benzer nice feryatlar dökülür dudaklarımızdan. “Kimse beni anlamıyor.”,”Ben kimsenin umrunda değilim”, ”Herkes bir yol tutturmuş gidiyor.” Anlayış dilenciliği yapan insanların sıradan serzenişleridir bunlar. Anlaşılmayı bekleyip kendimizi helak etmeyelim. Ne kadar çabalarsak çabalayalım, kimse bizi anlamayacak; çünkü sıra bir türlü bize gelmeyecek. “Bitmeyen işler yüzünden.” “Yılların bu kadar çabuk geçeceği” gerçeği ne bizim ne de başkalarının aklına bir türlü gelmeyecek. Hep, “geniş vakitler umulacak”; ama nafile olacak.

İnsanoğlu anlayış cimrisidir. Cimrilik tutumunun beslendiği tek bir kaynak vardır: O da bencilliktir. Şayet söküp atabilseydik içimizden bencilliği, o zaman sorun kalmayacaktı.

Anlaşılamamaktan şikayetçi olan herkes kendisini bahtsız bir insan olarak görür. Hepimiz de vardır bu özellik.  Örneğin kadınlar; anlayışsız kocaları olduğu için bahtsızdır. Çocuklardır; bahtsız olanlar; çünkü onların anlayışsız babaları vardır. Öğretmenleri tarafından anlaşılmayan öğrenciler ne kadar bahtsızdır? Yaptığı işin değeri amiri tarafından anlaşılmayan bahtsız memurlarla doludur devlet daireleri. Örneklere dikkat ettiniz mi? Anlayış işini çoğunlukla tek bir kişiden bekliyoruz.  Sanki, günün birinde anlayışsız koca, karısını anlasa, o kadının anlaşılma problemi bitecek. Gerçek olan şudur ki; komşusu, kız kardeşi, erkek kardeşi de anlamıyordur o kadını; fakat olsun, onların anlayışsızlığı çok da önemli değilidir. Anlaşılma işi, eylemi bir kişiye yüklenmiştir. Hesabı onunla görülecektir. Bu işin sorumlusu, yüklenicisi en yakınımızdakilerdir, bizimle en çok zaman geçirenlerdir.  En yakınımıza, hayatımızda en fazla yeri olanlara faturayı çıkararız hiç acımadan.  Aslında  anlayış beklerken anlayışsızlık mı yapıyoruz acaba? Ya da şunu mu istiyoruz? En yakınlarımızın ilgisi sürekli üstümüzde olsun… Sizi bilmem; ama bana öyle geliyor ki, anlaşılamamak değildir, asıl derdimiz. İlgiyle şımarmak istiyoruz.

Kendini vatanına, hatta insanlığa adayan insanların kendi toplumlarında, kendi çağlarında anlaşılamaması çok acı bir gerçektir. Ne var ki onlar, bizim gibi anlaşılamamaktan şikayet etmemişler, kimsenin anlayış beklememişlerdir. Sokrates, Atinalılar kendisini anlasın diye bekleseydi Sokrates olmazdı ki. Evrenin sonsuz olduğunu, evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyleyen Bruno, klisenin kendisini anlamasını beklemiyordu; hatta çok ciddi bir şekilde cezalandırılacağını, kellesinden olacağını çok iyi biliyordu.  Bulduğu radyum elementini elementiyle  modern tıpta kullanılan radyoloji teknolojisinin önünü açan, fakat radyumla yaptığı binlerce deneyin kendisine verdiği kötü bir armağanla,  kan kanserinden ölen Madam Cruie’nin etrafı onu anlayanlar mı doluydu? Onu da kimse anlamıştı. Muhtemelen ona da evinde otur, çocuklarını büyüt demişlerdir. Yıllar sonra, bilimin tarihini yazanlar onun için, “Bilim için ölen kadın” dedikleri zaman Madam Cruie’nin değerini kaç kişi bilmiştir, onun neyin peşinde olduğunu kimler anlamıştır?

Türkan Saylan, “Kimse beni anlamıyor; hatta kocam bile anlamıyor” demedi, anlayış dilenciliği yaparak kimseye el açıp merhamet dilenmedi. Cüzzamı yendi, o lanet hastalığı bu topraklardan silip attı. Peki, kim anladı onu? Madam Cruie için söylenilenlerin benzeri onun için de söylendi. “Ona mı kalmış, kadın başıyla dernekler, vakıflar kurmak, kız çocuklarını okutmak. Hem onun niyeti bambaşkaymış.” Bu örneklere bakıp şöyle diyebiliriz: “Biz, kendimizi topluma, insanlığa adamış sıradışı insanlar değiliz;  eşimize, çocuğumuza hayatımızı adamış sıradan insanlarız. Sonuçta, birazcık anlayış bizim de hakkmız değil mi? Diye sorarsanız, size, siz kimi anlamaya çalıştınız diye sorarlar. Var mı bir cevabınız???

“Bir yer var; biliyorum; /Herşeyi söylemek mümkün;/Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;/Anlatamıyorum.”

Zaten sorun da bu ya… Kimse kendini anlatamıyor. Çünkü kimse, kimseyi anlamak istemiyor. Ya da anlamak istediği kadar anlıyor. Daha da olmadı; anlamak istediği şekilde anlıyor. İşte, bu nedenle sık sık hayal kırıklığına uğrayıp umutsuzluğa düşüyoruz. Bazen de tam bizi anlayan birisini bulduğumuzu sanıyoruz. Fakat o da ne? “Beni bir sen anladın; sen de yanlış anladın” diyoruz.

İnsanoğlunun işi hiç kolay değil. Yapacağı çok şey var. Varlığı anlayacak, bilgiyi bilecek, ahlakı öğrenecek, estetik değerler üretecek, dinlerin doğuşunu ve amacını kavrayacak. Bunları yaparken bir de  hayatta kalma mücadelesi verecek. Bunca iş arasında zamanı bulursa kendini sogulayacak, kendini anlamaya çalışacak. Bu kadar işin arasında bir de başkalarını anlamak… İşte o, gerçekten zor. Biz, bu dünyaya başkalarını anlayalım diye gelmedik. Kendimiz olmak, varlığımızı anlamak, varoluşumuzu gerçekleşirmek için geldik. Kendimizi anlayalım yeter. 

 
Toplam blog
: 22
: 501
Kayıt tarihi
: 26.01.08
 
 

Ben,"bir şey biliyorum, hiçbir şey bilmediğimi."Ben, bilimin en büyük yol gösterici olduğuna inan..