Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Anlatılamayanlar

Anlatılamayanlar
 

İnsan bazen yalnız kalmak ister..
Karanlık bir yolda, elleri cebinde etrafındaki hiçbir şeyi görmeden, algılamadan bir yere doğru yürümek ve orada kendisini bekleyenle buluşmayı ister..
Yani kendiyle..
Yüzleşmekten korktuğu kendiyle..
Okyanusun derinliklerinde olduğunu sandığı kara kutusuyla..
Oradaydı.
“Görmekten korktuğun gizemlerine hoşgeldin” dedi kendim.
Cesaretini sevmiştim.
“Biliyorum” dedim .”Onun için buradayım zaten”
“Gizlediğin, bastırdığın duyguların bunlar.Gözünü karartmaktan çekinmeyeceğin, alabildiğince şehvetli, çekici, zehirli bir çiçek gibi adeta ama olağanüstü cezbedici” dediğini duydum kendimin.
“Evet” dedim, “göründüğünden bile daha güzel, itinayla sakladığım gizlediğim bir çiçek..”
Güldü.
“Benden gizleyemezsin çünkü ben senim” dedi.
“Ondan niye bu kadar ve karşılıksız etkilendiğini ve bunun neden ve ne zaman oluştuğunu bilemezsin ama ben bilirim..”
Kararlıydı bunları söylerken..
“Minicik bir ‘an’da başlar o yanardağı patlatacak kudretteki kıvılcım..İçin için yanar yıllarca..”
Parmağını sallayarak üstüme üstüme, dersteki hoca edasıyla sürdürdü konuşmasını..
“Zaten aşk denen duygunun hangi düzeneklerle ateşlendiğini kim bilmiş ki yeryüzünde..Tabii ki bilemezsin.. Ama bırak onu görmeyi bu duyguyla yüzleştiğinde bile kimyan değişir, kalbin çarpar..Gece yarısı tek başınayken bir ilkbahar bahçesinin ortasında buluverirsin kendini, yalan mı..?”
Gerçekten bana çok benziyordu.Ama benden cesaretliydi haliyle..
“Doğru” dedim.
Sakin bir tonda sürdürdü konuşmasını..
“Tanımladığın bir iletişim kanalı değil bu” dedi..
“Sevmek ve onu hissedebilmek..Hissettiğini anlatabilmek..Hiç kolay değil..
Ama, parmaklarının arasında kayarken kestane rengi saçları..
Gözlerinin ta içine yeşilin üstüne maviyle yazmışsan sevdanı.
Ya da istasyonda hiç gelmeyeceğini bildiğin trenin ikinci vagonunda perdesi hafiften aralanmış pencerede buğulu gözleri beklemekten vazgeçmemişsen..
Yüreğinde hapsettiğin o telaşlı serçe kuşunu birgün ergeç alırsın avucuna..
İşte o zaman sal onu maviliklere, özgürlüğüne..
Ve bekle, yalnızca bekle..Anlatmışsan bunları, gelir..Mutlaka gelir”
“Haklısın” dedim..
“Bilmiyorum anlattım mı anlatamadım mı..?”
Sarıldım.
Ne kadar ayrı kalmışız birbirimizden..
 
FILED UNDER UNCATEGORIZED
Böceğe dönüşmek
 
OCTOBER 13, 2014 LEAVE A COMMENT
Yüzüne baktığımda saçları ve sakalları bakımsızca uzamış, sigara ve kirden sararmış bir haldeydi.
Yaklaştığında, insanı tiksindirebilirdi neredeyse.
Malum, “bi sigara, yardım eder misin..?” diye yaklaşanlardan biri gibiydi..
Saygılı ve kibarca “1 lira..Böceğe 1 lira..” demesi dikkatimi çektiğinden konuşmaya karar verdim..
“Estağfurullah.. Ne böceği..?” dedim..
“Merak etme.. O böceklerden değil.. Kafka’nın Samsa’sı gibi yani.. Öyle düşün..”
Bu tuhaf yaklaşım karşısında afallamıştım haliyle..
“Ne alaka?” dedim ..
“Şu alaka; bir sabah uyandığımda Dönüşüm romanındaki böceğe dönüşen Samsa olduğumu sandım”
Kafka ve roman kahramanı Samsa’nın ne işi vardı sabah sabah koskoca parkın ortasında..?
Bozuklukları alınca gözleri parıldadı, oturuverdi yanıma..
Biradan bir yudum aldı, bacak bacak üstüne attı..
Gözlerime uzun uzun baktı. Yüzündeki çizgiler daha da belirginleşmişti..
“Aslında bütün gidişat bu sonucu işaret etmekteydi zaten..” dedi.
“Bir birikim boşalmıştı adeta..Yanında çalışan insanların dost değil birer düşman olduğunu görmek, ağır ağır çıktığın merdivenlerden yuvarlanarak düşmek..Hepsini çok kısa bir zaman sürecinde yaşadım.. Yani Samsa’nın böcek olduğunu farkedip odadan çıkmaması, ailenin en büyüğünün bile aslında durumun farkına varıp müdahalede bulunmayıp odaya yemek yollamaya çalışması saçmalığı.. Hepsini ama hepsini yaşadım..”
Biradan üç dört yudum daha aldı.
Hikayesini şöyle böyle duymuştum birilerinden.. İyi giden bir işi vardı zamanında..Etraftaki konuşmalardan tekstil işinde çok paralar kazandığını ve sonra da birdenbire batıverdiğini az çok bilmekteydim..
Belli etmedim ama..
Anlatmaya devam etti.
“İşin tuhaf tarafı hepsini görüyosun.. Ne olduğunu, neden olduğunu ve ne olacağını..Hepsini görüyorsun.
Ve müdahale etme gücünün de olmadığını fark ediyorsun.. O zaman ne yapıyorsun biliyor musun..? Her şeyi oluruna bırakıyorsun.. Böcek olmadanki her figürün ne kadar saçma ve gereksiz olduğunu anlayıp, böcek olmanın keyfine varmaya başlıyorsun..Yaşayıp gidiyorsun işte..Böcek gibi..”
“Romanın sonunda da kimse anlamadan ölüp gidiyor Samsa” dedim..
Bir kahkaha patlattı; “Eeee, sen ölmeyecek misin yani..? Neyse siktiret zaten” dedi..
“Hem anlasalar ne olacak anlamasalar ne olacak..? Zaten gitmişin bir kere..Ne fark eder..?
Aile gitmiş, paralar, evler, arabalar, şan, şöhret, itibar hepsi gitmiş.. Geriye bir ben kalmışım.. Sen de benimle konuşuyorsun halihazırda.. Gidecek olursam, artık en azından sen fark edersin nasılsa..Gerisi havagazı..”
“Kafka o yüzden Kafka herhalde, ustaca anlatmış seni, üstelik hiç tanımadan bile” dedim..
“Tabii, boru değil” diye cevap verdi.. “Kafka beni tanısaydı Samsa’ya bok yemek düşerdi..”
Beraber kahkaha attık..
Sonra uzun uzun o koca deryaya dalakaldı bir süre..
Zorlanarak kalktı, şirince gülümsedi,el salladı ve yalpalayarak kadim dostu, yılların eskitemediği arkadaşı, köpeği, Dombili’nin yanına gitti..
İkisinin de dertleşecek konuları olurdu her zaman. O yüzden otururlardı yanyana saatlerce denize karşı..
 
FILED UNDER UNCATEGORIZED
EKRANLAR VE PENCERELER
 
SEPTEMBER 1, 2014 LEAVE A COMMENT
Etrafımız irili ufaklı ekranlarla doldu..
Şimdilik dokunabildiğimizde hissediyoruz, biraz zaman sonra bir ışık yansıması olarak boşlukta var olmaya başlayacaklar..
Elimizde telefon ekranı, yanımızda ipad ekranı, onun arkasında laptop ekranı, onun da arkasında tv ekranı. Sokaklarda reklam ve haber ekranları..
Sürekli olarak algımıza bu pencereler açılıp durmakta..
Ve bizler onlar sayesinde birçok şeyi aynı anda algılayıp reaksiyon üretiyoruz..
İstanbul’da masada arkadaş yemeğindeyken İzmir’deki düğüne gidiyoruz o pencerelerle, orada var olabiliyoruz aynı zaman dilimi içinde..Hollanda’daki arkadaşımızla konuşurken onu masamızdakilerle de sohbete dahil edebiliyoruz..
Ankara’daki basın toplantısına izleyici olarak katılıp, Beşiktaş- Fenerbahçe maçında koltuğumuza ilişiveriyoruz arkadaş yemeği ile aynı anda..
Beynimiz yeni bir eğitim sürecine giriyor istesek de istemesek de..
Bir insanın aynı anda birçok yerde var olabilmesinin alıştırmaları bunlar..
Çünkü gerçekten de yalnızca o arkadaş masasında var olmuyoruz aynı zaman diliminde..
Beynimizin düşündüğü her yerdeyiz ya aslında.. Nasıl ki yemek yerken birden bir sinema filminden bahsedip onunla bütünleşip orada var olabiliyorsak, bu pencereler sayesinde farklı bir sürü zamanda yaşıyoruz bir yandan..Aslında yeni bir dünyanın ilk adımlarını atıyoruz biraz zor olsa da..
Ekranlar, pencereler..
İnsan aslında evrenin ta kendisi, kainat insanın beyninde..
Kullandığımız kadarının farkındayız..
Bu pencereler kullanmadığımız o sonsuzluğu yavaş yavaş göstermekte bize..
Ufaktan, ufaktan..
Birer birer açılan, açıldıkça çoğalan pencereler.. Tıpkı bir duvarı oluşturan tuğlaların birer birer yok olması gibi..
O pencereler çoğalıp büyüdükçe elbetteki insanın önünde varlığını çevreleyen o klosrofobik duvarın karanlığı giderek yok olacak..Kalkan her tuğla biraz daha ışık taşıyacak bu tarafa.
Duvar kalmadığında ise aydınlık ve bilgiyle donanan insanoğlu evrenin tüm enerjisiyle bütünleşecek..
Onun için yabana atmayın bu ekranları, yani pencereleri..
İnsanlığı gerçek ütopyaya taşıyacak olanın tohumudur o..
 
FILED UNDER UNCATEGORIZED
Aşkı anlatabilmek
 
JUNE 28, 2014 1 COMMENT
Yazın ilk günleriydi..
Yemyeşil çimlerin üzerinde birbirine geçmiş ağaçların ısrarla gizlemeye çalıştığı banka oturduk..
Tabiat ikimiz için adeta şahane bir dekor hazırlamıştı..
Batan bir güneş, günün sıcaklığını mis gibi bir kokuya dönüştürmüş iğde ağacı..
Şehrin ortasında patlayan çiçek tomurcuğu gibi bir vaha dekoru.
Zamanlama mükemmeldi.
Her şey o an için özel olarak tasarlanmış gibiydi..
Uzun uzun gözlerinin içine baktım.. Ta derinliklerine..
Bakışların çok şey anlattığı anlardan biri, bilirdim bu duyguyu..Büyülenmiş gibi olur aynı anda iki insan..Gözlerini birbirinden ayıramaz..Elleri titrer hafiften..Çevrelerinden koparlar..Tek bir ruha dönüşür duyguları..Kelime dahi bulamazsın konuşacak..
Öyle de oldu..
Uzun süren suskunluğun ardından, hani çok şey konuşmuşuz da sıra artık son cümlelere gelmiş gibi başladım anlatmaya..
“Aslında senin hiç aşık olamadığını düşünüyorum” dedim..
Dürtülmüş gibi oldu..
“Olur mu canım.. Bir sürü şey paylaştım..Çok sevdim..Sevildim de galiba..”
“Ondan değil aşktan söz ediyorum” dedim..
Gözlerindeki mahcup ve meraklı ifade tahminimi doğruluyordu..
“Aşk tarifsiz bir duyguya benzer.. Herkes kendi dünyasında  yaratır..Ben de yarattım..Biraz önce..”
“Nasıl yani” dedi..”Biraz önce mi..?”
Zaten biliyordu  bu anın yalnızca ikimiz için varolduğunu..
“Anlat o zaman..” deyiverdi.
Aslında bu düşünemediğim kadar cesur bir cümleydi.Çünkü o ana kadar hiçbir şey bu kadar açık ifade edilmemişti..
Başkalarının “imkansız” diye tarif ettiği bir paylaşımdı zira..
“Dinle o zaman..” dedim..
“Herkesin ifade ettiği tanımlamalarla donanmış bir duygudan söz etmiyorum.. Bu güne kadar tariflenmemiş bir duygu şu an ikimiz arasında olan..Daha önce hiç bilmediğimiz, ikimiz için de..”
Utanmıştı galiba ..Yere baktı..Devam ettim..
“Belki hiç bir kelime konuşmadan yaşanan bir aşk..
Belki hiç dokunmadan..Yıllar filan sürmeden.. Kelebeğin ömrü kadar, ama onun kadar zarif.
Sevişmeden, ama sevişmeden de  daha ihtiraslı. Hiçbir anısı bile oluşamamış ama asırlarca yaşanmış gibi olgun..
Hiç terkedilemeyecek gibi çünkü başlangıcı bile belirsiz ..
Böyle bir aşktan sözediyorum.. Sen bunları yaşamadın.. Kaybolmadın içinde aşkın ..Çünkü giremedin..Girmeye korktun, seni teslim almasından o duygunun..Sana her bakışımda bu eksikliği hissettim gözlerinin derinliklerinde..Kimse göremez onu benden başka..Yalnızca ben görürüm.. Zira o aşkı  ben yarattım kendimde..Birbirimize bakarken bütünleştiğimizde farkettim o yaşamadığın şeyleri ..
Olur..En düşünmediğin yerde yakalanırsın bazen..En korkacağın, şaşıracağın ve reddedeceğin yerde..
Ama bir kez yakalanmışındır..Zaten bütün hepsi de odur aslında..Sende kalacak olan ise, ömrün boyunca hiç unutamayacağın ve aklına her getirdiğinde dudağının kenarında küçük bir gülümsemeyle sana dönecek olan o güzel duygudur..”
“Hepsi bu kadar mı..? Bunları aşan bir şeyler olamaz mı..? Yani illaki kelebeğin ömrüne mi hapsedilmiştir aşk..?”
Kolumu omuzuna atıp kendime çektim..Yüzlerimiz iyice yaklaşmıştı..Dudaklarımız da..Hiç karşı koymadı..
Nefeslerimiz karışmaktaydı..
“Bazen onunkinden bile kısadır” dedim sessizce..
Belli belirsiz bir öpücük dokundurdum çiçeğe  konmuş bir kelebeğin kanatları gibi titreyen dudağına..
“Tamamı bu öpücük kadar kısa, güçlü, unutulmaz ve etkileyici bile olabilir” dedim..
 
Toplam blog
: 38
: 191
Kayıt tarihi
: 23.01.15
 
 

Hayat üzerine aklımdaki her şeyi buraya yazıyorum. ..