Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '08

 
Kategori
Anılar
 

Anne üzerinedir

Anne üzerinedir
 

Dört sene önce. Yaz olağanüstü sıcak geçiyordu. Ağustos ayının yirmi dokuzu olduğu halde ne gündüz sokağa çıkılabiliyordu, ne de akşam uykuya yatılabiliyordu. Sıcak bir taraftan, nem bir başka taraftan. Nem sıcağı ikiye katlıyordu. Nefes almak bile güçleşiyordu.

Sabahın ilk ışıkları etrafı aydınlatırken yattığım odanın cam kapısı tıklandı. Kapıyı tıklayan annemdi. Rahatsızlanmıştı.

"Esat, beni hastaneye götür." dedi.

Hemen giyindim. Kısa sürede Siyami Ersek Hastanesine gittik. Fakat, annem burada daha da kötüleşti ve ne yazık ki bir saat sonra da yaşama gözlerini yumdu.

İçimin yandığını hissettim. O güne kadar birçok yakınımın yaşamdan ayrılışını duymuştum. Bir çoğunun da cenaze namazına katılmışım. Bunlar genç yaşta ölen babam olmuştu, otuz yaşında ölen ablam olmuştu. Ama, ölenle ölündüğünü, ben annemin ölümünde anlamıştım.

O, musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü tabutun içinde uyurken, bir yaşam geçip gidiyordu gözümün önünden. Annem elimi tutuyordu. Alıp beni gezmeye götürüyordu. Kadıköy'den küçük bir motora biniyorduk. Motor az sonra hareket ediyordu. Eski Galata Köprüsü'nün altından geçerken şaşkınlıkla etrafa bakıyordum. Motor sağlı sollu iskelelere uğradıktan sonra, sonunda Ayvansaray iskelesine yanaşıyorduk. Annem elimi tutuyordu sıkı sıkı. İniyorduk. Az sonra iki katlı ahşap bir evde oturan anneannemin evine gidecektik.

Ahşap evin alt katındaki pencereler cumbalıydı. Pencere önünde sedir vardı. Oraya oturup yolu seyrediyordum. Karşı bahçede meyve ağaçları.

Düşlerdeki insanlar hiç yaşlanmıyor, mekânlar hiç değişmiyor. Annem, musalla taşında son yolculuğuna hazırlanırken, ben yıllar önce aramızdan ayrılan anneannemi görüyorum. Annemi görüyorum bir tepsiye koyduğu çay bardaklarını getiriyor odaya. Yan tarafda bulunan bisküvi fabrikasından mis gibi taze bisküvi kokuları geliyor. Biliyorum, anneannem az sonra oradan bizlere sıcacık bisküviler getirecek.

Tabutun başındayım. Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum. Düşlerimin mutluluğu ile annemin aramızdan ayrılışının acısı arasında sıkışıp kalmışım. Ağlamaya çok yakınım, gülmeye çok uzağım.

Şu tabutun içindeki annem daha dün yanımdaydı diye düşünüyorum. Bir gün önce evimizin balkonunda otururken saçlarını okşamıştım. Ölüme dalganan saçlarını. Ve son bardak içilen az demli bir çay keyfi kaldı balkonda. Ölüme az bir zaman kala uzatsam ellerimi kurtarabilir miydim anacığımı? Ya da Dede Korkut öykülerinde olduğu gibi sorsaydı Azrail bana "Sen mi annen mi?" diye, ne yanıt verirdim. Vermez miydim "ben" diye yanıt?

Olmuyor. Azrail'in bu tür soruları ancak öykülerde kalıyor. Ve ölenin ardında kalanlar çok büyük acılar çekiyor. Aradan yıllar geçse de acı çığ gibi büyüyor. Gün oluyor bir gülümse duyuyorum, annem mi diye dönüp bakıyorum. Ya da bir anne görüyorum elini tuttuğu küçük çocuk yoksa ben miyim diye düşünüyorum.

Anılar yaşlanmıyor. Anılardaki sevdiklerimiz bizleri terk etmiyor. İşte bakın, annem sesleniyor: "Esat, çay içecek misin?"

İzninizle, bir bardak çay alıp geleceğim.

Gelmezsem lütfen beni anılarınızda saklayın.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..