Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '11

 
Kategori
Aile
 

Anneme...

Anneme...
 

“Merhaba Anne” Böyle başlayan cümlelerimizin devamı nasıl gelirdi? Duymayali öyle çok zaman olmuş gibi ki… Dokunamadan, sesini bile duymadan, varlığını hissetmeden… Telefonlarım sürekli çalıyor anne. Ama hiç biri sen olmuyorsun ? Hiçbir yol sana gelmiyor. Hiçbir yüz sana benzemiyor ya da her yüz sen. Şiirdeki gibi “Sen gittin ya artık herkes biraz sana benzeyecek. (Y.Erdoğan)”mi anne? Yoksa ben beyhude bir çabayla sana benzemesini mi umacağım gördüğüm her yüzün? Sensiz geceler sabaha, sabahlar geceye varmıyor anne? Ne kadar zor uyanırdım bilirsin. Artık eskisinden de zor uyanıyorum anne. Gözümü açar açmaz olmadığını hatırlıyorum. Gözkapaklarımı sıkıca tekrar kapıyorum. Bu dünyaya ebediyen gözlerimi yummak istiyorum çünkü senin gibi. Eve her gelişimde; o kilometrelerce yol hiç bitmeyecekmiş gibi gelirdi bana. Bir an önce sana kavuşmak isterdim. Eve her gelişim, sana kavuşmak içindi çünkü. Oysa şimdi sana kavuşmanın bildiğim hiçbir yolu yok. Kızıyorum sana hem de her geçen gün daha büyük bir öfkeyle. Kavuşacağımız günü bekliyorum. Hem doyamadığım sana sonsuza dek doymak hem de hesap sormak için. Neden erkenden gittin anne? Birini bildiğin, tanıdığın tüm değerlerden daha çok severken, kalbin O’nu her hatırladığında ezilirken aynı kalbe öfkeyi de sığdırmak nasıl bir duygu bilir misin? Ben sayende öğrendim anne. Sayende daha bir çok seyi öğrendim. Ne kadar güçlü bir insan olduğumu, tüm dünyaya lanet okumak isterken sabredebileceğimi, hayatımdan sonsuza dek çıkardığımı sandığım insanları affedebileceğimi ve bencilliğin nelerle sonuçlanabileceğini… Sonra bitmek bilmeyen hediyelerin… Ölümünle bile bir şeyler hediye ettin bana. Kendimle barıştım. Ben, ben oldum anne. Büyüdüm. Senin küçük, beyaz kelebeğin değilim artık. Galiba kelebek kadar masum da değilim. Doyamayacakmışız birbirimize meğer anne. Meğer o yüzdenmiş uyurken dakikalarca seni seyredişim. Yüzünün her kıvrımını hafızama kazımak isteyişim. “Sabah erken kalkacaksın yat.”dediğinde 10 dakika daha oturmak isteyişim. Yanındayken bile birini özlemek nasıl bir duyguymuş senle öğrendim anne. Hayallerimi de götürdün beraberinde anne. Ya hayallerimi de almasaydın ya da ben de gelseydim. Keşkeler de , seçenekler de anlamsız değil mi? Ne kaldı geride anne? Ne bıraktın ardında? Çocukların, eşin, adın… Hangisi geride bırakılacak kadar değerliydi ya da hangisi yanında götüremeyeceğin kadar ağır bir yük? Artık hafifledin mi anne? Ama ben ağırlaştım anne. Ben nasıl hafiflerim? Hafifler miyim anne? Şu dünyada herkes bana yabancı, bir tek sen aşinaydın. Sen gittin. Yabancı kaldım kendime bile. Sevmek, ne zormuş meğer. Bilseydim ki kalbim parça parça olacak yine sever miydim seni anne? Ne çok soru soruyorum yine. Çocukluğumdaki gibi bitmek bilmeyen sorularıma verilecek cevapların var mı anne? Korkuyorum anne. Sesini, yüzünü, tavrını, yürüyüşünü, sana ait küçük de olsa bir şeyi unutmaktan korkuyorum. Onun için sürekli senden bahsetmek isteyişim. Evdeki hiçbir şey sen gibi kokmuyor. Burnumda kalan son kokun senin değil. Elimdeki soğukluk sana ait değil. Kokunu özledim anne. Tenine dokunmayı, öpmeyi, hatta ben konuşurken uyuya kalmanı özledim. O mis gibi çay kokunla uyanmayı, senin hazırladığın kahvaltı sofrasında huysuzluk yapmayı özledim. Evin içinde şarkı mırıldanarak dolaşmanı, bana yeşil yeşil bakmanı özledim. O yeşilliklerde huzur bulmayı özledim. Menekşene su vermedim diye kızmanı özledim. Saçımı okşamanı özledim. Gelemeyeceğini bildiğim halde bana gelmeni özledim. Özledim işte… Senin küçük kızın olmayı özledim. Keşke beyez bir kelebek değil de bir tırtıl olsam. Yeniden bir koza örsem içine de sadece seni alsam ve hiç bir zaman kelebek olamayacağımızı bilerek o kozada hapsetsek kendimizi. Çok geç değil mi?
 

 
Toplam blog
: 27
: 295
Kayıt tarihi
: 12.08.11
 
 

Bazen kelimeler içinize sığmaz olur ve taşar. İşte o zamanları yaşadığım şu günlerde yazdıklarımı..