Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '11

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Annesinden kızına miras-7

Mine biraz da evden uzaklaşmak için babasını bahane edip evden çıktı. Birkaç çeşit yemek yapıp dolabına koyar, ütüsü varsa toparlardı. Vicdanı rahat evine dönebilirdi akşamüstü. Göreviydi, evlat olarak elbet üstüne düşeni yapacaktı. Allah gecinden versin, babası da seksenini geçmiş, bir ayağı çukurda. Yarın öbür gün, ölüm geldiğinde mal paylaşımı olacaktı, yüzü olsundu gelinlerin yanında. Bunları yüksek sesle söylemese de böyle olması gerektiğini yüzlerce kez içinden tekrarlamış, her seferinde aklından memnun kalmıştı. Pratik kadındı canım, nerde ne yapılması gerektiğini bilir, ona göre durum alırdı hemen. 

O gün de bu duyguyla gitti babasına, her zamanki gibi kumanda elinde televizyon başında şekerlemesini yapıyordu babası. Usulden hal hatır soruldu, konu komşu elden geçti, oğlanlardan şikayetlendi biraz. 

“Eskisi gibi sık uğramıyorlar” diyordu, “gelinlere havale ediyorlar evlatlık görevlerini” bağırarak konuşuyor, kırışık gözkapaklarının arasından soluk mavi bakıyordu. Gözlerinin o deniz mavisi kalmamıştı. Cansız ve bıkkındılar. Yorulmuştu besbelli o da bir başına yaşamaktan. Mine yemekleri halledip gelip babasının karşısına oturdu. Nedense bugün hemen kaçıp gitmek gelmemişti içinden. Babası o an öfkesini çıkarabileceği zayıf biri gibi duruyordu karşısında. Boş boş bakıyor, Mine’nin aceleyle çekip gitmemesini yadırgıyordu. Öylece durdu ve Mine’ye baktı. Farklıydı bugün kızı, gözlerindeki öfkeyi gördü. 

“Neyin var, hasta mısın” diyerek konuşma kapısını araladı, hasta olmadığını anlamıştı, konuşsun, anlatsın istiyordu. Mine neredeyse orta yaşlarını tamamlamıştı, hiç karşılıklı oturup dertleşmediklerini fark etti. Kimdi bu kadın, onun kızıydı, ne hisseder, neyi sever, neden üzülür hiç bilmemiş, bir bitkiye bakar gibi büyüyüp genç kız olduğunu görmüş, evlenip anne olduğunu fark etmiş, onu hiç tanımamıştı. Onu hayat vermiş, ondan ötesine karışmamıştı. 

Mine baktı, baktı, ağlamaya başladı, elleri yüzünde ağlamasını saklayamadan boğulur gibi ağlıyordu. Baba gayri ihtiyari mendil arandı yanında yöresinde, bulamayınca kalktı Mine’nin başına dikildi. Öylece durdu, uzun boyuyla tepesinde duruyor, put gibi kımıldamıyordu. Ne yapabilirdi, elini uzattı yavaşça, saçına dokundu ilk defa. Kızının ağlaması kesilmiyor, sarsıla sarsıla ağlıyordu. Birkaç dakika sonra Mine babasının saçındaki elini tuttu, kendisi de şaşırarak yanağına bastırdı. Ne kadar da yaşlıydı elleri. Yine de bırakmadı, yaşlı adam gayri ihtiyari kızının yanına oturdu. O kadar yakındı ki, bir koluyla onu acemice sardı, başını göğsüne yasladı. Uzun zaman böyle kaldılar, ne Mine ne de babası kımıldamadan, kalp atışlarının sesini duyarak öylece oturdular. Sonra Mine konuşmaya başladı; 

“Baba, ben mutsuzum, korkuyorum, çok yalnızım baba, ne yapacağımı bilmiyorum, annem de yok, Sedat gidiyor baba, kopuyor bizden, senin gibi o da mutluluğu başka kadınlarda arıyor... Bunları o kadar peş peşe söyledi ki, bu konuşmayı nasıl yaptı kendisi de şaşkındı. Birden rahatladığını, içinin tümüyle boşaldığını hissetti. Korkusu gitmişti, babasının kolları arasındaydı ve onun bedeni sanki yaşadığı tüm acıları çekmiş almış, yeniden umutla dolmuştu. Hem utanıyor, hem de bu babasıyla paylaştığı bu anın büyüsüne sığınıyordu. Böyle sahneler ancak filmlerde olur sanırdı. Babası usulca konuştu, sesi titriyordu; 

“Kızım, benim güzel kızım, yanındayım, yalnız değilsin… söylediklerine o da şaşırmış, devamını getirirse ruhunun en gizli köşelerinin ortaya döküleceğinden korkmuştu. Elleri titriyor, bu rahatsız durumdan nasıl çıkabileceklerinin hesabını yapıyordu. 

Mine şaşkındı, rahatlamıştı, rahatladığı ve kendini iyi hissettiği bu durumdan hoşlanmış, bitmesin istiyordu. Dönüp babasının yüzüne baktı. İlk defa babasının yüzünde kederle karışık hüznü gördü, kalkanlarını indirmiş, duvarları yıkılmıştı kızının gözyaşları karşısında. O sadece Mine’nin babasıydı şimdi. Sevgisini göstermekten utanmıyor, zayıf görünmekten korkmuyordu. Kızının ona ihtiyacı vardı, hem de en umulmadık bir zamanda. 

“Küçükken de böyle naif, ürkek güvercinimdin benim, neden bilmem git gide uzaklaştın benden, cıvıltılı sesini dinlemeyi severdim oysa. ” 

“Ben de senin gelişini dört gözle beklerdim gün boyu, annemin kederiyle dolu uzun günlerin bir an önce geçmesini bekler, senin neşen, rahatlığınla dolan akşamları özlerdim. Çekinirdim sana yaklaşmaya, annem ne kadar yakınsa sana ben de o mesafede dururdum, doğrusunu bu sanırdım.” 

“Annenin can yoldaşıydın, sana tutunup rahatlardı, seni acısına ortak etti, kederini sana miras bıraktı. Oysa sen neşeli, cesur, uzakları görebilen bir çocuktun. Annen olmaktan vazgeçtiğinde sen olursun Mine, o zaman sana ait olanı yaşarsın. Sedat’ı yargılama, kendi ruhuna bak, ne var orda, en çok ne var? Annen gibi olma korkusu değil mi? 

Mine düşündü, evet çok derinlerde hep korktuğu şey annesine benzemekti, onun gibi olmamak için direnmiş, ona benzemeyi zayıflık saymıştı. Hep hüzünlü hali, kederli gözleri onun ruhunu ezmiş, şen kahkahalarını, genç yaşının deliliklerini frenlemiş, ağırbaşlı, kederli bir genç kızlık yaşamıştı. Annesine kızgındı, onun duygularını hapsetmiş, özgürlüğünü elinden almış, kendi acıklı hikayesine kızını da ortak etmişti. 

DEVAM EDECEK 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 40
: 423
Kayıt tarihi
: 14.04.11
 
 

Eğitimim, hayata dair hiç bir şey bilmediğimi anlamama yetecek kadar, Bilgi birikimim, bilgin..