- Kategori
- Basın Yayın / Medya
Arşivimden 1: Etek değil, etik!
Bu mini etek resmi yazımı okutur mu?
Geçenlerde oğlumun isteği üzerine, o henüz bebekken yazdığım ve St. Exupery’den esinlenerek resimlediğim öyküleri arıyordum. Evdeki kitaplığı, kanepenin altını, evrak çantalarını ve dosyaları ararken, çoktan attığımı ya da kaybolduğunu sandığım birçok belgeye ulaştım. Bunlar arasından seçtiğim birkaçını da sizlerle paylaşmaya karar verdim.
İlki, 1990’lı yılların ortalarında yazdığımı tahmin ettiğim “Etik ve İdeoloji” başlıklı bir yazı… Sanırım bunu, mezunu olduğum Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nun (İletişim Fakültesi’nin) bir etkinliği nedeniyle, okulun Görünüm Gazetesi ya da başka bir yayın için yazmışım. Okuyunca, güncelliğini yitirmediğini göreceğiniz yazı şöyle:
“Etik ve İdeoloji
Ben, Basın Yayın Yüksekokulu Radyo-TV Bölümü 1990 mezunuyum. Bizim dönemimizde “etik” konusunda bir ders okutulmamıştı. Kuşkusuz bizden önceki mezunlar da böyle bir ders almadılar. (Belki basın alanındaki yozlaşmada bu eksikliğin de payı olduğu söylenebilir.)
İlk kez üçüncü sınıfın birinci döneminde, “Basında Özdenetim” konulu bir konferansta “Etik” kavramı üzerinde kısaca duruldu. Son birkaç yıldır “Basında Etik” konulu bir dersin, ders programına girmesi, üstelik de en somut biçimde “Etik” adlı yayınla başarılı biçimde yürütüldüğünü görmek bizleri mutlu etti. Dilerim bu, basın alanında görev yaparken, çarkın içinde kaybolmadan, yozlaşmaya “DUR” diyebilecek yeni bir iletişimci neslin yetişmesinde etkili olacaktır.
Konuya ideoloji bağlamında değinmek istiyorum.
1980’li yılların ortalarından başlayarak, basın alanında çalışanların, özellikle tanınmış köşe yazarlarının – futbolcular gibi – transfer olduklarına sık sık tanıklık etmekteyiz. Çeşitli basın kuruluşlarının belli ideolojileri temsil etmesi, bu kuruluşta görev yapan muhabirlerin, köşe yazarlarının, spikerlerin de özellikle çalıştıkları basın kuruluşunun temsil ettiği ideolojiye paralel bir görüş benimsemesi son derece doğaldır. Ancak, ne yazık ki özel radyo, televizyon kuruluşlarında tarafsızlık ve nesnellikten uzak haber, yorum ve programların yayımlanması bir yana, basın yayın eğitimine ve deneyimine sahip olmayan çalışanlar bir yana, fikri ve zikri bir olmayan ya da kalemi, düşünceleri, beyni satılık gazeteciler, televizyoncular türedi. Son zamanlarda sık sık tanık olduğumuz başka şeyler de var: “Dördüncü Güç” diye nitelendirilen basın yayın kuruluşları, ellerindeki - “kutsal amaçlar”a hizmet etmesi gereken- olanaklarını ve çalışanlarını (spiker, sunucu, yazar vs.) birbirlerine çamur atmak için kullanıyorlar. Medya atışmaları mahalle kavgalarını, spiker ve yazarların kullandıkları tarz da argo deyimiyle “mahalle karıları”nı çağrıştırır duruma gelmiştir. İşin acı, tuhaf ve ibret alınacak yanı, bu sözde gazeteciler, spikerler birkaç gün önce haklarında atıp tuttukları basın yayın kuruluşlarında utanmadan boy gösteriyorlar.
Bütün bunları burada kaleme aldıktan sonra, son söz olarak bir yıl kadar önce yazmış olduğum bir şiirime yer veriyorum. Tüm BYYO’lu ve İLEF’lilere, hatta herkese, yozlaşmamış basın kurum ve kuruluşlarının bulunduğu bir Türkiye diliyorum.
EY TÜRK AYDINI!
Ey Türk Aydını, susma!
Zora gelince köşende pısma.
Kinini, öfkeni, nefretini
Medyalarda hayasızca kusma.
Koru mesleki iffetini
Senin yanında namuslu kalır yosma.
Aydınsan, aydınlattıklarınla ölç servetini,
Yoksa, ömrü billah boynunda kalır tasma.”
Demişim… O günden bugüne değişim var; düzelme yok.
Kişisel belgeliğimden alıntı içeren yazımın başlığına hem ses benzerliğinden ötürü hem de simgesel açıdan “Etek değil; etik” koydum. Çünkü, günümüzde basın çalışanlarını bir mini etek kadar bile ilgilendirmiyor etik! “Bak yazısın okutabilmek için de mini etek resmi koşmuş” diyemesinler diye de internetten bulduğum en hanım hanımcık mini etek resmini kullandım. Bari ben aynı tuzağa düşmeyeyim ve düşürmeyeyim istedim.
26 Aralık 2011 - Güllük