Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '10

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşağıdaki özelliklere sahip olan kadın, önümüzdeki 7 yıl içinde beni bulsun

Aşağıdaki özelliklere sahip olan kadın, önümüzdeki 7 yıl içinde beni bulsun
 

Öncelikle başlıkta 7’yi, millet “Neden 7 ki?!” desin ve yazıyı okumaya başlasın falan diye yapmadım. Başladınız madem söyleyeyim, 7 yıl sonra 30 yaşında olacağım, onun için.

23 yaşındayım ve üniversite 3.sınıf öğrencisiyim. Hayat beni bir şekilde bu yaşta üniversite 3.sınıf öğrencisi olmaya itti. Son 2 yıldır, anlatmaya başlasam sıkılacağınız sebeplerden ötürü dengeli ve sağlıklı bir ilişkim olamadı. Biri odun çıkıyor, dersten başka bir şeyden bahsetmiyor; diğeri beni beğenmiyor da odunun birini seçiyor, diğerini ben beğenmiyorum (İsmail yk şarkıları bu yüzden tutuyor işte); diğerinde de işlerden dolayı ilişkinin odunu ben oluyorum… Bir odunluktur gidiyor. Bana 4, 5 ay dayanarak rekor kıran biri çıktı, kendisine buradan selam ve sevgilerimi iletmek isterim. Gerçi bende pek sorun yok. Sorun şu ki, zaman yok. Günü 30 saate çıkarsa yetkililer belki olay kolaylaşacak, mail attım ama dönmediler henüz. Haziran 2010’un sonundan itibaren, beni günde 4-5 saat uyumaya iten aktivitelerin hepsinden sıyrılıp atıyorum kendimi. Bu yazı bir çağrıdır, cevaplı aramadır; içe kaçmamış bir soluk, pıt pıt bir kalp atışı, geri dönüşü olmayan bir yoldur.

3-4 yıl öncesine kadar, etrafında olup bitenlere anlam veremeyen bebeklerden ve salakça sorular soran hiperaktif yaratıklar olan çocuklardan nefret etmekteyken; bu aralar kendimi kendi bebeğimin salaklıklarını videoya çekip internette yayınlarken hayal ediyorum. Hatta benim ürünüm, hayatım boyunca hayat verebileceğim en yegane şey olan bu “şey”e yürümeyi öğrettiğimi, küçük ayaklarını gıdıklayışımı, ilk gülüşünde nasıl da sevindiğimi, küçücük parmaklarıyla baş parmağımı tutuşunu, annesinin memesinden "cok cok" süt içişini, bana normal zamanlarda “baba”, başı sıkışınca “babacım” deyişini hayal ediyorum. Bir aralar çok özenmeme rağmen; evde ya da çeşitli otellerde yalnız kaldığım zamanlarda, zamanla sessizlikten korkmaya başladığımı, pantolon ütüleyemediğimi, menemenden ve çay demlemekten başka bir şey yapamadığımı, pilavın hep lop lop olduğunu, ısıttığım suyu ocakta unuttuğumu, çamaşır makinesine atılacak elbiselerin “siyahlar-beyazlar” diye ayrılmasına rağmen doğada yüzlerce renk olduğunu gördükten sonra evlenmeye karar verdim.

“Daha öğrencisin” diye düşünerek kızını vermek istemeyen babalara “Sevgili Peder, seni teknik analiz bilgilerimle döverim. Bir 10000 TL EFT yap, sonra bak bakalım bir ay sonra ben o parayı ne yapmışım.” diyorum. (Cümlede 1 ay sonra o paranın ne kadar olacağına dair bir ibare olmadığına dikkatinizi çekerim) Asgariden hallice aylık gelirim, küçük bir birikimim, 400 lot Alkim Kimya hisse senedim, cep telefonum, saatim ve bir masa lambam var, anne-baba da sağ olsunlar fena değiller harçlık konusunda. Bankacı arkadaşlarım var, kredi falan derken güçlerimizi birleştirerek güzel bir stüdyo daireyle olaya girişebiliriz. “Olay”dan kastım, evlilik tabii ki. Babam kendi çapında bir organizatör olduğundan, o çap içinde güzel bir düğün organize edecektir. (Çapın büyüklüğü konusunda da bir ibare olmadığına dikkatinizi çekerim.) Annem de çok ılımlı, uyumlu ve hükümet gibi kadındır, sorun çıkarmayacaktır; çok tatlı bir kaynana olacağına eminim. Burada parantez içine almam gereken bir şey yok, o kadar doğru bir kadındır yani.

Geçenlerde, ”Derse girip 2 saat sonra geleceğim.” diye düşünerek 5 TL park parası vermemek için arabamı çarpı sembolü olan trafik işaretinin yakınlarında bir yere park etmiştim. Dersten sıkılıp, imza atıp 1 saat sonra döndüğümde arabayı çekmişlerdi ve neredeyse bir aylık park parası vererek işin içinden çıktım. Olgunluk konusunda şüphelerim vardı, ancak bu olay bana hiç koymayınca artık küçük şeyleri dert etmeyen, olgun bir adam olduğumdan emin oldum. Bu olgunluk da artık evlilik rüzgarlarının efil efil esmekte olduğu konusunda beni ikna etti. Arabayı çeken çekiciye buradan selamlarımı iletir, kendisine vites kolunu göstermek isterim.

En son neye, uzun süreli üzüldüğümü hatırlamıyorum. Kısa süreli büyük depresyonlarım oluyor, onlar ayrı. Birini anlatayım mesela: Otobüsün 10 m önümdeki duraktan kalkmak üzere olduğunu görmeme rağmen koşmama gibi bir huyum var. Düşüncelerime göre, ben koşmaya başlar başlamaz otobüsteki herkes beni izlemeye başlayacak ve ben koşmaya başladıktan sonra şoför beni görmeyecek, otobüs kıçını kaldırıp tıslaya pıslaya gidecek ve ben koştuğumla kalacağım. Otobüsteki onlarca insan da hayatları boyunca bana kıçlarıyla gülecekler. (Evet, tam da böyle bir düşüncem var) Ve ben işbu nedenle hayatım boyunca otobüse yetişmek amacıyla koşmadım, koşamadım. Geçenlerde yine tam da bu şekilde bir otobüsü kaçırdım. İşin ilginci sınava da geç kalmak üzeredeydim. 10 dakika sonra gelen minibüse bindim, oturacak yer bulamadım (burası önemli). Sonra minibüs öyle bir doldu ki, ayakta değil havada bile kendime zor yer bulur oldum. Bir ara ayaklarım havalanmıştı. Az çalıştığım bir sınava geç kalarak en önde oturacağım ve kopya çekemeyeceğim için ve havada oturur haldeki pozisyonumun yansımasını aynadan gördüğümde 10 dakika süren bir depresyona girdim. Hayatımın en acılı anıydı o an. (Bir diğer acısı da, otobüsten inmek üzere ayağa kalkarken kafamı tutacaklardan birine çarptığım andı, onu sonra anlatırım, konunun dışına çıkmak üzereyim zira.) Sınıfa gittiğimde baktım ki hoca da geç kalmış; dedim, demek ki o da benim gibi otobüsün peşinden koşmuyormuş, vay artist. Arkadaşlardan biri de benden kopya çekme umuduyla bana en arkada, yanında yer tutmuş. Sınav, iş bankası logolu küçük kopya kağıtlarım sayesinde çok güzel geçti ve bir anda çok mutlu biri oldum. Burada demek istediğim şu ki, ikizler burcunun verdiği küçük depresyonlar ve bir saat içinde dünyanın en mutlu insanı ile en mutsuz insanı olabilmenin yanı sıra; arabası çekildiğinde tınlamayacak kadar hayata karşı güçlü bir duruşu olan, “Otobüsün arkasından koşmam, gelsin o benim arkamdan koşsun.” diyecek kadar karizmatik, döşü yeteri kadar kıllı, vizyon sahibi, içi sevgi dolu, artık bebekleri sevebilen, çocuklarla iletişim kurabilen, asgariden hallice maaşı olan (stajyer olarak geçen gün ürün müdüründen zam istedim, gülerek muhasebeye yolladı beni; gittim, yerinde yoktu muhasebeci, yarın bir daha uğrayacağım), akıcı İngilizce ve Fransızca (Fransızca’ya dikkat çekmek isterim) konuşabilen bir erkeğim. Ancak pantolon ütüleyemediğimi önceden belirtmiştim sanırım, bu büyük bir komplikasyon, çünkü çok pantolonum var.

İşbu nedenlerle, aşağıda belirteceğim özelliklere sahip olan bir kadın varsa, onunla gönül eğlendirmeye değil, bildiğin evlenmeye hazırım. Yazıyı buraya kadar okuyup da “olay”a hala ciddiyetsizlikle yaklaşanlara selam eder, okumaya devam etmemelerini öneririm.

Öncelikle, “dış görünüşü önemli değil, içi güzel olsun. Düşüncelerimiz uyuşsun yeter.” diyenlere buradan selam ve iki çift kelam ederim. Size hiçbir zaman inanmadım. Güzellik, para gibi maddi öğelerin çift seçerken en önemli etken olduğunun tüm insanlık farkında, siz değilsiniz… Bu nedenle naçizane dış görünüş kriterlerimle başlamak istiyorum.

Sarışın, kumral, esmer fark etmez. Dünyanın en güzelini de aramıyorum; ne güzeller gördüm, makyajsızken yoktular. Manken, hostes, pazarlama müdürü falan olmak zorunda değil, olursa da sorun değil. Kadında ilk baktığım şey burundur. Kadının burnu güzel, elle tutulur, gözle görülür olacak arkadaş. Okka gibi olmasa da biçimli olacak, iyi koku alacak falan. Ancak kesinlikle o burunda hızma olmayacak. Bunu kim icad etmiş, sektörde nasıl tutunmuş ve nasıl tutmuş anlamıyorum ancak, hızmanın yakıştığı bir burun henüz icat edilmedi. İkinci en önemli husus elleri güzel olacak, yani çok büyük olmayacak ve başparmak tırnağının boyu eninden uzun olacak. (Başparmağınıza bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.) Kadın eli dünyanın en güzel şeylerinden biridir. Bana dokunduğunda vücudumun tüm hücreleri onun narinliğini hissedecek, saçlarımın arasında dolandığında zihnim, sevgisinin varlığını her defasında o ellerden, parmaklardan öğrenecek. Üçüncü ve son en önemli husus, zayıf olmayacak. Hiçbir erkek zayıf kadın sevmez. Dördüncü ve bu sefer son en önemli husus ise saçı erkek gibi kısa olmayacak ve kesinlikle kahkül bırakmayacak. Ezel’deki Bahar’dan başka kahkülün yakıştığı bir kadın henüz görmedim. Ne güzel, dilediğiniz gibi uzatabildiğiniz, büyük bir ihtimalle dökülmeyecek saçlarınız var, önlerini yana mana tarayın, o alnı açın. Alın güzeldir, candır, öpülmek içindir.

Bu özelliklere sahip, boyu 1.54-1.79 m arasında olan hanımefendiler okumaya devam edebilir. Olaya “hala” ciddiyetsizlikle yaklaşanlara ise bir kere daha selam ederim.

Dış görünüşe dair isteklerim bu kadar kolay ve az olmasına rağmen, iç görünüşte (görünmeyişte) sorunlar yaşayanlar, elenenler olabilir, şimdiden uyarmak isterim. Öncelikle, benimle evlenecek kadının bir müzik tarzının olması lazım. “Ben çok uyumluyum, önüme geleni dinlerim.” diyenlerle evlenmem, ama iyi arkadaş oluruz o ayrı. Evleneceğim kadın, klasik olur, rock olur, hadi olmadı pop olur, belli başlı bir müzik zevkine sahip olmalı. Huzurlu bir gecede Chopin dinleriz, öbür gün güzel müzikli Radiohead’ın şarkı sözlerinden bir bok anlamayız, ertesi Pazar sabahında kahvaltıdan önce “Lady in Red” ile dans ederiz, 35 yaşındayken rock’n coke’a gider çadır kurarız… Kadın müzikten anlamalı, skalası geniş olmalı, uyum sağlayabilmeli. Müzik duygudur, ruhtur, gıdadır. Her daim gereklidir, şarttır.

Benim kadınım güçlü olmalı. Güçten kastım, zihinsel güç. Beyinsel göç değil, beyinsel gücü olmalı. Üniversitedeyken kıçı kırık bir sınavda kalbi küt küt atmamış olmalı. “Lan n’olacak, en kötü 0 alırım, bütünlemede adam gibi çalışır hallederim.” diyebilmeli. Arada bir elini masaya vurup “lan” diyebilmeli. Lokantada kendi istediklerini garsona söyleyebilmeli, beni beklememeli. Hatta hesabı bile isteyebilir, neden olmasın. Trafikten, diğer sürücü ve yayalardan korkmadan araba kullanabilmeli ve arabayı iyi park edebilmeli. Arabaya biner binmez arkada, şu korku filmlerindeki vazgeçilmez, elinde bıçak olan kahraman var mı diye bakmalı, sonra emniyet kemerini takmalı. Gerekiyorsa hatalı sürücülere, o katil adaylarına küfredebilmeli. Ofsaytın ne demek olduğunu, nasıl oluştuğunu bilmeli. Yarın bir gün benim kayınpeder ile kaynana, yani ebeveynleri öldüğünde hayata küsmemeli, günlerce eve kapanmamalı; konuşmama, ağlama krizlerine girmemeli. Ben varım, ben boşa değil doluya varım. Beraber ağlarız, benimkiler öldüğünde de o gelir beni avutmaya. Büyük yıkımlardan sonra kendini direk inşa edebilmeli benim kadınım. Kısa sürede hayatına, bana, çocuğuna, para kazandığı işine, resim yapıyorsa resmine, yazıyorsa yazısına, portföy yönetiyorsa portföyüne dönebilmeli.

Benim kadınım mutlu olmalı. Küçük sorunlarla, küçük detaylarla uğraşanlar, ellerinden büyük işler gelmeyenlerdir. Onun huzurunu küçük şeyler, ancak küçük sürelerle kaçırabilmeli. Otobüste kafasını tutacaklara çarpmışsa, indikten sonra o çarpmayı unutabilmeli mesela. Sabahları mutlu bir şekilde uyanıp bana mutluluk verebilmeli. Bana hep sorunla gelmemeli, hatta benim sorunlarımı çözebilmeli. İş yerinde yaşadığı küçük, aptal sorunları, fotokopi makinesinde kağıt bittiğini, zımbasını masasından dangalağın birinin aldığını, geri koymadığını, patronuyla geçinemeyişlerini koca bir akşam boyunca bana anlatıp başımın etini yememeli. Berbat bir iş günü geçirmiş, işleri yetiştirememiş, ürün müdürünün meymenetsiz suratıyla enerjisi dibe vurmuş, ofiste tuvalete gidip aynaya bakıp, vahşi kapitalizmin nasıl da çaresizce kölesi olduğunu içeri biri girer de onu o halde görür diye yalnızca 5-10 saniye düşünmüş olsa da, akşam eve geldiğinde beni görür görmez rahatlayabilmeli. Battaniyemizi çekip üçlü kanepemizde, karanlık odamızda, huzur ve sukut içinde filmimizi izleyebilmeliyiz.

Rahat olmalı benim kadınım, aşırı disiplinli olmamalı. Ama disiplinli olması gerektiği yeri de bilmeli. Diş macununu ortadan sıkıyorum diye, masam dağınık diye, telefonumu açmadım diye, mesajına geç cevap verdim, bilmem ne gününü unuttum diye bana kızmamalı. Birkaç gün dışında önemli gün hesabı yapmamalı mesela. Evlilik töreninde yok davetiyenin kurdelesi, koltukların örtüsü, yemeğin tuzu diye başımın etini yememeli. Bihter gibi evin hizmetlilerine saldırmamalı, benden habersiz onları kovmamalı. Önce bana danışmalı, sonra gerekirse kovarız. Sabırlı olmalı, beklemeyi bilmeli. Ağır olmalı, dışarıda az konuşmalı; eve gelince de susmamalı. Dışarıda kaplan, içerde kedi olmalı.

“Kendime güveniyorum, bu kriterleri sağlarım, benim burnum gayet biçimli, pantolonları da ütüleriz artık n’olacak, olmadı kuru temizlemeciye veririz…” diyen birisi varsa; bu satırdan itibaren ve önümüzdeki 7 yıl içinde; halk içinde değil, özel mesaj yoluyla bana ulaşabilir. Dış görünüşteki o 4 kriteri sağlasın lütfen, ama içteki özelliklerden artı eksi 3 tolere edebilirim. Olmuyorsa lokantada hesabı ben isterim, sorun değil. Ofsaytı da bilahare açıklarım. Denenmiş metotlarım var, anlayabiliyorsunuz, evet.

Evlenene kadar bu yazıyı ulaşılabilir tutma niyetindeyim. Evlenince bu yazıya ekleme yaparım; “Evlendim, mutluyum.” falan derim.

“Oha, mesaj atan olmuş mu lan!” diyen erkek arkadaşlara da “Tabii oğlum, deli misin.” şeklinde cevap vereceğimden eminim, sormaktan çekinmesinler.

Yillar sonra gelen edit: 14.08.2016 itibariyla, 29 yasinda evlenmis bulunmaktayim. Yaziyi yeniden okudum da, tum kriterlere uyuyor masallah. Dugunde yemegin tuzu muzu diye basimin eti yenmedi. Pantolonlari kuru temizlemeye veriyoruz ve evde de disiplinli bir hayatimiz yok. Aksam is konusmuyoruz. Mutluyum. Mutluyuz:) 

 
Toplam blog
: 53
: 1499
Kayıt tarihi
: 17.10.08
 
 

*Liberal muhafazakar, oldukça postmodernist ve meritokrat bir gezgin  *Kuleli - Galatasaray - Boğ..