- Kategori
- İstanbul
Aşığı olduğum şehir

alıntıdır
İstanbul’da yaşanmaz artık! Belki de en sık kurduğumuz cümlelerden biri bu. Trafiği, kavgası, gürültüsü, pahalılığı ve daha bir çok sayabileceğimiz olumsuz yanı.
Sıkılıyoruz bazen bu şehirden ve arkamıza bakmadan kaçmak istiyoruz. Oysa ne çok bağlıyız İstanbul’a, uzak kalınca fark ediyoruz.
Özellikle yaz tatillerinden sonra anlıyorum buradan başka bir şehirde yaşayamayacağımı. Alıp başımı kaçmak istediğim anlar olsa da, biliyorum ki başka bir şehrin sabahına uyanmak bu kadar huzur vermez bana.
Ay da bir kez de olsa mutlaka Taksim’in havasını solumalıyım. Orada akıp giden yoğun, akıcı insan trafiğini görmeliyim.
Kış aylarında kestane pişiren sokak satıcılarının el arabalarından yükselen hafif duman karışmalı teneffüs ettiğim havaya. Dükkanlardan nostaljik müzikler yükselmeli bir ara.
Odakule’ye doğru yürümeliyim. Sağ kolda yer alan kitapçıda oyalanmalıyım. Az ileride sokakta müzik çalan gruplarla karşılaşmalıyım. Akordeon sesiyle beslemeliyim ruhumu.
Sonra Galatasaray Lisesi’nden aşağı doğru salmalıyım kendimi. Fransız Sokağına gitmeli ayaklarım. Yokuş aşağı inen merdivenlere dizilmiş işletmecilerin müşteri çekme çabalarına şahit olmalıyım.
Yine sağ da en dipte yer alan, pembe çiçeklerle süslü kafenin bahçesinde kahvemi yudumlamalıyım. Bazı masalardan yükselen neşeli sesleri duymalı kulağım. Birkaç sanatçı ile karşılaşmalıyım.
Sonra bir iki sayfa karıştırmalıyım İstiklal’de ki kitapçıdan aldığım romandan.
Ağır ağır yürümeliyim cadde boyunca. Ne kadar biriktirdiysem o kadar atmalıyım içimdekileri. Ve bir kez daha aşık olmalıyım bu ışıklı şehre.
Her defasında büyülenmeli, her kızdığımda bırakıp giderim demeliyim. Böyle yaşamalıyım ben işte.
İstanbul’a hem bağlı olmalı yüreğim, hem de bağımsızlığı yaşamalığı bu kentte düşüncelerim.
Ve bir yandan Marc Arian çalmalı fonda şimdi olduğu gibi. O İstanbul demeli, ben ise kağıda kaleme dökmeliyim.