Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk: biraz hayal sosu biraz gerçek...

Aşk: biraz hayal sosu biraz gerçek...
 

Hayatı "bu bardak, bu ağaç, bu kahve, bu çiçek, bu bir köpek, bu elim, bu başparmağım, bu bir adam, bu bir kitap" diye algılayan biri ile hayatı "bu bir bardak; kırmız şarap içmiştik onunla, bu ağaç; geçen yaz gölgesinde kitap okuduğum, bu kahve; kokusu bana onu anımsatan, bu çiçek: bana o getirmişti kuruttum ve sakladım, bu bir köpek: köpekleri çok seviyor, bu elim; bazen benim parçam olmaktan çıkıyor, bu başparmağım; onun alnında dolaşıyor, bu bir adam; ve ben bu adama aşığım, bu bir kitap; kahramanı bana onu anımsatıyor." diye algılayan iki kişi arasındaki ilişki çok zor ve acı vericidir.

Biri herşeyi olduğu gibi ya da göründüğü gibi kabuğuyla algılar ve öyle kabul eder. Kitap kitaptır, ağaç da ağaç. Bitti. Üzerine düşünüp hayallere dalmaya ya da hüzünlenmeye ihtiyaç yoktur. Kaldı ki bu saçmadır. İnsana acı vermekten başka bir işe yaramaz. Anı biriktirmeye lüzum yoktur. Anı, sadece gözü yaşlı öylece bekleyen insanların göğüslerine oklar atıp canlarını yakar. Bir şey varsa var yoksa yoktur. Kadın adamın yanındadır. Aşk vardır. İşte gözleri gözlerine bakar, elleri ellerini tutar, içeriden ona seslenir, bir fincan çay getirir ve gülümser. İşte aşk. Somut olarak ortada, gözü kulağı, dudakları, elleri, salınarak yürüyüşü, gülümseyişi ile var. Kadın gider ve hayat devam eder. Aşk kadının bavulunun ucundan sallanan fermuara bir iplik parçası gibi takılıp gitmiştir. Kadın bir daha gelinceye kadar da dünya ağaç, çiçek, köpek, kuş, kahve ve kitap olarak katı bir gerçeklik içinde kalacaktır. Üzerinde ne hayal ne de aşk sosu olmadan. Katı ve gerçek.

Diğeri ise gerçeği asla ve asla üzerinde baharatı, sosu olmadan kabul edemez. Her birinin üzerine romantik bir hayal sosu ya da bir kaç anı kırıntısı serper ve onu daha bir kendine ait hale getirir. O katı gerçekle yaşamayı becerebilen biri değildir. Çılgınlar gibi anı toplar. Birlikte gidilen bir kumsaldan bir taş parçası alır mesela o günün anısına. Ya da onlar öylece sohbet ederken oradan geçmekte olan bir araba ile gelip geçiveren bir şarkıyı alıp yerleştirir içine. Her duyduğunda o günü yaşar. Onun anlattığı her kelimeyi o şarkıyla birlikte yeniden duyar. Gülümser, kederlenir ve benimser. Anı oklarına siper eder göğsünü. O, ok yaraları olmadan ne yaşadığını anlar ne de aşkını yaşabilir. Bir şey yoksa, hemen o an yanında yoksa, hayaller de mi yoktur? Birden kafasının içinde bir makine, elektrik kesilince devreye giren jenaratör gibi, devreye girer ve o an orada olmayanı, aşık olduğu o adamı bir saniye içinde getirir. Dünyanın ondan esirgediğini kendi çabasıyla alır. Romantiktir, meydan okuyandır ve istediğini dünyadan söke söke alandır o. Adam, aklının duvarlarından çıkar ve odanın ortasında durur "merhaba" der kadın gülümser karşılık vermez. Kadın fonu beğenmez. Sahneyi göz açıp kapamasıyla değiştirir ve birden bir sahilde olurlar. Mehtap vardır, deniz çarşaf gibidir, güzel bir şarkı çalıyordur ve kadın elinde bir kadeh kırmızı şarap tutuyordur. O geceyi aklında yaşar kadın. Ve der ki; "Başkasına göre hayal, çünkü bunu bir tek ben gördüm. Ama bana göre gerçek çünkü gördüm ve her anını yaşadım." O iflah olmaz bir hayalperesttir. Çünkü o dünyada verilenlerle yetinmeyi onur meselesi yapar o kendi kafasındakileri de ekler yaşadıklarına. Asla olduğu gibi kabul etmez. Dahası dünyaya hayal kurmadan dayanbilenleri bir türlü anlayamaz. Böyledir onun kumaşı, böyle biçimlendirilmiştir. Ve bundan memnundur.

Şimdi kadın kendi evindedir adam da kendi evinde. Şimdi adam masa, sandalye, bardak, radyo, kitap, koltuk ile çevrelenmiş kaskatı bir gerçeklikle televizyona bakmakta. Şimdi kadın neyle çevrelendiğinin ve dünyanın katı gerçeğinin farkında bile değil, o aklının içinde o adamla birlikte bir sahilde hiç konuşmadan yürümekte. Ve adamın bundan haberi bile yok. Ve kadın kendi yumuşak pamuksu dünyası ile adamın katı gerçeğini karşılaştırmaktan hiç de haz duymuyor. Ve bu düşünceyi aklından bir çırpıda siliveriyor. O kendi dünyasına dönüyor. Adamı alıyor ve bir sahile götürüyor. Adam artık o koltukta oturmuyor. Sahilde kumlar üzerinde şarap içiyor. Ve bütün bunlar kadının gerçeği oluyor. Adamın bunların hiç birinden haberi olmasa da tüm bunlar gerçek oluyor. Aşkı, kadın orada aklının içinde yaşıyor. Adam ise o koltukta oturuyor. Aşk yaşanıyor kadının aklında ve adamın bundan haberi bile olmuyor. Aşk nerede şimdi? Ve kimdir yaşayan? Dünyanın katı gerçeğine çivilenen mi yoksa dünyayı kendi isteğine göre biçimlendirende midir aşk? Aşk kimde ve nerededir?

Bir gerçekçi ile hayalperest arasındaki ilişki çok zor ve acı vericidir. Biri olanı yaşar diğeri ise aşkı iliklerine kadar...

RESİM: Rudolph Ernst
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..