- Kategori
- Aşk - Evlilik
Aşk: Bol kurallı strateji oyunudur

Her aşk bencildir biraz. Çünkü sevgiliden çok, sevgiliye duyduğu aşkın kendinde duruşunu sever. İnsanın dokunduğu her şeye bir tür veba gibi bulaştırdığı ‘çıkar güdüsü’ aşkın bağışıklık sisteminde de vardır doğal olarak. Büyük aşkları inkar değildir bu sözlerim; zira aşkın son sürat asansöründe bir aşağı bir yukarı inip çıkan ve sonra da bir dikişte bir şişe tekilayı devirmiş gibi dünyayı bol yıldızlı ve artı sekiz derece flu görenler vardır elbette.
Türk filmlerindeki o sancılı ve sahtekar sahneler gerçek hayatta karşılığını çok ender buluyor. Mesela kadını o kadar çok seviyor ki adam, sırf sevdiği bahtiyar olsun diye o büyük aşkını kalbine gömüyor, sersefil olup ıstırap içinde salya sümük burnunu çeke çeke ömrünü çürütüyor yada kadın sevgilisini korumak için cinayeti üstleniyor ve buğulu, bol kirpikli gözleriyle parmaklıklar arasında gönül rahatlığı ile siyah beyaz bir ‘son’ çekiyor üstüne falan filan. Ben sevgilisinden hiç bu kadar iyi niyetle ayrılana rastlamadığım gibi, farklı nedenlerle aşkından perişan olup yolda sokakta “Bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor” şarkısını, az önce isot yemişçesine gıcırdayan bir gırtlakla söyleyenlerin bile taş çatlasın üç ay içinde unuttuğunu ve yine en piyasa mekanlarda aşk kilometresi düşük 2. el yürek avına çıktığına çok şahit oldum. Hatta üç ay derken, bol keseden attım; cömertliğim üstümdeydi.
Aşk kendini yine aşkla döller; çünkü bir tür alışveriştir. Bu çift kişilik ittifakta bir tarafın geri çekilmesi yada yetersiz kalmasıyla, aşkın sindirim sistemi darbe alır ve hazımsızlıktan yatağa düşüp işlevsiz hale gelir. O yüzden aşk kendi sağlığı için bağışıklık sistemini güçlendirmeye endeksli olup, rutin olarak atardamarına ‘ego tatmini’ enjekte eder. Yani “Bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor” şarkısı uzun süreli ıslık olamaz dudaklarda, buna aşkın nefesi yetmez çünkü.
Genelde sevgililer cilveli cilveli inatlaşır: “Ben daha çok seviyoruuum….” Öteki aynı vıcıklayan sesle karşılık verir: “Hayıııır, ben seni daha çok seviyoruuuum.” Farz edelim böyle iki sevgili yılışırken “Hakikaten ya, ben seni o kadar da sevmiyorum. İyi madem, sen beni daha çok sevmeye devam et, arkandayım” dese, az önce üzerine sıcak çikolata sosu dökülmüş dondurma gibi eriyen sevgilinin tepkisi n’olurdu acaba? Saçma bir soruydu; cevap malum çünkü. Kimyasal patlama ile altüst olmuş bir laboratuar görüntüsü getirin aklınıza; kafidir.
Her aşk, öncelikle menfi çıkarlara dayalı ve sonra menfi çıkarlarını koruyabilmek adına karşısındakini hoş tutmaya yönelik bol kurallı ve eğlenceli bir strateji oyunudur. Sevdiğiniz insanı ‘olduğu gibi kabul etmek’ de sadece oyunun bir parçası olmakla beraber koca bir palavradan ibarettir. Zira herkes kendi doğrularına endeksli yaşar bu yeryüzünde ve işin içine aşk gibi sözcük anlamı çok yüklü bir duygu girince, kendi mutluluğunu beslemek üzere, karşı tarafın mutluluğunu, özgürlüğünü, davranışını, kişiliğini yada keyfiyetini törpülemek kaçınılmazdır; hatta zımparalandığı bile görülür aşkın egoizm katsayısına göre. Bir tür satranç gibi karşılıklı hamlelerle oynanır aşk. Sen bir adım at, ben bir adım atayım ve sen şundan fedakarlık yap ki, ben de bundan vazgeçeyim şeklinde çok ince dikkat gerektiren ve karşındakinin ultra hassas noktalarına parmak basmadan ilerlemesi gerekilen bir yapısı vardır.
Aşkın kuralları her ne kadar ilişkiden ilişkiye farklılıklar gösterse de, netice itibariyle insanoğlunun ortak hafızasıyla bir tür genetik kodlama olarak yeni nesillere aktarılıyor ve sanırım böylece aşkın savunma mekanizması giderek yeni verilerle güçleniyor. Belki o yüzden günümüzde artık ‘salya sümük biten siyah-beyaz ömürler’ yada ‘parmaklıklar ardında bol kirpikli -son-lar’a rastlamıyoruz, kimbilir.