- Kategori
- Edebiyat
Aşk, şiir, bilgelik!... 2) Şiir

Aşktaki bu arzu ve büyülenmenin tarihi, şiirin biricik varlık nedenini oluşturuyor bence. Aşk toplumsal düzene aykırı gelmesi, bohem bir yaramaz çocuk olması nedeniyle, dilde yeni bir anlama kavuşuyor: Şiir!...
“Sanat, tıpkı dünya gibi, başına buyruktur, ve insanın dünyayı kavrayışı durmaksızın değişirken dünyanın her zaman aynı kalması gibi, sanatın da insanların geçici kavramlarından bağımsız kalması gerekir. Böylece sanat özellikle ahlaktan bağımsız kalmalıdır. Çünkü ahlak, dünya üzerinde ne zaman yeni bir din çıkıp eskisini bir yana itse, sürekli olarak değişir” diyor Heinrich Heine.
Şiir aşk ve insanî olan her şey gibi, evrensel bir bütünleşme ve parçalanma içindedir. Yaşam kadar dağınık ve örgütlü, yaşam kadar paradoksaldır. Heraklatios’un belirttiği “yaşamdan ölmek, ölümle yaşamak”, şiirde, bir dinamik olarak sürekli yanış, kül olma, sonrasında da yeniden doğuş, Anka’ya dönme sürecidir. Şiir de aşk gibi, bize ötekinin hakikatini keşfettirir!...
Sümer aşk tabletleri, İ.Ö. 6. yüzyılda yaşayan kadın şair Sappho’nun şiirleri, dilin oluşum sürecinden sonra “güzellik” denilen surete yöneliktir. Sappho şöyle demiş bir şiirinde:
Bir yiğitten daha üstün o erkek
Tanrılarla eş benim gözümde
o erkek ki yanında oturabiliyor
sesinin tatlı yankısını
Birden karşıma çıksan,
soluğum kesilir –
dilim tutulur;
ince bir alev dolanır
derimin altında;
gözlerim kararır
yalnız kendi uğultusunu duyar kulaklarım,
ter dökerim;
ürpertiyle sarsılır her yanım,
kurumuş ot gibi solar rengim.
Nerdeyse ölümle yüz yüzeyimdir,
ama yoksulum, katlanmaktan başka
elden ne gelir?
Kimilerine göre şairlerin tasvir ettiği bu güzellik, güzelliğin yaratıcısı olanı arayıştır. Bulunan töz, mitoslardaki tanrılardan tek Tanrı’ya döner zamanla. Bu zamana göre, güzellik, ârif ile Allah arasında bir perdedir. Dolayısıyla bu şairler yaratıcıyı anlatır, güzelliklerini açıklamaya çalışırlar. Örneğin zaman ilerledikçe, tasavvufta, mahbûb (sevgili), sultan gibi kelimelerle anlatılan Tanrı’dır, şarap sözcüğüyle de Allah aşkı... “Bana seni gerek seni”deki içerik, “Allah Aşkı” olarak belirir. Yunus Emre, halkın ozanıdır. Allah’a ulaşma çabasıyla oluşan mutluluk, Allah aşkının içtenliği, ona kavuşma isteğinin coşkusu, kavuşamamanın verdiği acı:
Aşk bezirgânı, sermâye cânı
Bahâdır gördüm câna kıyanı
Bana kiriş dediler aşka giriş dediler
Benim adım aşk verdi ben durmazam kolmaşta
(…)
Ey gönlümün eğlencesi ayıt bana neyleyim
Aşkından oldum âvâre derdim kime söyleyeyin
Mülk-i fenadan geçeyin ol dost iline uçayın
Dalayın aşk ummânına denizlerin boylayayın
Divan şiirinde ise her beyitte ya da şiirde bir anlam bulunması gerekiyordur. Söylenmemiş bir anlam, nükteli bir söz bulmadır amaç. Bunun için dili incelikleriyle öğrenmek, pek çok şiiri ezbere bilmek ve kıvrak bir zekâ sahibi olmak önce gelir. Dili yoğurmayı ve edebî sanatlar denen hünerleri uygulamak önemlidir. Bunu başarmak için, çok şiir okumuş olmak, başka şairlerin tecrübelerinden yararlanmak gerekmektedir.
Bu durumda, şiir de aşk gibi bir okyanustur ki, her damla suyla birlikte büyür, büyüdükçe de kocamaz, gençleşir. Tâcizâde Ca’fer Çelebi’nin Derya Kasidesi’nde şöyle bir söyleyiş vardır:
Feleklerden yüce kalkar mahabbet bahrinün mevci
Ne müşkil bir hâl olur böyle olursa cümle her deryâ
Derûnumda benüm ey meh bir âteş yakdı mihrün kim
Yerinde kurıyı kalurdı anı görse ger deryâ
Yani: “Sevgi denizinin dalgası feleklerden daha yükseğe kalkar / Bütün denizler böyle olsaydı durum ne kadar güç olurdu (kimse denize açılamazdı) // Ey ay yüzlü, senin sevgin içimde öyle bir ateş yaktı ki / Onu gören her deniz yerinde kuruyup kalırdı.”
Sultan Veled, gazelinde, günümüz Türkçe’siyle “Seyretmek için yakına gel ki gözümün yaşı nasıl bir ırmak ve çaydır, gör // Senin boyun budaktan çıktı yükseldi, dünya şimdi senin yüzünden bahar ve yazdır // Bugün aşkının ateşinden sıcaklıkla ısındık, kar ve tipi olsa bize tasa değil” derken, Ahmedî şöyle anlatıyor aşkı:
Sevgili sözü edenin başka şeylerden kurtulmuş olması gerekir
sevgili isteyen kişiyi canını terk etmek düşer
Sevgiliyi arzu eden eziyete katlanmalı
kendine gül bahçesi gerek olan dikene sabretmelidir
Gazelden alıntıladığım bu parçalar, günümüz insanına komik gelecektir. Ancak Morin’in dediği gibi: “Nice bedbaht, ‘hayatının kadını’ ya da ‘hayatının erkeği’ üzerine yanılsamaya kapılmıştır! (...) Hakikat duygusu olmadan yaşanmış hakikat olmayacağına da kuşku yoktur. Ama tam da bu noktada, en büyük hakikatin kaynağı olan şey, aynı amanda en büyük hatanın da kaynağıdır. Aşkın belki de en hakikî dinimiz ve aynı zamanda en hakikî zihinsel hastalığımız olması bunun içindir.” İşte aşkın olduğu gibi, şiirin de dönüşümü, insanla beraber olmuştur. İnsan değiştikçe şiiri de değişmiş, farklı boyutlar almıştır.
Günümüzde ise sözcük mezarlığına döndürülen şiirler, seks mezarlığına döndürülen aşklarla doludur her taraf. Şair ve yazar da olabildiğince koflaştırılıp etkisiz hale getirilmiş, “çok satar” yarışma listelerine ait bir oyuncak gibi kullanılmaya çalışılmaktadır. Emperyalizm, içine aldığı tüm kavramların içini boşaltarak, onları üretilen değil satılan, tüketilen nesnelere dönüştürmüştür. İşe de dilden başlamıştır!... Küreselleşmeye karşı uygulanacak esas çözüm de şiir ve aşkın bileşkesi olan dildedir. Avrupa’da ve bizde yükselmekte olan milliyetçilik, küreselleşmeyle gelen yıkıma asla çözüm olamaz...
Zaten şiirin esas meselesi kaynağında yatmaktadır: Bizi ve hayatımızı, şiir haline dönüştürmesi!...