Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '13

 
Kategori
Deneme
 

Aşk; Tür ve çıkarlar

Aşk; Tür ve çıkarlar
 

Schopenhauer, “Aşkın Metafiziği” adlı kitabında, türün iradesinin; nasıl insanların iradesini ele geçirdiğini, kendi çıkarları için nasıl acımasız bir yol izlediğini anlatıyor. Hayvanlar için de, insanlar için de durum aynı… Daha zeki olmamız bir işe yaramıyor yani! Âşık olduğumuzu sanmamız, en ideal tür örneklerinin dünyaya gelebilmesi için doğanın bir kandırmacası olarak tarif ediliyor. İçgüdüler her şeyden daha fazla öne geçiyor ve bir aldanışın içinde sürüklenip gidiyoruz. Türün devamı için görev tamamlandığında, sadece türün çıkarlarına hizmet ettiğimizin farkında bile olmuyoruz. O aşk sandığımız büyük tutku yok olduğunda ise; yine türün çıkarları için kullanılıp bir kenara atıldığımızın farkında olmadan isyan ediyor, yeni heyecanlar aramaya başlıyoruz.

Oysa hayvanlar ne güzel kabullenmiş her şeyi… Türün çıkarlarına hizmet etmek umurlarında bile değil. Kedileri izliyorum bazen… Yağmura, kara, soğuğa aldırmadan; içgüdüsel olarak cinsellik yaşıyorlar. Tıpkı beslenme içgüdüsü gibi… Ama üreme içgüdüleri, bütün içgüdülerinden daha baskın. Flört eden bir kedi çiftine dünyanın en güzel yiyeceklerini sunun… İnanın dönüp bakmayacaklardır bile!

Başlangıçta bu filozofun anlattıklarını okurken, yazdıklarının hiçbirini kabullenmedim. Hatta öfke duydum. Her şeyi cinsellikle ölçmek, aşk gibi değerli bir duyguyu bile salt cinsellik olarak algılamak, kabul edemeyeceğim kadar itici bir düşünceydi. Fakat kitabı iki kez okudum ve düşünmeye başladım. Sunduğu delilleri, çevremde izlediğim ilişkilerle karşılaştırdım. İpuçlarını değerlendirdim. Biyoloji ile ilgili yıllardır öğrendiğim gerçekler de eklenince, durum değişti. İçimden bir ses, kitaptaki yorumlarda haklılık payı olabileceğini fısıldamaya başladı.

Fakat bu mantığa göre düşündüğümde; sadece gücünün arkasına sığınarak yaşayan insanlara, ya da toplumlara hak vermek mi gerekiyor o zaman? Kendi çıkarları için, başkalarına bağımsız olma hakkı tanımamakta; dahası, yüz yıllardır güç kullanarak başka ülkeleri ele geçirmekte, savaşlar çıkarmakta, zayıfları ezerek güçlerini arttırmaya çalışmakta haklılar mı?

Dünyadaki bütün bireyler, öncelikle kendi çıkarlarını koruma altına alıyor; ancak daha sonra edebildikleri ölçüde başkalarına yardım ediyorlar. Ülkeler de, tam olarak bireyler gibi davranıyorlar. Adalet duygusu, denge, iyilikler ve sevgiler ikinci planda… Önce güç… Varsa güç, yoksa güç…

Asıl soru; yeryüzünde çıkarların mı, yoksa doğruların mı daha üstün olduğu? Nedense, doğrular konusunda ısrarcı olmayı hâlâ sürdürüyorum. Üstelik doğaya ve bütün bu tür gerçeklerine rağmen…

Çünkü tür iradesi, bazen de kaybedebiliyor. İki kişiyi kendi temel amacı için bir araya getiren bu büyük güç de yenilebiliyor. Romeo ve Jülyet olayındaki gibi, âşıklar ölebiliyor ve dünya onların aşk ürünü muhteşem bebeklerinden yoksun kalıyor. Kısır bireyler, çocuk sahibi olmak istemeyen çiftler de, aynı sonuca neden oluyor. Fakat tür iradesi, umursamazca başka bireylere yöneliyor ve gelecek nesillerin korunması amacı, yine aynı biçimde işlevini sürdürmeye devam ediyor.

Çıkarları doğrultusunda hareket eden insan iradesi de kaybedebilir. Kimi zaman minicik çıkarlarımızı bile hesaplarken, çok daha büyük kazançlardan olabiliriz. Sahip olduğumuz her şeyi kanıksar, koruma altına alırız. Bir yandan onları korumaya, diğer yandan da sahip olduklarımızı arttırmaya çabalarız. Bu hiç bitmeyen bir süreçtir. Bizim olmasına alıştığımız şeylerin kaybedilmesi üzücüdür. Dolayısıyla, kanıksadığımız şeyler çoğaldıkça, kayıpların ve üzüntülerin de çoğalması kaçınılmazdır. Belki bu açmazın çözümü, paylaşımlardır. Sahip olduklarımızı ne kadar çok paylaşırsak, yoksunluğa da o ölçüde alışabiliriz. Böylece kayıplar konusunda da daha aldırmaz olmayı öğrenebiliriz.

Kaybettiği tek bir eşyasını bile uzun süre kafasına takan bir kişi, eşinden ayrılmak ve her şeyini bir anda kaybetmek zorunda kalabilir. Ne yaman bir çelişki değil mi? Yeni başlangıçlar yapılır ve hemen yeni çıkarlar devreye girer. İnsanlar yaşadıkları hayatın ve sahip olduklarının değerini yeterince idrak edemiyorlar galiba… Elimizde var olanları doğru bir şekilde değerlendirmek yerine; hep yeni hayaller, yeni idealler peşinde koşuyoruz. Ulaştığımız yeni idealler, bazı durumlarda mutsuzluk kaynağı bile olabiliyor. Kişinin önce para biriktirip, sonra da, o birikimle ne yapacağına karar verememesi gibi… Çıkarlarımızı en iyi nasıl koruruz diye düşünürken; bugünü yaşamayı kaçırmak gibi…

Kişisel çıkarlar her zaman işbaşındadır. Kişi düşünmeye bile fırsat bulamadan, onlar içgüdüsel olarak hareket ederler. Bazen korkulara dönüşerek, bazen tehditlerle, yapılması gereken doğru davranışları engellerler. İnsan onuruyla, doğrularla ve mantıkla açıktan açığa savaşırlar. Çoğu zaman da kazanırlar. Kaybeden ise insan olur. O an için kazandığını zannetse de, uzun vadede bu kayıp gerçeğiyle mutlaka yüzleşmek zorunda kalır. Her koşulda çıkarları doğrultusunda hareket eden insanlar; bir süre sonra muhakkak sırıtmaya, göze batmaya başlarlar. Bu yüzden, en azından çevrelerindeki akıllı insanları kaybederler ki; bana göre, bu bile ciddi bir kayıptır.

Kimbilir, eğer Schopenhauer’in iddia ettikleri gerçekse; belki tür iradesi de, uzun vadede sürekli kaybediyordur. Tabii, bu benim şu anda ortaya attığım, şakayla karışık bir varsayım yalnızca… Belki ünlü filozofun, o tür iradesi olarak adlandırdığı güç; gelecek nesiller için bütün uğraşlarına, kendi çıkarları doğrultusunda aşk, aşk diye kandırarak en uygun insanları bir araya getirme çabasına rağmen, aslında başarısız oluyordur.

Bence; bunu da, ancak dünyada çoğalmaya devam eden nesillerin niteliğine göz atarak anlayabiliriz!

 

 
Toplam blog
: 27
: 1563
Kayıt tarihi
: 22.09.13
 
 

Ege Üniversitesi mezunu. Emekli öğretmen. Yayımlanmış romanları ve deneme kitapları var. ..