Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

15 Ocak '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk dürüstlüktür

Aşk dürüstlüktür
 

“Hakiki aşk, ıstırap çeker ve sessizdir”.—Oscar Wilde


Vaktiyle bir delikanlı yaşardı. Gönlü her güzele düşen Karacaoğlan ruhlu biriydi. Gittiği her yerde o da tıpkı Karacaoğlan gibi bir güzel sever, ona şiirler yazar, aşkından yanardı. Her sevdiği kızı geride bırakır, gittiği yere sadece aşkını götürürdü. Kimi zaman güler, kimi zaman ağlar, kimi zaman da kendinden geçerdi. Aşk acısını o kadar büyük yaşardı ki acıdan bir deri bir kemik kalırdı. Her aşktan geriye şiirler, uykusuz geceler, pişmanlıklar, hüzünler, kederler, acılar kalırdı. Tüm bunlar her ne kadar onu olgunlaştırsa da o yine her yeni aşkta eski hatalarını tekrarlar, layık olmayana aşkını sunar, aşkının değerini bilmeyen biri için yine acı çekerdi. Gençlik yılları hep aşkla geçmiş, sayfalar dolusu şiirler yazmış, gönlünde nice sevdalar biriktirmiş, ancak doğru insana hiç denk gelmediği için sevdaları hep yarım kalmıştı. Her yaşadığı aşkı unutmamış, daha doğrusu unutmak istememiş; hatırlamak için hep geçmişte yaşamış, geleceğini geçmişin üzerine kurmuştu. Her yeni aşk ona eski aşklarını hatırlatıyor, yeni ve eski aşklarını kıyaslıyor, en çok kendisini üzen, yüreğini acıtan sevdiğini hatırlayıp çocuklar gibi hüngür hüngür ağlıyordu. Her aşk ona bir tecrübe kazandırıyor, onu pişiriyor, ancak o tüm bunlardan her ne kadar bir ders çıkarsa da o dersi çabuk unutuyor, her yeni aşkta hep ilk aşktaki hatalarını tekrarlıyordu. Çünkü o, aşkı yaşamak için âşık oluyordu. O kadar çok sevmişti ki, hayatı sadece aşk üzerine kuruluydu. Sevmeden duramazdı, aşk onun için ekmek ve sudan daha da önemliydi.

Acılara o kadar alışmıştı ki, artık acı çekmek ona zevk veriyordu. Yazdığı tüm şiirler aşk şiirleriydi ve hepsinde acı, hüzün, ayrılık, gözyaşı hatta ölüm vardı. Acılar dehlizlerine o kadar dolmuştu ki, artık yüzüne baktığınızda bile acı çektiğini anlardınız.

Her aşkta giden hep bir başkasıydı ve kalan hep kendisi olmuştu. Aşka hiç ihanet etmedi, ona saygısından buna hiç yanaşmadı. Ona göre aşk dürüstlüktü, her şeyde olduğu gibi duygularında da insan dürüst olmalıydı. O, aşkı her uzvuyla dibine kadar yaşar, sonra da dibe vururdu. Belki de sırf dürüst olduğu için hep acılar çekmişti. Çünkü aşk artık dürüst duygularla yaşanmıyordu. Delikanlıca yaşanan aşklar gittikçe azalıyordu. Her çağda aşk her ne kadar varlığını korusa da ve her çağın her ne kadar bir Leyla ile Mecnun’u olsa da yine de aşk layık olduğu şekliyle yaşanmıyordu. Aşk zamanla değerini yitirmiş, basite indirgenmiş, bir köle gibi pazarlarda satılmıştı. Her aşkın bir değeri vardı ve bu, “ne kadar para, o kadar aşk” diye tarif ediliyordu.

Herkes aşktan kaçıyordu. Gerçek aşkların kendilerine acı getireceğini bildiklerinden belki de aşka hiç yanaşmıyorlardı. Oysa her aşkın acıları kadar güzellikleri de vardı; ancak onlar acı çekmekten korkuyorlardı ve “ne âşık ol, ne de acı çek!” düşüncesiyle aşkı literatürlerinden çıkartıyorlardı. Biliyorlardı ki aşk karın doyurmaz. Çünkü bunu kendilerine sürekli birileri haykırıyor, artık onlar da belki de hiç denemedikleri bir şeyden korkuyor, böylece ona önyargılı yaklaşıyorlardı. Onlar her yaşadıkları ilişkiye mantıkla yaklaşıyor, duygularını öldürüyorlardı. Her ilişkide aşkı kullanıyor, ancak aşkı yaşayacak duygularını öldürdükleri için bu sadece dilde kalıyordu. Sevdiğini sırf parası, şöhreti ve işi için tercih ettiğini söyleyemeyeceği için –çünkü bundan hiç kimse hoşlanmaz- hep aşk dolu cümleler kurar sevgilisine, nişanlısına veyahut eşine...

Dürüst olmayan duygularla yaşanan her aşk gerçek aşka bir ihanettir. Çünkü gerçek aşklar dürüstçe yaşanırdı, sevenin dürüstlüğü kadar duyguların da dürüstlüğü esastı.

 
Toplam blog
: 46
: 1156
Kayıt tarihi
: 07.05.13
 
 

1977 doğumlu. Atatürk Üniversitesini bitirdi.Öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.2007'de Ankara Üniv..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara