Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '10

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk ikilemi...

Aşk ikilemi...
 

alıntıdır.


...Yaşadıkları yörede toy bir delikanlı ve güzel bir kadın, yaşananlara göreyse fazla genç sayılmayacak kadar uzundu geçmişleri. Kadın bütün duygusallığına rağmen, pandoranın kutusu gibi kapalı ve gizemli olmayı seviyordu. Adam bütün güzel düşüncelerine rağmen yalnız ve mutsuz hissediyordu... İkiside gülebildikleri zamanları çoktan unutmuşlardı. Adam yalanlara öfkeli, kadın "bu benim elimde değil" der gibi tedirgindi... ki zaten aklında ve yüreğinde değilse, elinde de değildir. Adam'ın gülebileceği ne varsa; Kadın ya "şimdi aklıma gelmiyo" yada "bilmiyorum" derdi... Adamın mutlu olacağı ne varsa, ya "ben anlatmayı beceremiyorum" yada "unuttum" derdi... ve kadının duymak istediği ne varsa adamın gırtlağına düğümlenirdi... Kadının bildiği ama aldırmadığı ; Adamın yüreğine oturan taş'tı... ve eskiler der ki "Başbaşa vermeyince taş yerinden kalkmaz" mış... Elbette taş, yerinde ağırdı...

...Ne olursa olsun acı insanı öldürmuyordu... öldüren şey hiç acı hissetmemekti, taş gibi işte... yüreklerin taş olması nasıl bir şey'se işte öyle...

...Metnin yazarı bu iki karakteri yaratmaktan çok tanımak istiyordu, çünkü yeryüzünde milyonlaca böylesi çiftler vardı... ve bu yazının sonunu kendisi de bilmiyordu... Fırtınalı bir denize bakan bir kadın ve mor dağlara bakan bir adam'ın tam ortasında terasta beyaz bir masa da oturuyordu yazar...

Adam: İnsan, sözlerinin sorumluluğunu taşıyabilmeli ve açık yürekli olmalı güvenilmek istiyorsa.

Kadın: İyi birisin sen... öyle bir güven bıraktın ki içimde, bana ailenden sonra en çok kime güvenirsin diye sorsalar hiç tereddütsüz seni gösteririm... neden bukadfar iyisin sanki...

Adam: Peki ya aşk... bir insana güvendiğin içinmi sevip bağlanırsın, yoksa sevdiğin için mi güvenirsin?

Kadın: Aşkkk... bilmemmm... ama güvenmediğin adamı sevmezsin ya da sevmediğin adama güvenmezsin değilmi?

Adam: Bence soruya soruyla cevap vermek kaçmaktır gerçeklerden. Sen bana aşık olmuş olsaydın , deniz ve dağ kadar uzak olmazdık birbirimize. Hemde yanyanayken... ve ancak aşık olduğun bir adamla evlenseydin ve adamın seni sevmediğini anlasaydın benim duygularımı hissedebilirdin... o zaman belki beni anlardın...

Kadın: Sen benim için önemlisin... sığındığım bir limansın...

Adam: Bir liman... Zweigh, "bir insanı anlamak için yaşadığı bütün bir zamanı bilmek gerekir" der , oysa senin hakkında bilgilerim sınırlı... uzun zamandır bir işkencenin içinde gibi hissediyorum kendimi... seni böyle hüzünlü görünce...

Kadın: Nedensiz, tuhaf bir sıkıntı, tuhaf bir yalnızlık içindeyim sanki... belki de birden bire başladı. Ya da öteden beri vardı da böyle bir şey içimde birden bire ortaya çıkıverdi...

Adam: Belki de sen beni sevmeye çalışarak kendine ceza veriyorsun.

Kadın: Bilmem... belkide... ama nasıl olursa olsun kendimi birden çok yalnız, çok duygulu, merhametli, yadım sever biri olarak görüyorum... Hem laf salatası yapma sen beni seviyon mu sevmiyon mu onu söyle?

Adam: Sevdiğimi biliyorsun zaten o yüzden burdasın ya... ama bu nedenle herşey den herkesten ben sorumluymuşum gibi bir hisse kapılıyorum... seni sevmeye hakkımın olmadığını düşünüyorum...ama yinede "seni seviyorum", bütün çırpınmaların bir yana, beni bir gün yitirırsen, suçlusu ben olmayacağım... sen bir yerde unutabiliyorsun... ama ben...

Kadın: Öyle alıştım ki sana birkaç gün görmesem bile, var olduğunu, bu şehirde olduğunu bilmek yetiyor bana... bazan seninle öyle müthiş konuşma ihtiyacı duyuyorum ki hiç susmasam diyorum... ama bir gün bu ilişki koparsa...

Adam: Senin ki yalnızlık korkusu... bensız kalma tedirginliği, belkide yalanlara kaçman bundan. Benden çok beni kaybetme korkusuyla dolduruyorsun içini... bir çözüm aradığın yok, sanki durum dan memnun gibisin... Bir gün bende başımın çaresine bakmak zorunda kalabilirim... Çünkü kendimi çok iğreti görüyorum bu ilişkide insanların arasında, farklılığımdan mı nedendir bilmiyorum ama içim kan ağlıyor...

Kadın: Kendine haksızlık yapıyorsun ve tabii bana da...

Adam: Yaşananlardan sonra kendimi çok kötü hissediyorum... bu durumda akan, sürüklenip kaybolup giden, gırdap içinde bu korkunç çağıltıda bir damla su gibi yokluğa karışıyorum. Yalnız kendimi değil, yaptıklarımı da, yapmayı tasarladıklarımı da -seni de- herşeyi...

Kadın: Ne olur yapma böyle... düzelecek. Anla işte bazen öyle şeyler oluyor ki... nasıl söylesem... bir şarkıya, bir şiire insan kapılıp gidiyor... kapılıp gittiğini anlasan bile değişmiyor... olup bitenin parçası gibisin...

Adam: Ama zaman akıp gidiyor... yaş kemale erse bile insanın gönlüne akıl ermiyor... nefes almak nasıl elinde değilse, her nefes aldığını fark ettiğinde bile nasıl onu önleyemiyorsan... işte öyle küçük çok önemsiz bir şey bile dikkatimi çeker... nefes gibi işte... sevdiklerim gibi...

Kadın: Benim dikkatim onun öneminden ileri gemez... o anki durumum ona dikkat edecek haldedir. Oldukça girift bir şey bu... insanın önemli yada önemsiz olmasıyla ilgili değil... Hem benim için sen önemlisin...

Adam: Yada tam tersi... insan önemsediği biriyle tanışınca, bu tanışma anını hep akılda tutmak ister... Sahi benimle ne zaman tanışmıştın?

Kadın: Bak yine sorguluyorsun... yapma bunu!

Adam: Beni sevdiğine hiç inanmadım... sen de zaten inandırmaya çalışmadın, seni sevmem yetiyordu sana... bana karşı bir duygu vardı içinde ama herkesin ki gibi bir şey o, aşk değil...

Kadın: Peşimden koşuyordun, varlığından haberdardım, beni sevdiğini çok fazla belli ediyordun, biraz da ben seviyordum seni -galiba- ne bileyim oluverdi işte...

Adam: Sana söylemeye çalıştığım şey tam da bu aşk ikilemi... evlenelim diye ısrar etmen hemde ayrılığa ağlarken...

Kadın: Durumu benim açımdan gören yok, sen koca adam gözyaşlarına sığınıyorsun ve bu benide boğuyor... ama kimse inanmaz buna. Hani bazı filmlerde olur, kadın masumdur ama bunu yalnız seyirci bilir. asıl bilmesi gereken bilmez... bütün hayatım boyunca böyle bir durumda yaşadım ben... ama yağma yok kendimi savunacağım...

... (söz konusu psikolojik yapı için Adler: "Hasta kişi kendini kurtarıcı rolünde görme zorunluluğu duyar" der)...

... Birdenbire sanki bir şey olmuştu... bir an sessizlik oldu... fırtınalı denizi seyreden kadın yavaş yavaş dönüp yazıların arasındaki sayfadan masmavi gözlerini metnin yazarına dikmişti... böyle bir şey nasıl olabilirdi... metnin yazarı buz kesmişti, hiç bir şey söyleyemeden o mavi gözlere bakakalmıştı... Kadın; "sen" dedi... "elin de kalem tutan sen, ne yazarsan yaz ben istediğimi düşünürüm" deyince şaşırdı yazar, sanki bu satırları kendısı yazmıyordu da bir yol izliyor gibi hissetti... sonra yazar göz bebeklerini mor dağlara bakan adama çevirdi, adam başını öne eğmişti mavi gözlünün hırçın sözlerini duymuştu... şaşkınlığı devam eden yazar farklı bir ürperti ile içinin hafiflediğini hissediyordu... adam anlatmaya devam ediyordu...

Adam: Eski zamanlarda çok eskiden deniz fenerleri ışıldamadan önce sis çanları kullanılırmış... gecelerde boğazı ne zaman sis kaplarsa çan nöbetçileri zangoçlar gibi göreve başlarmış, sabah ışıklarına değin denizciler bu sesin yankısını dinlermiş... sen ve ben paslı, eskimiş, yorgun çanlar gibiyiz fenerlerin söndüğü gecelerde biraz dikkatli çalarsak, birbirimizin sesini boğmazsak, hala sağda solda kurtarabileceğimiz bir iki denizci çıkabilir...

Kadın: Hiç bir duygu paylaşarak çoğalmaz yankılanır sadece... ben yüreğime kefil olamazken sen kendi yüreğini bana emanet ediyorsun... Hem sanki sen hiç mi hata yapmadın?

Adam: Dünyanın en namuslu adamı sayılmasam bile hala varlığına inandığım değerler var... Bir insanı sildikten sonra bile dert olmayı sürdürüyorsa, yaşamında varken yaptıklarında bir yanlışlık var demektir...

Kadın: İçimdeki öfkeyi gözyaşlarından başka nereye saklayabilirdim...

Adam: Şimdi bir bıçak keskinliğinde yaşam, geçmişimiz çeliğe suyun verilişindeki hassasiyete eş bir şekilde bu güne taşınıyor... İçimde bir isyan...

Kadın: Hüzün ile isyan iki düşman. Teslimiyet, rıza ve boyun eğiş hüznün karakterleri. Nerde ne zaman yok; sorgu yok, sual yok, teslimiyet halinde sen varsın ve...

Adam: Hüzün sensin isyan ben... hüzün an'a bağlı bir oluştan çok, tüm zamanlara mahsus bir yaşam biçimi. Cennetten gelen beşeri geliş zamanından, oraya dönüş zamanına kadar yaşanan bir ruhsal oluşum. Ki biz hüzünlü ümmetiz; Cennetten çıkarıldığımız için eksik, ona duyduğumuz özlemle tamız. İsyan sa tarih boyu haksızlığa uğramamızdan... Elimizi sudan, yüzümüzü topraktan çekmeyişimiz ondan...

Kadın: Evet... hüzün benim... isyanından korkarım... melankoli tedirginliğim... ki amcam ondan vefat etmişti zaten...

Hüzün: Eşyayı ve kendini -sorgulamak için değil- halince seyretmek için arş_ı alaya uzatılan merdiven.

Melankoli: Kendinle savaşmak için kendi iç karanlığına sarkıtılan urgan.

Hüzün tüm ruhların seyranı. Melankoli tekil tutsaklık.

Hüzün sağlık, melankoli hastalık... tam da şimdi Ahmet Hamdi Tanpınarın bir şiiri geldi aklıma...

"Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında

Yekpare geniş bir anın

Parçalanmış akışında

...

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim"

...Metnin yazarının şaşkınlığı devam ederken bir yandan da adam ve kadının sözlerinden oluşan satırları dikkatle takip ediyordu ve giderek içinde bir hafiflik hissediyordu. Bir ara aklına Baudelaire nin satırları geldi;

"Rüzgarların sildiği gozyaşlı bir yüz gibi

Havanın kaçan şeylerin ürperişiyle dolduğu

Ve erkeğin yazmaktan, kadının sevmekten yorulduğu"

...Metnin yazarı, bütün bu olanlara bir anlam verenesede Sıgmund Freud'in Melankolinin belirleyıcı özelliklerini hatırladı;

-"hayli ızdırap verici bir depresyon,

-dış dünyaya karşı ilgisizlik,

-sevme yeteneğinin kayboluşu,

-hiç bir işin üstesinden gelemeyiş,

-özgüven duygusunda kendini suçlayıp, aşağlamalarda baş gösteren ve hezeyan şeklinde bir ceza beklentisine kadar varabilen bir zayıflama"

Adam başını öne eğmiş sadece düşünüyordu... özelliklerini barındırsam da kendime yakıştırmaya korktuğum bir hastalık melankoli... ama yalnızlık... al biri vur ötekini..."yaygın anlamıyla yalnızlık, toplumsal ilişkileri koparma hali, şeylerden kaçarak yada şeylere gözünü kapatarak kendini mevcut ortamdan, olgu ve olaylardan fiziksel veya zihinsel (ya da her ikisi birden) soyutlama, dışlaştırma; paranoid veya şizofrenik yönelimlerin gerçek adı." Kokonaların kedili, köpekli, balıklı, kuşlu yalnızlıkları bu tanıma denk düşmüyor, cezayi yalnızlaştırmalarda... Bu ölüme ayarlı tekbaşınalık...

"Karanlık ve berrak başbaşa kalış,

Bir kalbin kendi aynası oluşu!

Kuyusu gerçeğin aydınlık ve siyah

Titrer içinde mosmor bir yıldız

...

Bir fener, alaycı, cehennemi

Bir meşale ki lütfedilmiş şeytan

Biricik ferahlık ve şeref...

Kötülük içinde vicdan!"

...Vicdan son kelimesiydi adamın ve Denizde fırtına devam ederken, mor dağlara karanlıklar çöküyordu... kadın ve adam bulutlar içinde kayboldular... binlerce seven gibi, binlerce sevdali, ılar gibi yitip gittiler...

...Metnin yazarı üşüyordu... iyice hafiflemişti... yoksa dünya mı değiştiriyordu... sanki yer çekimi yoktu... ve giderek göğe doğru yükseliyordu... yükseldikçe anladıki aslında teras sandığı yer sahil de sırtını mor dasğlara vermiş bir cami avlusu ve beyaz masa sandığı musalla taşı... Taş yerinde ağırdı...

 
Toplam blog
: 72
: 488
Kayıt tarihi
: 10.09.08
 
 

27 Ocak 1967 yılında Lüleburgaz'da doğdum. Çocukluğum Samsun, Keşan ve Fındıklı'da gecti.Lise mezunu..