Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk Yazıları/Sönmüş ışıkları yerin, yanın göklerde yeniden

Aşk Yazıları/Sönmüş ışıkları yerin, yanın göklerde yeniden
 

Zaman da beni doğruluyor, eski aşkların devri kapanıyor da ayıp olmasın, son bir selam çakayım o ağacın altına, modern sevdalara yelken açarken gönlüm!

Gelin inat etmeyin, bizim dediğimiz gibi olsun, lakin sizden de bir şey katalım hatırınız kalmasın; zira okuduğunuz kitap baştanbaşa yanlış, aşk dediğinizin adı aşk olamaz.

Kerim Korkut ile Âşık Kerem’in avukatları bir haziran gecesi karşı karşıya geldiler. Avukatlar Kerem kadar sevdalı, Aslı kadar güzeldiler. Korkut’a “Gönüllerimizdeki anıtı yıkma” dediler. “Biz ağlamaya alıştık, acı çekmeye, isteyip alamamaya, kavuşamamaya, terkedilmişliğin soğuğuna alıştık, sıcak yataklara giremeyiz”

“Okuduğunuz aşk masalının sadece öpüşleri aşk, tabii ki o da varsa” dedi Korkut; tostunu yiyip bekleyen kızların bile duyguları daha sahici, gözlerinin içi parlıyor arzudan. Yani sizin aşkınız adama ne verebilir ki, acıklı film seyretmek gibi bir şey.

Kavuşulamayan aşk olur mu, arka mahallede oturuyor, gider konuşursun. Senaryosunu kapitalist hırsızların yazdığı, uyutma amaçlı, bol soslu/salamlı/acılı aşkın bıldızları saçlarını taradılar, sevdiğini aradılar, tabii ki bulamadılar; çünkü bu aşkın formatı böyleydi.

Haklı olduğumuz nasıl da belli, klasik aşkın filmi deli çağlarda çekiliyor; otuzuna gelince gülüyorsun kendine ve kırklı yaşlarda yatağı gösteriyorsun aşk dediklerinde.

Bizim gibi, kadınların erkeklerden kaçtığı/kaçırıldığı görmemiş milletlerde bir de henüz zıvanadan çıkmışsın, gözler fildir fildir, yavrunun saçlarını dağıtan yeldir. Yürek bu taş değil ya, tanışma evlenme çağı demişler, merak, şiirler, romanlar, gençlik ateşi… Hepimiz Leyla’yız, hepimiz Mecnun.

En büyük hayatı insan içinde yaşarmış, yürek coşunca dolu olmayan bardak bile taşarmış; görmeden aşk, tanımadan aşk, ömür boyu, kömür boyu aşk; ah benim salak gençliğim, elini tutamadan bir ömür bitirdim!

Yani şu bizim hepimizi yakıp kül eden klasik aşk üstelik çok mantıksız. Daha elini bile tutamadan ah, vah, yandım diye kendini yiyip bitiriyorsun. İşte bir bahtı kara! Kerem yanmış Aslı’ya. Hikâyedir umarım. Yoksa bu kadar saçma şey olamaz. Acem kızının ardından İran, Turan dolaşacaksın; sonra kavuşamayıp yanıp kül olacaksın.

Mehlika Sultana âşık yedi genç şirineler perisi Elif Şafak’ı üfürmeli aşkın tanrıçası seçmişler. Pınar başında yar saçların lüle lüleyi çalıp âşıkların Mercan dedesi kıvırcık Mevlana haziretlerinden de el alup ol bir vakte kadar inşallahülazim vuslata ahdetmişler.

Ferhat’ın deldiği kayaları gözlerimle gördüm. Valla kusura bakma Ferhat kardeş, akıllıca değil. Ben bunu değil bir Şirin, kamyon dolusu Şirin için bile yapmazdım. Umarım açtığın kanal şehre su verilmesinde işe yaramıştır. Mecnun’u da es geçmeyelim. Yıllar sonra Leyla’yı tanıyamamış. Çok normal. Bu kadar çile çektikten sonra adam babasını bile tanıyamaz hahahahahaha çok komik şu üfürmeli âşıklar ya!

İnsanın içi acıyor, seninki dağınık yataklarda sevdanın kitabını yazarken, Elif Şafak kulları kavuşamadıkları sevgilileri uğruna yastıkları parçalıyorlar. Kavuşan yok mu? Var tabi. Ne zaman? Geçmiş zaman. Nerede? Mezarda hahahahahaha!

Aşkın yüceliği beni hiç ilgilendirmiyor. Yürekte kara sevda zamana yenik düşerken, dolgun kalçaların saltanatı dolgun olduğu sürece devam eder. Sevda yakıcıdır ama bir rüzgâr gibi eser geçer. Aşk bir maceradır; asla hayat değildir. Ama bal dudak, gül yanak hayattır. Sevip unuttuklarımız değil elini tuttuklarımız önemlidir.

Bir de bunlar karşıdaki istemese de âşık oluyor, üstelik zorla almak istiyorlarmış. Âşıkmış. Bana ne! Seviyormuş. Ben sevmiyorum! Benim olacaksın! Sittir git lan! Manyağa bak manyağa! Gerçek aşk öyle mi, kapı aralıksa, arzulu bakışlar seni çağırıyorsa giriyorsun. Yatakta bile isteyip istemediğini soruyorsun. Yani zorla seviyorsun ama zorla yatamıyorsun. Ayılar hariç tabi. Ah Anuşka, ahhh!

Hayali aşk gerçekten ilginç. Platonik aşk da deniyormuş. Sevgilini bir kez görmen yetiyor hatta olmayan, hayali sevgililere de âşık olunuyormuş. Neye yarar bu platonik? Bir şişe buz gibi tonik içseydik bari yüreğimiz soğurdu. Hiç olur mu öyle dağların arkasına bak, yan yan dur.

Hafız’ın kabrinde her gece bir bülbül ötüyor, her seher bir gül açıyor. Kerem yanıyor, Ferhat dağları deliyor, Mevlana dönüyor ve Kumkapı sahillerinde, denizin dibinde beyaz gelinlikle aşkın son kurbanı ölüyor. Sizler büyük bir huşu içinde yürekleriniz titreyerek bu muhteşem finali izliyor ve aşkın gücüne mezarlıklarda kadeh kaldırıyorsunuz.

Yeryüzünde neyin sınırı yok? Peki, aşkın nasıl sınırı olmuyormuş. Gözler, dudaklar, en fazla çiçek böcek, mehtaplı geceler… Siz âşık olduğunuz zaman kâinatı avuçlarınızda tuttuğunuzu mu sanıyorsunuz? Eriyorsunuz, yok oluyorsunuz; çünkü siz zaten yoksunuz. Sevdiğinize ulaşamasanız bile bu aşktan mutlu oluyorsunuz. Dağların ardından bir gün kalkıp gelecek diye bekleye bekleye ölüyorsunuz. Ben anlayamadım, sizler hangi Tanrı’nın kulusunuz?

Kara toprağa girmeseniz de fark etmez, yine ölüyor öldürüyorsunuz; çünkü çektiğiniz, verdiğiniz acılar ölmekten beter. Sizin bu psikopat aşkınız nedeniyle bugüne kadar dünyada 100 milyon insan öldü. Belki cihan harbi bu nedenle başladı. Soyuz kaptanı bile belki Ay’a gidişini bu nedenle erteledi.

Aşk tanrıçası Atena çırılçıplak; neden, hiç düşündünüz mü? Çünkü aşk somuttur. Ancak hasta ruhlar bir hayalin peşinden giderler.

Duygusal aşk fakir aşkıdır. Ağlar ağlar hani bizim dağlar. Akıl, mantık, bilim duygusal aşkın yanından bile geçemez. Kimi derviş kılıklı herifler ve Mehlika Sultanın torunu hatunlar hep duygusal aşkın yüceliğini anlatırlar. Gül gibi yanakları yılların acımasız darbeleriyle buruş buruş oluncaya kadar ne zaman geleceği bilinmeyen hayali aşklarını bekler dururlar.

Yeryüzünün aciz ve zavallı insanlarına sığınacak liman, tutunacak dal hatta inanacak Tanrı lazım. Bu nedenle duyguları sınırsız yaşamaları gerekiyor. Yağmur yetmiyor, gök gürlemeli, şimşek çakmalı. Yüreğinin titremesi yetmiyor, yerinden kopmalı. Yanında olması yetmiyor, onun olmalı. Yaşamak yetmiyor, ölmeli. Bu nedenle aşkları dağlar kadar yücedir. Peki, sen hangi dağa çıktın? Çıkamadığın dağdaki aşkı ne yapacaksın?

Kara toprak aşkları kapitalistleri ihya etti. Siz “Rüzgâr gibi geçti” filminin hâsılatını biliyor musunuz? Peki, “Gençlik Hayalleri” adlı romanın… Şopen, Van Goh… Diziler, TV programları… Paris mağazalarında sevgililere alınan gelinlikler, hediyeler, hediyeler… Dünyada kapitalizmin elde ettiği varlığın üçte biri gözyaşlarınızın ürünü. İşin bu yanı hiç konuşulmuyor.

Duyguların serencamında, aşkın uzun macerasında gözleriniz kör, kulaklarınız sağır mı oluyor? Pınarın başından ayrıldıktan sonra “ben ne yapıyorum” diye kendi kendinize hiç sormuyor musunuz? İşinize gelmiyor değil mi; çünkü aşk tatlı! Akılla tırmanmadığım dağları düşmesem bile çıktım saymam; aşkın mutlaka mantığı olmalı. “Seni seviyorum” Ama ben seni sevmiyorum.”Nolur sev” Hastir! Bu kadar aciz, insanda onur gurur bırakmayan aşkın bela olduğu apaçık.

Yüreğinizi ölümsüz bir aşka yönlendirir, duyguları sınırsız yaşamak isterseniz muhtemel ki buna mezarda imkânınız olacak. Aşkı tezgâhtaki elma olarak düşünün. Cebinizde paranız yoksa demek ki alamayacaksınız; başka tezgâha yönelin. Dünyada yedi milyar insan yaşıyor ve hayat onlarca defa âşık olabileceğiniz kadar uzun. Hem hiçbir aşk iki bahardan fazla sürmez, ötesi kendini kandırmaktır. Aşkınız yıllar geçtiği halde bile sürüyorsa onu gerçek anlamda elde edemediğiniz içindir. İnsan hayatta bir defa sevmez, doğru değil bu. Çiçekler nasıl her bahar açıyorlarsa biz de her bahar âşık oluruz. Sonra ilk aşkınız en iyi aşkınız olmayabilir; çünkü gönül yavaş yavaş sevmeyi öğrenir.

Gerçek aşk malum tek vücut oluyorsun. Eğer yeni banyo yapmışsa, üstelik mis gibi kokuyorsa ve sen de bolca Harry Potter okumuşsan en sağlıklı kimyasal karışımı elde ediyorsun.

Siz hiç akıllanmayacaksınız. Klasik üfürmeli aşk kendini ateşe atmaktır. Kerem nerde şimdi? Ünü tünü yok. Don Juan aslanlar gibi yatıyor mezarında. Gidin bakın, iskelet kemik olsa da, yanağında sevgilinin öpücük izi duruyordur. Kerem sonsuza dek yaşarmış. Yaşasa ne olur? Kupkuru masal.

Kerim Korkut diyor ki aşk mutluluktur. Mutluluk vermeyen şey aşk değildir. Üfürmeli duygusal aşk nane şekerini koklamaktır. Hatta bazen uzaktan bakıp ambalajını okumaktır. Kolonya mı bu? Koklamak neye yarar? Yiyeceksin ki tadını bilesin. Duygusal aşkmış. Tatlı, lezzetli şiş kebabı. Hani nerede? Pişsin de getireyim. Hadi be!

Seversiniz ya, kollarınıza atılır ya da “Sen iyi bir insansın ama…”diye başlayan bir masal anlatır size. Çocuklar bile yutmaz bu masalı. Ama âşıklar yüreklerine ateş düştükten sonra çocuk bile değildirler. Bebeciktir onlar. Duygusal aşk yorumcularına göre körkütük âşıkların reddedilseler bile aşkları devam ediyormuş. Morfin etkisi yani. Hatta keşke reddetse diyenler bile varmış. Tam sopalık bunlar hahahahaha!

Ama Korkut bizim aşkımızla dalga geçiyorsun! Ne dalgası eğleniyorum, eğleniyor. “Ben garı istirem” diyen adam bile sizden daha mantıklı. Allah akıl fikir versin!

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..