- Kategori
- Siyaset
Askeri darbeler tarihi. Dünün bahanesi 'din elden gidiyor!' Bugünün laiklik elden gitmekte (2)

Bu ne?! Sen bilirsin, "Kağıt parçası" -Ama boru değil, mahkeme celbi!
Dün yeniçerilerinin darbe bahanesi olan, “Şeriat isterük”, bugün modernleşerek! Yerini, “Laiklik isterük!” aldatmacasına bıraktı. Halkın din anlayışı ve inancı neden darbecilerin ilgi odağındadır?
Darbelerle ilgili konuyu açmak adına ilk örneğimizi 1622 yılından vermiştik, bu kez 1940'lı yıllardan bir örnek veriyoruz. Bu şekilde dün ve bugünün halkın inancının darbeciler için neden önemli olduğunun kapısı açılmaktadır.
Bu yazımızdaki örnek, tek parti döneminin ünlü CHP’li Ankara valisi Nevzat Tandoğan'dır.
...
"3 Mayıs'ta yürüyerek hak arayan milliyetçi geçler yakalanır ve dönemin eli kamçılı Ankara Valisi Tandoğan'ın huzuruna çıkarılır,
“Ulan öküz Anadolulu Sana mı kaldı?
Dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, sert ve otoriter bir yöneticiydi. Atıyla ve elinde kırbacıyla Ankara sokaklarında adam dövdüğü bile konuşulurdu. Sabahattin Ali ile Nihal Atsız’ın dergi köşelerinde başlayan ve Atsız’ın Başbakan Saraçoğlu’na yazdığı ünlü mektupla hareketlenen sokaklar belki de ilk kez sağ ile solu karşı karşıya getirmişti.
Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ise hem sağa hem de sola darbe vurma hazırlığındaydı.
Halen Türkçülük günü olarak kutlanan 3 Mayıs (1944) günü milliyetçi gençler Ankara adliyesine gelirken ve mahkeme çıkışı gösteriler yapmışlar ve başbakanlığa kadar yürümüşlerdi. Bu gösterilerin başrolündeki isimlerden biri de Osman Yüksel Serdengeçti’ydi. Serdengeçti polis tarafından yakalanmış ve Ankara’nın valisi ünlü Nevzat Tandoğan’ın huzuruna çıkartılmıştı. Vali Tandoğan’ın eylemci Serdengeçti’ye söylediği söz Türk siyasi yaşamının unutulmazları arasına girmişti.
-Ulan öküz Anadolulu! Sana mı kaldı Türkçülük?
-Bu memlekete komünizm de lazımsa biz getiririz Türkçülük lazımsa da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var.
-Birincisi çiftçilik yapmak,
-İkincisi çağırdık mı askere gelmek!” (1)
...
Üçüncü ve dördüncüyü de biz ilave edelim;
-Sermaye sahibi olmamak,
-Gazete, dergi ve kitap çıkarmamak, yayınlamamak.
...
Nevzat Tandoğan ile başladık devam edelim...
“...1945'te komünist diktatör Tito liderliğindeki Yugoslavya'nın baskıcı yönetimi altına giren Bosnalı Müslümanlar için de yardım paraları toplanmış; ancak, o tarihlerde toplanan ve miktarı bilinemeyen bu paralar da yerine ulaştırılamamış.
Yardım parasını toplayan şahıs, hamiyetli bir doktor. Ankara'da muayenehanesi var; aynı zamanda Rus elçiliğinin de doktoru.
İşte bu tanınmış itibarlı doktor, 6 Ekim 1945 günü akşamı, bir genç tarafından yedi kurşunla vurularak öldürüldü.
O genç katilin, dönemin Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay'ın oğlu Haşmet Orbay olduğu, sonradan anlaşıldı ve mahkeme kararıyla da kesinleşti.
Aynı mahkeme, Ankara Valisi Tandoğan'ın olayı kasten örtbas ettiğine de hükmetti.
Bu gelişmenin hemen ardından, Ankara, zincirleme devam eden pek büyük gümbürtülerle sarsılmaya başladı. Şöyle ki:
1) Mahkemenin kararını Yargıtay'da bozduran ve gelişmelerin seyrini Tandoğan aleyhine olacak şekilde değiştirmeye sebep olan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Fahrettin Karaoğlu, otomobili içinde ölü bulundu.
2) Tanık olarak çağrıldığı mahkemede sanık durumuna düşen Ankara'nın 17 yıllık valisi, belediye başkanı ve aynı zamanda CHP İl Başkanı olan Nevzat Tandoğan, aniden bunalıma girdi ve kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti.
3) Fevzi Paşadan sonraki Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay (aynı zamanda Enver Paşanın eniştesi), henüz yeni atanmış olduğu bu makamdan derhal istifa etti.
4) Cumhurbaşkanı İsmet Paşanın oğlu Ömer İnönü'nün ismi de, benzer bir cinayet hadisesiyle irtibatlandırıldı.
(Bu konuda, özellikle cinayet sebebinin "Bosna Müslümanları için toplanan yardım parası" olduğu konusunda—bir sohbet havası içinde—bizi aydınlatan kişi, kamuoyunun yakından tanıdığı ve sol tandanslı olarak bilinen bir tarihçi profesör. Hadisenin seyrini kendi ağzından yazmak için rızasını almadığımız için, ismini mahfuz tutuyoruz.)
Öte yandan, işlenen cinayetin—ana sebebi hariç—hemen bütün yönlerini araştıran ve topladığı bilgileri "Ankara Cinayeti" ismiyle kitap haline getiren kıdemli Demokrat parlamenterlerimizden Çorum eski milletvekili değerli İhsan Tombuş'un bilgilerinden de çokça istifade ettiğimizi burada belirtmiş olalım.
Şimdi, başlı başına bir roman, bir film konusu teşkil eden bu esrarengiz hadiseler zincirinin tâ başlarına doğru gidelim ve işin içine meselenin bir başka boyutunu, yani "kaderî hikmet veçhesi"ni de dahil ederek, adım adım, halka halka beriye doğru gelmeye çalışalım.
Zincirin baş halkasında, baş belâsı Tandoğan var
Tarih, 20 Eylül 1943. Sekiz yıldır Kastamonu'da sürgün bulunan Bediüzzaman Said Nursî, polis nezaretinde Çankırı yoluyla Ankara'ya getirtilir. Buradan Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilecek.
Ankara'nın iki numaralı adamı, 14 yıllık Vali Tandoğan, Üstad Bediüzzaman'ı cebren makamına getirtir. Gayesi, başındaki sarığı çıkarttırmak ve başına fötr şapkayı zorla geçirmek.
Nitekim, bu maksatla fiilî teşebbüste bulunur. Ancak, buna muvaffak olamaz.
Şapkayı Vali Tandoğan'ın elinden alan Said Nursî, ona şöyle seslenir:
-"Bu sarık bu başla beraber çıkar. Ben sizin bin senelik ecdadınızı temsil ediyorum. Başından bulasın Nevzat!"
...
Bu hadisenin üzerinden iki yıl kadar bir zaman geçer ve ardından şu gelişmeler yaşanır.
-Halk arasında kazanmış olduğu itibarla, muhtaç durumdaki Bosnalı Müslümanlar için yardım parası toplayan Ankara'nın tanınmış doktorlarından Neşet Naci Arzan, 16 Ekim 1945'te muayenehanesinde öldürülür.
-Cinayette kullanılan tabanca, Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay'a aittir. Katil de Kâzım Paşanın oğlu Haşmet Orbay'dır. Doktorun topladığı paraları istiyor. Red cevabıyla karşılaşınca da onu öldürüyor. Gece eve gidince, durumdan ailesini haberdar etmek durumunda kalıyor.
-Hadisenin bir şekilde patlak vereceğini ve halkın gözünde itibar kaybına uğrayacağını öğrenen katilin ailesi, gelişmelerin seyrini değiştirecek alelacele hazırlanmış bir planı devreye sokuyor. Haşmet'in annesi—ki, Enver Paşanın kız kardeşi ve Orbay Paşanın da eşidir kendisi—tek parti döneminin değişmez şefi İsmet Paşanın eşi Mevhibe Hanımı telefonla arayarak şunları söyler:
-"Sizin oğlunuz Ömer de katil. Taksim'de Olga isimli kadının kocasını öldürmüş diyorlar. Ama, ne yaptınız ettiniz, onu kurtardınız. O halde benim oğlumu da kurtarın. Aksi halde, bütün bildiklerimi açıklarım."
-Bunun üzerine, Mevhibe Hanım da Vali Tandoğan'ı arayarak "Lütfen bu işi halledin" der. Tandoğan, işin içine bu şekilde girer.
-Vali Tandoğan, Haşmet'in Robert Kolej"den arkadaşı olan ve onunla aynı evi paylaşan Reşit Mercan'ı ayağına getirtir ve ona bu cinayeti mutlaka üstlenmesi gerektiğini söyler. Mercan da, çaresiz istenileni yapar ve ertesi gün karakola gidip teslim olur.
-"Cinayeti ben işledim" der.
-Mahkeme kurulur. "Katil benim" diyen Mercan'a 20 yıl, Haşmet Orbay'a da "Ona silâhı ben verdim" dediği için, sadece bir yıl ceza verilir.
-Ancak, basın hadisenin peşini bırakmadı. Bunun üzerine Yargıtay, mahkemenin ilk kararını bozdu ve dâvayı da Ankara'dan alarak Bolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Bolu'daki yargılamalarda, mahkemede katilin Haşmet Orbay olduğu ortaya çıktı. Aynı anda, cinayetin Vali Tandoğan tarafından kasten örtbas edildiği, hatta cebren başkasına yüklenildiği de ortaya çıktı. Cezalar, bu yeni duruma göre kesildi.
-Buna sinirlenip kahırlanan Tandoğan, 9 Temmuz 1946 gecesi kafasına kurşun sıkarak intihar etti.
Birkaç gün sonra da Genelkurmay Başkanı Orbay görevinden istifa etti...” (2)
**
Hikâyeyi öğrendik de bunun askeri darbelerle ne ilgisi var?
-Bir tarafta Genelkurmay başkanı ile Cumhurbaşkanının çocukları,
-Diğer taraftan başkentin eli kamçılı bir valisi...
-Bakalım darbelerle bir ilgisi var mı?
Devam edecek...
-İnsanlar hesap vermeyeceğini anladı mı bir kez...
Resim; komikzede.com'dan alıntıdır.
(1) Bizim hep inanmamızı istediler, Gürkan Hacır
(2) M. Latif SALİHOĞLU, Yeni Asya gazetesi, 02.06.2006